İki kuş vardı.
Biri kafesin içindeydi, diğeri kafesin dışında.
Biri özgürdü, diğeri hapis.
İkisi de kuştu.
Biri kuş olduğunu bile unutmuştu.
Salonun tavanına kadar yükselebiliyordu.
Sonra hep çarpıyordu.
Kafesi hep kapalıydı.
Güvendeydi. Yemeği ve suyu hazırdı.
Seviliyordu.
Ama yalnızdı. İnsan arkadaşları vardı ama kuş arkadaşları yoktu.
Adı yoktu.
Ona Maviş diyorlardı. O adı değildi. Mavi sadece tüylerinin rengiydi.
Alışmıştı.
Kafasını duvara çarpa çarpa, kafesin demirlerine vura vura.
Daha fazlası yoktu demek ki
Dünya içine sığdığı bu kafesten ve arada çıkmasına izin verdikleri bir odadan ibaretti.
Öyle olmadığını gördü.
Karşısındaki de kuştu.
Uçuyordu.
Ve dahası kafasını bir yere çarpmıyor, demirlere vurmuyordu.
Sağa, sola, yukarıya ve daha yukarıya.
Hep yukarıya.
Kafasında kendisininki gibi iz yoktu.
Onun kafesi yoktu.
Hiç olmamıştı.
Yemeğini suyu kendisi bulur, tehlikelerden kendisi kaçardı.
İstediği kadar uçar, yorulunca bir ağaç dalına konardı.
Sonra başka bir kuş gördü.
Demir parmaklıklı bir şeyin içinde. Neydi ki bunu adı?
Sordu kuşa, "Neden oradasın?"
Kuş cevap verdi ona, "Sen neden oradasın?"
Konuştular epey. Özgür olan kuş, öğrendi adını kafesin.
Kafesteki kuş da kafesin içinde olmayan bir sürü kuş olduğunu.
İnanmadı önce.
"Bu işte bir yanlışlık olmalı. Ben hep buradaydım."
Sonra diğer özgür kuşlar geldi yanına. Cevap verdiler ona,"Biz hiç orada olmadık."
Ama içlerinden daha yaşlı olanı "Ben de oradaydım."
"Peki nasıl çıktın?"
"Pencereden kaçtım."
Onların nasıl uçtuğunu gördükçe kuş artık kafesine sığamaz oldu.
Buradan kaçmalıydı.
Özgür olmalıydı.
Kaçmaya çalıştı.
Avcı bir kediye yem oldu.
7 Aralık