Teras katında beşinci gün, saat sabahın altı buçuğu
Yüksek katlı binaların arasından güneş beliriyor gözlerime. Hava sıcak, tenleri yakan bir sıcak var. Yüreğimi kavuran bir sıcak var. Kalbimi, güneşten daha çok ısıtan bir duygu var. Yanımda o var, tüm neşesi üzerinde bugün. Durmadan gülümsüyor. Gülümsemesinden bile sakınıyorum onu. Hüznünü, gülüşüyle kapamasından korkuyorum. Gözlerine bakıyorum her güldüğünde. Öyle narin kısılıyor ki gözleri; göz kapaklarıma sıcak bir mayışıklık düşüyor, uykumu getiriyor. Beni uyutsa keşke gözlerinde. Benim gözlerimdeki yorgunluk, bir tek onun gözlerinde dinleniyor.
"Sırtın ağrımadı mı öyle yerde uzanmaktan?Hasta olacaksın, belin tutulacak," dedim ama yaramaz bir oğlan çocuğuna söz mü geçerdi ki?
Eliyle yanına çağırır gibi işaret yaptı. Dizlerimi hafifçe kırdım, yüzüne doğru eğildim. Bileğimden kavradığı gibi beni de uzandığı yerin yanına doğru çekmeye çalışmıştı. Bağdaş kurmuş, oturuyordum yanında. Güneş, gözlerini kamaştırıyordu. Gözlerinin üzerine ellerimi tutup, güneşi kesmiştim. Elimden tutmuştu. Elimi bir yukarı kaldırıp, bir aşağı indiriyordu. Kendince hem güneşle hem de benimle oyun oynuyordu. Benim sözlüğümdeki, huzur kelimesinin anlamı artık onun gülen yüzünden ibaretti.
"Neden güneşi bu kadar çok seviyorsun?" diye sordu.
Tek bir sebebi yoktu aslında.
"Ruhum uzun süre soğuğa kapıldı, artık ısınmaya çalışıyorum," diyerek cevapladım.
Düşünüyormuş gibi bir imaj yaratmak için elini çenesine atıp, kaşıdı.
"Yani eskiden güneşi sevmiyor muydun?" diye sordu bu sefer ise.
Seviyor muydum güneşi eskiden? Hiçbir zaman, yaz insanı olmamıştım oysaki.
"Uzun süren bir kışın, ilkbahar ile tanışmasını düşün. Ben güneşi bu şekilde sevdim, güneşle bu şekilde barıştım. Ruhumun dibine dibine yağan karları bu şekilde erittim, her birini ilkbahar çiçeğine çevirdim. Uzun süren soğuktan sonra güneşe elimi uzattım beni iyileştirmesi için. Soğuk, acıyı gizler sandım. Kardan bir melek sanıyordum kendimi, soğukta şeffaflaşmaya başladım ben. Git gide görünmemeye başladım. Bedenime bir ateş gibi yayılan acıyı, soğuk gizler sandım. Eğer yeterince soğukta kalırsam, acılarım hissizleşir sandım. Yanılmışım, sadece beni üşüten bir soğukta defalarca kez hasta olmuşum. Güneşi de her ne kadar tamamen sevmesem bile, beni iyileştirdiğini gördüm. Gözlerimi kapattığımda, güneşin sesini duyabiliyordum. Güneşin de sesi vardır aslında. Benim sesim gibi, mahzun bir sese sahipti. Gözlerini kapatıp, yüzünü bir ayçiçeği gibi güneşe çevirdiğinde seni de yeşertir. Tek başına yanmaya devam eden bir yıldız. İnsanlar genelde daha küçük bir yıldız kaydığında dilek dilerler. Güneş de bir yıldızdır aslında. Dilek dilediğim zaman, güneşe karşı gözlerimi kapatarak dilerim. Bir bakmışım; yüreğim sıcacık olmuş, umudum yerine geri dönmüş. Tek başına yanan bir sabah yıldızı, beni tek başıma bırakmadı."
Çok mu konuşmuştum? İşte böyle biriydim, böylesine bilinmeyen biri. Bir soru karşısında dağılıvermişti içime attıklarım.
"Seni, güneş olup da sarabilseydim keşke. Ancak bilmelisin ki bu eller; senin için uzanıyor sana, bu eller senin için sıcak. Nereye gidersen git, peşinden gelecek adımlarım. Tek yürüdüğün yetmedi mi yollarca? Ben de ardından yürüyeceğim. Tek başına yanan bir güneş değilsin. Bilinmeyen biri değilsin benim tiyatromda. Benim sahnemde, güneşin hiç batmadığı bir ülkedeyiz. Dilenen dileklerin gerçekleştiği bir ülkedeyiz. Keşkeler ülkesinde değiliz. Neşelerle karşılıyor güneş her sabah seni. Senin gibi konuşuyorum değil mi? Dudaklarının arasından akan kelimelerinin büyüsü bulaşıcıydı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bilinmeyen Teras | taekook
FanfictionBilmediğim bir terasın içindeki, bilinmeyen biriyim. Terastan sarkıtıp kollarımı, bilmediğim sokaklardaki kör kedilere dert yanıp, beni uyutmayan sağır martılara el sallayan biriyim. Saat altı buçukta tüm sesler susuyor. Sadece onun için bilinen bir...