Kayboluş

33 3 0
                                    

Çiğ düşen gecelerden biriydi. Ciğerine dolan nem, tenini kesercesine esen rüzgarla kulağında bir şarkı, adım adım yürüdü bu şehrin en güzel sokaklarından birinde. Sarı ışıkların daha da büyüleyici kıldığı o uzun ve yorgun ağaçların arasında, zihninde kum tepeleri gibi düşüncelerle yürüyordu yalnızca. Ne kafasının içindeki sesleri ayıklayabiliyor ne de nereye gittiğini fark edebiliyordu. Dolmabahçe'yi geçtikten sonra üzerine doğru gelen kalabalık biraz olsun dikkatini toplamasına yardımcı oldu. Başını göğe kaldırdı, tek bir yıldız yoktu. Derin bir nefes alıp vapur iskelesine doğru adımladı.

Üzerinden kalkan bu yüke rağmen neden bir şeyler yolunda gitmiyordu? Onu büsbütün boğan şehir değildi elbette. Özlem,bu şehre sık sık çöken sis gibiydi. Hava ne kadar soğuk olursa olsun vapurun içinde olmayı sevmezdi. Her daim balkonda yolculuk yapardı.Denizin keskin ve soğuk kokusu, gittikçe ufalan kıyı ışıkları, kulağında saatlerdir dönüp duran o şarkı ... "Deniz üzerinde dönüş yoluyum, bildiğim her şeye seninle dokundum." Başını kaldırıp göğe baktı. Hala tek bir yıldız dahi yoktu.

12 ağustosu 13 ağustosa bağlıyordu gece. Tam bir buçuk saattir tek bir hareket yoktu. Hep altında oturdukları çınar ağacını yuva bellemiş ağustos böceklerinin sesini bastırdı iç çekişi. "Ayaz, daha ne kadar bekleyeceğiz? Belli ki bugün değil." Ayaz gözlerini çevirdiğinde aradığı o bir çift yıldızı bulmuş gibiydi. Küçücük gözlerinde gülümseyen bir çift yıldız ona hep huzur verirdi. Gülümsedi. "Söz veriyorum, gerekirse bu çınarın tepesine çıkıp ellerimle sökeceğim o yıldızları."

Dolan gözlerini yine gülümseyerek sakladı. Soğuktan üşümüş ellerini cebine sokuşturup eve doğru uzanan yokuşu tırmandı. Fakat apartmanın merdivenlerini çıkmaya dahi gücü yoktu sanki.

Sanki kilometrelerce yürümüş gibi yorgun uyandı sabaha. Perdesini ve penceresini açtı. Pencerenin önündeki masayı biraz düzenledi. Artık bir işi yoktu. Kuş gibi hafif hissediyordu. Her sabah bedenini metroların direklerine yaslayıp uyumaktan çürümüş omuzlarına bir hırka aldı. Bir sigara yaktı. İnsanlar artık daha dijitalken o radyo dinlemeyi çok severdi. Radyoyu açıp sabah sabah kavga eden martılara baktı. Herkes kuşları özgür sanardı. Belki de onlar göğün tutsaklarıydı. Bir çift kanadın var diye özgür zannederdi insanlar. Halbuki göğün trafiği yerin karmaşasından kalabalıktı.

Nicedir bu şehrin keşmekeşinde ayakta kalmaya çalışmak onu hayli yormuştu. Biraz sakinleşmeye ihtiyacı vardı.

"Ve sırada bir süredir herkesin merakla takip ettiği o gizemli müzisyenin şarkısı ile güne devam ediyoruz sevgili dinleyenler. Geçtiğimiz ay Ateş Böcekleri ile zirveye oturan Sâye'nin kim olduğu dinleyenleri tarafından merak konusu. Yalnızca sesi ile tanıdığımız bu müzisyen hala listelerde ilk sıralarda."

Pervazlara konan güvercinler için biraz bayat ekmek almaya gitti. Elleri ile kırıp ufaladı. Bitmek üzere olan sigarasını söndürürken radyodan yükselen ses sanki zihnine bir ok gibi saplandı.

"Oysa söz vermiştim tırmanıp o ağaca gökyüzünden sana yıldız toplamaya
Oysa söz vermiştim seni sol cebimde saklamaya."

Koşarak salondan bilgisayarını aldı, masanın başına oturup bir sigara daha yaktı. Kimdi bu Sâye?

Birkaç web sitesinde gezinirken sonunda bir ropörtaj buldu. Yüzlerce kez görüntülenmişti.

+Sanırım başlamak için en doğru cümle bu. Kimdir bu Sâye?
-Sanırım herkesin merak ettiği ve bir süre de merak edeceği konu bu. Kim bu Sâye? Sâye kendisi ile kavgalı bir adam. Arayışı var. Bir şeyler arıyor ve sürekli kayboluyor.
+Peki gerçek adınız Sâye mi?
-Tabii ki hayır. Sâye Farsça'da gölge anlamına geliyor. Ben de arayışımda bir gölge gibiyim. Ne ışığım ne de karanlığın kendisiyim. Biri olmadan diğeri olmaz ya. Öyleyim işte.
+Bir arayıştan bahsettiniz. Neyi arıyorsunuz, nasıl bir serüveniniz var?
-Geçmişimi, bugünümü, kendimi.
+Peki bulabildiniz mi?
-Bulabilmiş olsam adı arayış olmazdı.
+Müzik sektöründe tutunmanın bu kadar zor olduğu bir dönemde bağımsız bir müzisyen olarak kısa sürede bu kadar dinlenmenizdeki en önemli faktör ne sizce? Gizeminizin buna etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
- Sektörün dinamiklerini bilmeyecek kadar bu işin acemisiyim. Bir arkadaşım ile birlikte sadece yola çıkmak istedik. Burada bir amacımız vardı. Şimdi ondan bahsetmek için çok erken. O arka plandaki bütün prosedürü yönetti. Ben ise şarkılarımı yazıp söylemeyi kabul ettim. Tek istediğim arayışım. Tek istediğim bulmak. O da bana bu süreçte destekçi. Gizemli kalmak benim amacım değil bu yolda. Bunu bir pazarlama taktiği olarak da kullanmadım. Ateş Böcekleri'ni çıkarana kadar sosyal platformlarda da birçok şarkı yayınladık. Fakat nedense Ateş Böcekleri ses getirdi. Ben sokakta rahatça yürüyebilmek, sadece ben olduğum için dinlenmek, kendim olduğum için saygı görmek istiyorum. Sadece tanınıyorum diye sevgi görmek istemiyorum. Bir arayışım var. Onu bulmak istiyorum.
+Ne kadar devam edecek bu gizem? Sevenlerinizin karşısına çıkmayı ya da konser vermeyi düşünüyor musunuz?
-Yola çıkarken böyle bir düşüncemiz yoktu. Arkadaşımla bu basamakları gelen yorumlar, dinleyen mailleri üzerine düşünmeye başladık. Sahneye çıkman gerek, o zaman bulacaksın dedi. "Hayır, ben perdenin ardında kalmak istiyorum sen çık sahneye" dedim. O an kafasında şimşekler çaktı. "Buldum işte. Konserini bir perdenin ardında vereceksin. Silüet gibi. Gölge gibi. Yarı transparan. Kimse seni görmeyecek. Sadece gölge olacaksın, Sâye olacaksın gerçekten." dedi. Bu fikir imkansız gelse de başta, aklımıza yattı. Konser teklifi aldığımız mekanlardan biri ile görüştük. Salon buna uygundu fakat organizatör ve mekan sahipleri böyle kimseyi toplayamayız. Organizasyon elimizde patlar, masrafları çıkaramayız dediler. Biz de erteledik.

Ropörtajın devamını okumadan kapattı bilgisayarı. Kendini çimdikledi. Sokağa fırladı. Yağmur mermi gibi yağarken üstüne soluğu parkta aldı. Ne zaman bunalsa çocuk parklarına kaçardı. Bi banka oturup öylece daldı. Radyoda dinlediği şarkının cümleleri bir anda nasıl ezberine bu kadar yerleşmiş ve zihninde dönüp durur olmuştu? Oysa ki ezberi berbattı oldu olası.

