0.1

532 38 19
                                    

cold mine by Fil Bo Riva

Just cold rain, colder than the ice in my veins
Yalnızca soğuk yağmur, damarlarımdaki buzdan daha soğuk

No more pain, left it all behind I won't change
Artık acı yok, hepsini geride bıraktım değişmeyeceğim

No more pain, left it all behind I won't changeArtık acı yok, hepsini geride bıraktım değişmeyeceğim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Kaçıncı kez yaptığımı bilmeden, kolumdaki saati kontrol ettim. Tam tamına bir saat otuz altı dakikadır, elektrik dolabı için ayrılmış duvar girintisinde, yükselen acı dolu inlemelerin ve ara sıra küfürlerle taçlandırılan bağırışların dönmesini bekliyordum. Her kimse ve her ne yapmışsa canına susamış olmalıydı çünkü yönetim katındaydık, bu sesler yalnızca birinin ya da birilerinin cezalandırıldığı anlamına gelirdi.

Öğretmenlerin şiddete başvurduğunu hiç görmemiştim fakat disiplinin, işlenen suçun ağırlığına göre bu kararı verebildiği ortalıkta dönen bir dedikoduydu.

Koridorun sonunda dört kapı bulunuyordu. Tek bildiğim gözlemevinin yer aldığı koridora açılan, ilk kapıydı. Diğerlerine ve en önemlisi de ikinci kata kimsenin işi düşmezdi. Oraya daha önce hiç çıkmamıştım, hatta gözlemevinde yıllarımı geçirdiğim Jinwoo bile adımını atmadığını söylemişti. Genel olarak gizli bir yönetim grubuna sahiptik. Birkaç tane müdürün olduğunu; kararların, okulun, ülkenin neredeyse her bölgesine kurulmuş yerleşkelerinin en başında bulunan kurucu onayıyla alındığını biliyorduk. Öğrencilerin bir sorunu olduğunda ya öğrenci işleri ya da baş öğretmenler ilgilenir, gerekeni onlar iletirdi.

Kim Jinwoo bir astronomdu. Tanıdığım en mantıklı ve sağduyulu alfa olabilirdi. Kurdunu kontrol edebilme yeteneğine, en az yıldızlara olan bağlılığına olduğu kadar hayrandım. Aramızdaki yaş farkına karşın en yakın arkadaşımdı.

Şimdi ise yönetimden çağırıldığı için bu katta bir yerlerde olan Jinwoo'ya güvenerek gözlemevine ulaşmaya çalışıyordum. Her zaman geçtiğim koridorda geçmiş nesillerden kalan eşyaların sergilendiği koca bir müze yatıyordu, bazen de tarih derslerinin geçici sınıfı haline geliyordu. Bugün o günlerden biriydi ve ben hocaların gözüne görünmediğim surece yaşıyordum hayatımı. Yakalandığım takdirde ne kadar umurlarında olmasa da kural yerine getirilsin diye cezalandırılacak, gözlemevine gitme yasağına çarptırılacak ve belki derslerim takip edilmeye başlanacaktı. Gözlemevine gidememek düşüncesi kanımı donduruyordu.

Başımı hafifçe dışarı çıkararak koridora göz gezdirdim Hangisi olduğunu anlayamadığım bir odanın kapısı açıktı ve birkaç ışık huzmesi üzerine iki silüet düşmüştü. Biri neredeyse bir metre kadarken diğerinin, onun iki katı boyuna eşdeğer oluşu diz çöktüğünü düşündürdü. Kendimi belli etmemek adına geri çekilmeden saniyeler önce kısa olanın düşerek yerini ışığa bıraktığını gördüm. Aynı esnada derinden bir inleme ve şık nefesler duyulmuştu. Orada korkunç şeyler dönüyordu.

Bir süre daha bekledim. Geri dönmemin imkanı yoktu zira tarih sınıfı bu yönde ilerliyordu.

Aldığım nefesin yankılanmasından korktuğum birkaç sessiz dakikanın ardından duyduğum ayak sesleriyle elektrik dolabının karanlık köşesine sinerek önümden, tanımadığım iki koca cüsseli adamın geçişini izledim. Kapanan kapılar kendini belli ettiği anda saklandığım yerden hızlıca çıkıp koşar adımlarla ilerlemeye başladım. Lütfen yakalanmayayım, lütfen.

Koridorun tam ortasına varmıştım ki o kapı yeniden açıldı, bir çocuk ağır adımlarla karşımda yürümeye başladı. Öylesine hızlı gelişmişti ki her şey, nefes almayı unuttuğumu sanmıştım. Yutkundum. Görüntüsü yüzünden çatılmak için sızlanan kaşlarıma engel olmaya çalışarak yoluma devam etmeye başladım. Alnından terler akıyordu. Dikkatli bakamasam da teninin bembeyaz olduğunu ve elmacık kemiğinden çenesine doğru uzanan kan damlalarını görmüştüm. Üzerinde lacivert ve ıslak bir tişört vardı. Sadece, kapıdan ilk çıktığında, bir kez değmişti üzerime gözleri.

Tam yanımdan geçeceği sırada, bedeninin ne kadar iri olduğunu algılayamayıp duvarın dibine sinmediğim için elinin tersi koluma süründü.

Bir şey oldu.

Önce hiçbir şey anlamadım. Göğsüme bir sıcaklık yayıldı, kurdumun yavaşça kıvrıldığı yerden ayrılıp zihnime kurulduğuna ve feromonlarımı benden habersiz salgıladığına şahit oldum. Sorun, yanımdan geçen alfanın beni etkilemiş olması değildi. Bir omega olarak da zaten feromon kontrolüm zayıftı.

Sorun, kafamın içinde neon ışıklarla yanıp sönen iki kelimeydi. Hiçbir soru işaretini noktayla takas edecek cevabım yoktu fakat kurdumun yanılmadığını anlamıştım. Bir şekilde... Gerçekti, biliyordum. Ruh eşim.

"Dalga geçme Chaeyoung, sana gerçeklerden söz ediyorum. Bir gün sen de ruh eşinle karşılaşacaksın ve bu hiç olmadığı kadar gerçek hissettirecek."

"Evet Jinwoo, bla bla bla... Bunu o zaman düşünürüz tamam mı?"

 Bunu o zaman düşünürüz tamam mı?"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

9 ocak


collided soulsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin