"Sahi ben, tanımadığım birisine...Neden güvendim ki? Giyiminiz ve kuşamınız mı, kör etti gözlerimi? Sevgiye duyduğum muhtaçlık mı yoksa...İstisnasız her gün vagon yolculuğumu taçlandıran, yumuşak sesiniz mi? Bilmiyorum. Çözemiyorum. Aylarca süregelen duygularımın, ana kaynağını bulamıyorum. O gün bana bağırdığınız an bile sizi, sevmekten vazgeçmedim. Sizi, tanımayıp...Sevdiğimi söylemek...Evet, sizi...Seviyorum...
Başlarda muallim sandığım bir lisanla konuşmanız dikkatimi çekmişti sonra da mimikleriniz. Hep yalnız geçirdiğim vagon yolculuklarında yanıma gelip, benimle sohbet etmeniz etkileyici idi. Annemin, bu dünyadan göçüşüne ağlarken, elinizi uzatıp, hikâyemdeki boşlukları doldurmak istediğinizi söylemiştiniz. O an için hiçbir şey ifade etmeyen sözler aylar içinde anlam kazanmıştı. İşim olmamasına rağmen hasbihâlinizi sevdiğimden ötürü koşa, koşa vagon kapıyordum. Siz de hemen arkamdan kahve tonlarındaki paltonuzu çekiştirip, saatinizi kontrol ederek, benim...Arayışıma geçerdiniz. Bulduktan sonra sıcacık gülümseyip, yanıma gelirdiniz. Hasbihâliniz, hep dünya hakkındaki görüşleriniz hakkında idi. Diğer konuları açmak yerine bakarak, anlıyorduk duygularımızı.
Çok eski zamanlarda bu bahsini açtığım durumu duyduğumda olanak vermezdim. İnsan denilen zat-ı muhterem nasıl konuşma yetisini kullanmadan bir başkasını çözümleyebilirdi ki?
Fakat çözümleyebilirmiş.
Öyle de güzel çözümlermiş ki ne kelimeye ne de sese ihtiyaç duyarmış...
Siz ve ben...
Ben ve siz...-de onlardan biriydik.
Kelimelersiz, gözlerimizin yansıttığı, dudaklarımızdan dökülmeyen sessiz hecelerle anlaşırdık.
Anlaşmamız bazen yanınızda getirdiğiniz kitap ile daha da pekişirdi. Sizin aksinize ben...Okumakta epey zorluk yaşarken, benim için harika bir türkçe ile tane, tane okurdunuz. Kimi zaman kucağınızdaki kitabın, kapağını çevirmek için aynı anda hareket ederdik. Hareketimiz, parmaklarımızın, değmesine sebebiyet verirdi. Parmaklarınız da sımsıcaktı. Ben de ne bulduğunuzu çözemezken, parmaklarıma dokunmaktan korkardınız. Bir sanat eserine dokunurcasına, ten, tene değmeden, hafif bir meltem eser gibiydi parmaklarınızın, parmaklarımdaki yeri...Parmaklarınıza da size hayran olduğum kadar hayran olmuştum. Parmaklarınız da sizin kadar eşsizdi. Parmaklarınız da ruhunuz kadar alev, alevdi.
Günlerden bir gün ben, cesaret etmiştim...Aniden tutmuştum ellerinizi. O, tatlı suratınız...Taaccüb ile dolup, taşmıştı ki aniden ellerinizi tutan ellerimi ayırıp, avuç içinize benim, ellerimi yerleştirmiştiniz. Sizin, ellerinizin yanında küçük kalan ellerim...Eşini bulmuş bir hâldeydi. Hep soğuk olan ellerim...Sizinle, ısınmıştı. Adeta ellerim...Uzun yıllar sonra eşini, sırdaşını, dostunu bulmuş gibiydi. Ellerimi, ısıtan elleriniz...Kalbimi de ısıtmıştı...Kalbimin sesini de duydunuz mu? Ellerimin, ısısını hissederken, onu da işittiniz mi? Veyahut...Gözlerinizden, gözlerime yansıyan parıltıları gördünüz mü? Parıltılarınız, bu kez benden size, geçebildi mi?
Şayet bir yanıt verirseniz çok müteşekkir olurum.Ah, çok sual ettim değil mi? Uzun süredir vagon yolculuğunda olmamanızdan ötürü içimde birikenleri bir anda koyvermiş bulundum lakin sizinle yolculukta olsaydım eminim, yine gözlerinize bakmaktan bunları sual etmeye takatim kalmazdı, takatimin kalmamasını meyus bir duruma sahip olmamdan dolayı düşünmenizi istemem, haddizatında size olan hoş duygularımdan takatim kalmazdı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝕌𝕟𝕦𝕥𝕥𝕦𝕟(𝕞𝕦?)[PORGOLA]
Historical Fiction⚠️Lütfen tüm yazıları okumadan kitaba başlamayın.⚠️ 💫Porgola kurgusudur.💫 ❣️:Rica ediyorum okumadan önyargı ile yorum atmayın. °••° ✨~Kurgu ile ilgili kısa tanıtım.~✨ ❝sαhí вєn, tαnımαdığım вírísínє...nєdєn güvєndím kí? gíчímíníz vє kuşαmınız...