Saçlarından damla damla düşen taneler biraz sonra yerini dağınık seslere bıraktı. Islanmıyordu. Başını çevirdiğinde üzerine şemsiye tutan o adamı yüzüne dahi bakmazken gördü.

+İyi olmana nasıl yardım edebilirim?
-İyiyim.
+Neden bu sağanağın altında buradasın? Çok iyi olduğun için mi? Yağmuru çok sevdiğin için mi?
-Bu kapalı havada neden güneş gözlüğü takıyorsan aynı sebepten.
+Aynı sebepten olmadığına iddiaya bile girerim.
-Beni yalnız bırakabilir misin?
+Bırakamam.
-Neden? Bugünkü süper kahramanlık planların suya mı düşer? Gece rüyalarına falan mı girerim? Arkadaşlarına "Ya bugün çok üzgün bir kız gördüm, ıslanmış üşümüştü ona şemsiyemi verdim" diye bir hikaye anlatamaz mısın? Yalnız kalmak istiyorum, rahat bırak beni.
+Peki. Şunu bi tutar mısın?

Şemsiyeyi uzatıp köşedeki araca doğru koştu. Bagajından aldığı bir şeyi ceketinin içine sakladı. Çocuk gibi koşarak banka oturdu. Ceketinin içinden bi pamuk şeker uzatıp verdi.

-Adın ne senin?
+Meczup derler bana.
-Bu yağmurda aracının bagajından pamuk şeker çıkan biri için uygun bir mahlâs.
-Hı hı. Bu parkta pamuk şeker satıyorum ama ben.

Siyah botları sırılsıklam olmuş, paçalarından adeta su damlıyordu. Hafif uzun siyah saçları alnına düşmüştü. Gözlüğünde nokta nokta biriken damlacıklar yavaşça yer çekimine esir düşüyordu. Üzerinde bu havaya rağmen bir tişört vardı. Kollarında garip dövmeler, eski bir saat ve birkaç ince bileklik; hepsinden su damlıyordu. Biraz başımı çevirip dikkatlice bakmak istedi. Gözlüklerinin camından ya da çerçevesinden gözlerini görmek mümkün değildi. Baştan aşağı siyah bir adam için fazla renkli bir mesleği vardı. Tahminen 25 yaşlarında olmasına rağmen , uzun sayılacak saçlarında birkaç beyaz ile ellerini birleştirmiş öylece neden yanında duruyordu? Meczup. Ne garip bir mahlâs. Bir an duraksadı.

-Çok, çok özür dilerim. Şemsiye senin ama sen sırılsıklam oldun.
+Henüz içindeki okyanus kadar değil.

Alaycı bir gülümseme ile karşılık verdi Nisan.

-Her şeyi böyle çok bildiğini mi sanırsın sen?
+Şemsiye sende kalsın. Yoksa eriyip gider elindeki. Bu şehrin içinde, bu bankta eriyip gittiğin gibi.

Kalkıp banktan hızlıca aracına doğru adımladı. Bir an durup geriye döndü.

-İnce giyiniyorsun ayrıca bu sıralar. Dikkat et, üşüteceksin Nisan.

Ardından seslenmeye kalmadan arabasına binip uzaklaştı. Adını nereden biliyordu? Onu daha önce hiç görmediğine emin gibiydi. Görse bilirdi, hafızasının dehlizlerinde mutlaka yer edinirdi. Hele ki mahlâsının Meczup olduğunu bilse kesinlikle unutmazdı. Buna emindi.

Şemsiyeyi bir kenara bıraktı. Uzun süredir göğsünde özlem dışında bir his barındırmazken teninde yağmuru hissetmek istiyordu. Kucağında kalan pamuk şekere bakınca çubuğa sarılı bir kâğıt gördü. Poşetinden çıkarıp notu açtı. Yağmurda ciğeri gibi deliniyordu kucağındaki pembe bulut.

"Bugün tatsız bir tanışma olacaksa yarın yine bu saatte bu bankta olacağım. Sıkı giyin, üşütme sakın."

SâyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin