Bölüm 4: "Küstah."

149 10 1
                                    


İyi okumalar!

Önümdeki üç günlük eğitim sürecinde öğrenebileceğim her şeyi öğrenmeyi kafama koymuştum. Silah kullanmayı bilmek hiç bir zaman yeterli olmayacaktı. Eğitimin ilk gününde bir kaç zehirli otu öğrendikten sonra Arena'daki doğal yaşamda hayatta kalmamız için gerekli bilgileri anlatan kadını dikkatle dinleyen Prine, Bise ve Maysilee'yle fazla takılmadım. Eczacı sağolsun bu konuda yeterince bilgim vardı, ben de ateş yakmayı öğretmekle görevli kadının yanına adımladım. O bana kuru dal parçasını nasıl tutmam gerektiğini gösterirken dikkatle dinledim, bir kaç denemeden sonra başarılı olmuştum, artık nasıl ateş yakacağımı bildiğime göre Snow'un malikanesini ateşe verebilirdim, yaşasın!

Kariyerlere çok yaklaşmamaya çalışarak biraz da düğüm atma ve kamuflaj istasyonlarında takıldıktan sonra 12. kata döndüğümde Baron Yule'a gün sonu raporu verdim; müttefik istemiyordum.
İkinci gün akıl hocamın önerdiği gibi bıçak kullanmak üstüne çalışmak için bir kemer aldım. On tane kadar bıçağı kemerime dizdim ve yetişkin bir erkek şeklindeki hedefin karşısına geçtim. Atış hocasının gösterdiği gibi hafif yan döndüm, sırtımı dikleştirdim, sağ elimle bıçağı hızla çektim ve ileri doğru savurdum; tam isabet. Gülümsedim, işte bu iş böyle yapılırdı! Eh, ben yıllardır avlanan insandım, bir karton parçasının tabii ki karşımda şansı yoktu. Havaya girmiştim, kemerimi düzeltirken Maysilee'nin bana doğru geldiğini gördüm, şu iki günde çok sıkı çalışmıştı. Onu sapan atarken izlemiştim, nişan alma konusunda başarılıydı. Bana bir kaç adım kala sol tarafımda durdu. Onu görmezden gelmeye çalışarak elimi bir bıçağa attım, yüzüm hafiften ona dönük olduğu için bu pek kolay olmuyordu. Nefes aldım ve bıçağı fırlattım; karavana. Olsun, dedim, bir daha denedim, bıçak elimden fırlayıp hızla hedefin omzunun üstünden geçti ve arkadaki süngere saplandı. Rezalet! Yan gözle Maysilee'ye baktım, pozisyonumu taklit etmeye çalışıyor, dikkatle hareketlerimi izliyordu. Ciğerlerimi doldurup odaklanmaya çalışarak bir bıçak daha attım karton bedene doğru. Bıçağın gümüşi parıltısı parmaklarımın ucundan kopup hedefin sol yanağını sıyırarak süngere saplandı. Omuzlarım düşerken bir kıkırdama duydum, sinirli bakışlarımı ona çevirdiğimde Maysilee yüzündeki gülümsemeyi hemen sildi. Toparlandı, "Iıı, gideyim ben?" dedi ve toz oldu. Tekrar önüme döndüm, rastgele bir bıçak alıp attım, bıçak adamın göğsünün ortasına saplandı. Ah, gerçekten mi?!
Bir süre daha çoğu başarılı atışlar yaptıktan sonra dinlenme alanına geçtim. Suyumu içerken beni kesen 2 veya 3. Mıntıkalı bir çocuğu süzmeye başladım. Belirgin bir şekilde en iri olanımızdı ve bana üç saniye içinde boğazıma yapışacak gibi bakıyordu. Benim de onu izlediğimin bilincinde olarak elini belindeki kılıca attı ve bir dakikadan az bir sürede Oyun Kuruculara bayağı bir dekor masrafı çıkarttı. Param parça ettiği cansız mankenlerin arasından yürüyüp diğer Kariyerler'in yanına gitmeden önce bana bir hiç-şansın-yok bakışı daha atmayı ihmal etmedi. Açık konuşmak gerekirse çocuk sahiden iyiydi, fakat arkadaşlarıyla bana pis bakışlar atmalarına bakılırsa beni güçlü bir rakip olarak görüyorlardı. Eh, görseler iyi ederlerdi.
Binanın 12. katındaki dairemize geri döndüğümüzde çikolatalı çileklerimizi yerken Baron bize müttefik isteyip istemediğimizi sordu, bugün kendini gözümün içine sokan, adının Cordo olduğunu az önce öğrendiğim 2. Mıntıkalı çocuk dışında kimse dikkatimi çekmemişti, ben de "Hayır," dedim. Kimseye güvenemezdim. O arenada herhangi birinin nöbetinde uyuyacak kadar salak değildim.
Üçüncü gün, dördümüz eğitim alanının kapısından girdiğimizde çoğu Haraç buradaydı. Bıçakta iyice başarılı olmaya başlamıştım, benden başka iki kişinin daha kullandığı istasyona yürürken yanımdan geçeceğini düşünüp yüzüne bakmadığım Cordo bana bayağı sağlam bir omuz attı. Çocuk sanki bir böceğin üstüne basmış da ayakkabısının altına yapışmasını istemiyormuş gibi hızla geri çekildi, "Pardon, göremedim de," dedi sözcükleri eze eze. Kasten yaptığının tabii ki farkındaydım ama kurallar kesindi, ilk yumruğu atan ben olmayacaktım. Daha fazla yanında durmayıp yoluma devam ederken arkamdan seslendi, "Cidden, 12, bu ne cılızlık, görünmüyorsun!" Sesi iyice uzaklaşırken bağırdı, "Kömürle beslenince böyle mi oluyor?" Arkadaşlarıyla bir kahkaha patlattılar, umursamadım. Sonrasında Maysilee Prine'la uğraşırken ben de rica etmesi üzerine Bise'e bıçak atmayı öğretmeye başladım. Bise'in gelip bana bunu sorabilmesi çok kötüydü, hiç bir arkadaş canlısı yaklaşımım olmamasına, onun iki katı ebatında olmama ve birkaç gün sonra ailesini yasa boğan kişi olabilecek olma ihtimalime karşın çocuk benden çekinmemişti. Daha da kötüsü ben de ona "Tabii," demiştim, "şöyle yan dön benim gibi.."
Kaşlarımı çatarak Bise'e dik dik baktığımı ancak o kısık sesle konuşunca fark ettim.
"Şu uzun sarı saçlı kız sabahtan beri seni izliyor. Birinci Mıntıka'nın en büyük haracı. Bir de şu İkinci Mıntıkalı esmer çocuk. Hem de sırıtıyor." Yüzünü buruşturdu.
"Evet, farkındayım, sen işine bak."
Eline bir bıçak tutuşturdum, ama oğlan açılmıştı, bıçağı almadı ve konuştu, "Gözünü korkutmaya çalışıyorlarmış gibi. Neden daha zor atışlar denemiyorsun?"
"Akıl hocası mı oldun Bise?"
"Hatırlarsan akıl hocamız tam tersini önermişti."
Güldü ve arkamdaki camekanı işaret etti. Yüzüme yamuk bir gülüş yerleşirken bıçağı elimde çevirerek arkamı döndüm. Eh, fena fikir sayılmazdı.
Atış sahasına doğru yürürken Kariyerler'in gözü üzerimdeydi, yanından geçip cam odaya girince Maysilee de işini bırakıp camın dışına kadar geldi. İçerideki monitörden gittikçe zorlaşan modu seçtikten hemen sonra etraf karardı. Ortaya doğru yürüdüm, bir saniye sonra ilk hedefim bana doğru koşmaya başlamıştı, hemen hakladım. Sol tarafımdaki ağacın arkasında pusuya yatmış okçuyu omzundan ve göğsünden vurduktan sonra arkama dönüp neredeyse dibime gelmiş bir tanesinin boğazına nişan aldım. Similasyon sahiden çok gerçekçiydi. Sol tarafımdaki kılıçlı hedefe doğru koşup bıçağımı karnına geçirdim. Hemen sonra iki taneyi daha alnının ortasından vurdum, ardından hızla bana doğru gelen bir oktan eğilerek kurtuldum ve okçuyu yere serdim. Etraf aydınladı, camekanın dışında Bise ve Maysilee gülümseyerek, ikisinin arasından Prine şaşkın bakışlarla ve Kariyerler rahatsız ifadelerle bakıyorlardı. Düz suratımla yanlarına gittiğimde seyircilerimin çoğu çabucak dağıldı. Prine'ın alkışlamaya başlaması üzerine Maysilee güldü ve ben hemen yanlarından ayrılmam gerektiğini düşündüm, gereğinden fazla takım gibi görünmüştük.
Eğitim sürecinin sonunda Oyunkurucuların önüne çıkıp hünerlerimizi sergilediğimiz Özel Oturum için beklerken tüm haraçların heyecanlı solukları gri duvarlardan sekip genzime yapışıyordu, her saniye daha da geriliyordum. Onbirinci Mıntıka'nın ikinci erkek haracının adı okunurken Maysilee'yle aramda oturan Bise, ondan tarafa dönüp odada bizden başkası olmamasına rağmen kısık sesle, "Ne yapacağına karar verdin mi?" diye sordu.
Maysilee işaret parmağının tırnak dibindeki eti diğer eliyle koparmaya çalışırken "Biraz düğüm, biraz bıçak, biraz sapan," dedi "Sen?"
Oğlan gülümseyerek "Biraz düğüm, biraz bıçak, biraz sapan," diye mırıldandı.
"Hah," dedi Maysilee, "sanki evde öğrenip gelmişiz gibi." Sonra röportaj veriyormuş gibi bir sesle, "12'de en sevdiğimiz ders bıçak atma dersidir," dedi ve eliyle kopramayı beceremediği eti dişiyle söküp aldı. Tam o anda hoparlörden Prine'ın adı anons edilmeseydi buna gülmeye hazırlanıyorlardı. Maysilee kanayan parmağını pantolonuna sildi, Prine hepimize titrek bir gülümseme bahşedip kapıya yürüdükten sonra Bise neredeyse duyulmayacak bir sesle "Hoş, dersler böyle olsa her dersten kalırdım ya," dedi, biraz sonra Maysilee'nin adı duyuldu.
Neden bilmiyorum, gerginlikten kurtulmak için olsa gerek, konuşma ihtiyacı hissettim, "Beni şaşırtmaya başladın Bise," dedim oğlana dönerek. Çok da küçük sayılmazdı aslında, 14 yaşındaydı ama cılızlığından ve boyunun kısa olmasından dolayı daha küçük görünüyordu, beslenememenin yan etkileri.
"Bir anda aktifleşmem mi şaşırttı seni?" dedi ve ses tonuyla beni esir almadan önce hızla güldü. "Sadece... Biraz düşündüm ve... Üstesinden gelmeye çalışıyorum, Haymitch. O arenadan sağ çıkamayacağımın farkındayım, ama kurada adım çıkmasaydı da bir kaç ay içinde açlıktan ölmem işten bile değildi, babasız beş kardeş, muhtemelen önce ben giderdim. Yani, orası sadece bir arena, sadece çok daha büyük bir eğitim sahası, gerçek olmayan bir orman veya çöle gideceğiz, gerçek olmayan bir gökyüzünün altında uyuyacağız. Sadece çok büyük bir binanın içinde sanki Oyunkurucularla değil de doğayla mücadele ediyormuş gibi davranacağız. Tüm bu yalanın içinde bir kukla olmak benim için mühim değil, mühim olan şu ki; bu son günlerimi oturup somurtarak değil, gülerek, sohbet ederek geçirmek istiyorum, en azından her anımın kameralar aracılığıyla kardeşlerime iletildiği günlerimi. Bunca yalanın içinde bu yalandan bile sayılmaz değil mi?"
"Bise Hayes. 12. Mıntıka."
Ayağa kalktı, kapıdan çıkmadan önce, "Eminim senin ufaklık da seni gülerken görmek ister," diye ekledi.
Hipnozdan kurtulurken Ah, Tanrım, diye geçirdim içimden, lütfen beni bu çocuğu öldürmek zorunda bırakma...
"Haymitch Abernathy. 12. Mıntıka," sesi boş odada çınladığında içeri girdim ve büyükçe iki balta kaptım. Başlamam için herhangi bir işaret verip vermeyeceklerini bilemeyerek Oyunkurucular'a döndüm. Baş Oyunkurucu Septimus Keene'in etrafında toplanmış göbekli kahkaha korosunun benimle ilgilendiği yoktu, zil zurna sarhoşlardı.
"Haymitch Abernathy," diye bağırdım, "On ikinci Mıntıka!"
Kafalar bana dönüp homurtular kesildikten sonra Septimus Keene eliyle başlamam için işaret verdi. Etrafımda çember oluşturacak şekilde duran cansız mankenlerin ortasına geçtim. Daha büyük olan baltayı elime alıp gösteriye başladım. İlk olarak karşımdaki mankenin başını kopardım, ardından hemen yanındakinin kolunu. Sonra diğerinin göğsünde ölümcül bir yara açtım ve sol elimle diğer baltayı çekip bıçaklarla yaptığım gibi beş adım ötemdeki hedefin karnına fırlattım. Arkama dönüp son iki hedefle ilgilenmeye başlayacakken "Tamam," dedi Septimus Keene'in gür ama sarhoş sesi, "Yeterli," diye de ekledi ve arkadasındaki adamlardan biri büyük bir gürültüyle cam masanın üstüne devrilince gülmekten yerlere yattı. Sırtlarına selam verip çıktım.
Akşam yemeğinde göbeği yağ bağlamış bir Capitollü gibi masayı silip süpürmemden biraz sonra sonuçları izlemek üzere televizyonun karşısına geçtik hep beraber. Önce her haracın bir fotoğrafını, sonra notunu gösteriyorlardı. Kariyer salaklarının puanları haliyle yüksekti, Cordo 9 almıştı. Ben de mi kılıç çalışsaydım acaba diye düşünmeye başlamıştım, puanlar ekrandan kayıp gidiyordu. Çok fazla haraç vardı ama hesaplayabildiğim kadarıyla ortalama puan beşti, benim durumumda dört alabilsem iyiydi.
On ikinci Mıntıka'nın ilk erkek haracı Bise'in ekranda beliren fotoğrafı yanımda oturan çocuktan çok daha genç ve çok daha ölmek üzere görünüyordu, hâlbuki durum tam tersiydi. Sunucu Bise'in beş puan aldığını ilan etti, omuzlara vuruldu, aferinler gevelendi, odaki kimsede daha fazlasını beklemiyordu zaten. Ekranda hala alışamadığım kısa saçlarımla kendi yüzümü tararken Lütfen beşten az almayayım diye düşündüğüm anda ekranda "9" sayısını gördüm.
Otilie Kincardine ve son bir kaç gündür akşam yemeklerimize eşlik eden sevgili stilistim Velorum Viponite senkronize bir ciyaklama kopardılar arkamdan, onların sesine Baron Yule'un sesinden bir "Bu iş görür!" eşlik etti. Prine'ın üç puanı ve Maysilee'nin yedi puanı açıklanınca birbirimizi tebrik ettik. Aslında daha çok herkes beni tebrik etti ve ben de teşekkürler ve karşı tebrikler sıraladım. Çünkü program benim dördünden de uzun yaşayacağımı, hatta belki tam da bu sırayla baltamı Prine, Bise ve Maysilee'nin kafatasına indireceğimi söylüyordu. Bizim için böyle bir sıralamanın mantığı başka ne olabilirdi ki?
Dokuz puana son tebrikler dağıtılınca heyecanlı ve konuşkan stilistim yarın giyeceğim ceketin güzelliğinden bahsederek bana odama kadar eşlik etti. Uzun zamandır ilk kez kafamı yastığa koyar koymaz uyudum ve odamın kalın, koyu lacivert perdelerine yakışır kasvetli bir kabus gördüm. Özel Oturum odasında, Oyun Kurucuların karşısındaydım. Septimus Keene başlamam için işaret verdiğinde çember şeklinde dizilmiş cansız mankenlerin arasına geçtim ve karşımdakinin kafasını kopardım, onun yanındakinin de kolunu. Birinin göğsüne geçirdim baltamı, birinin kafasını ortadan ikiye yardım ve birinin karnını deştim. Hepsi bittikten sonra Septimus'a döndüm, suratı Başkan Snow'unkine dönüşmüştü.
"Bak onlara!" diye haykırdı Snow, "Yaptığın şeye dön de bir bak!"
Göğsüm sıkışarak arkamı döndüm, yerdeki bedenlere baktım, az önce öldürdüğüm Maysilee'nin, Prine'ın, Bise'ın bedenlerine. Karnında baltamla yerde yatan Grif'in küçük bedenine ve göğsünü deştiğim sevgilim Swann'ın kana bulanmış saçlarına baktım. Hepsi ölü gözlerini üzerime dikmiş, suçlayıcı bakışlarıyla beynimi deliyordu. Nefes alamıyordum. Annemin sesi ayaklarımın dibinden geliyordu. Az önce tek bir hamleyle kopardığım kafasını bana döndürdü, "Haymie," dedi yavaşça, "sen ne yaptın?!" O andan sonra bedenim beni taşıyamadı ve yere yığıldığımda suratım çıplak betonla buluştu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 03, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Haymitch Abernathy'nin HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin