Felix'in doğum gününe yetişmek sandığımızdan daha geç bir vakite denk geleceğe benziyordu. Hediyesi için plak dükkanında yaklaşık bir saattir bir şeyler seçmeye çalışıyorduk. Minho, Felix'in dinlemeyi sevdiği müzik gruplarının ya da sanatçılarının plaklarını getirip gösteriyordu ama hiçbirinin özel olacağını düşünmüyordum. Bize, arkadaşlığımıza değer bir şey olmalıydı yoksa içlerinden Metallica seçmek oldukça kolay olurdu.
"Seung artık gerçekten sıkıldım," diye mırıldandı Minho. Plak dükkanında çalışan zavallı çocuk bana göstereceği hiçbir şeyden memnun olmayacağımı anladığında bizimle ilgilenmeyi bırakmış, başka
müşterilerine vakit ayırmaya başlamıştı.Açıkçası bundan tamamen rahatsız olduğumu söyleyemezdim. Birisi başımda beklediğinde işim zorlaşıyordu.
"Daha seçmedim bile."
"Sorun da bu zaten. Geç kalıyoruz pastayı göremeyeceğiz bile."
"Özel bir şey olsun istiyorum," dedim plak raflarının arasında dolaşmaya devam ederken. Dükkanın içini neredeyse ezberlemiş sayılırdım. Yaklaşık yedi kez içinde, ahşap ayaklarla zemine konumlandırılmış raflar arasında dolaşıp durmuştum.
"Biz zaten arkadaşız. Alacağın her şey onun için özel olacak."
"Öyle bir şey değil... ömür boyu dinlediğinde arkadaş grubumuzu hatırlatan tarzda bir şey olsun istiyorum." dedim. "Huysuz bir ihtiyar
olduğunda kafam artık kaldırmıyor deyip kenara atacağı bir plak olmamalı."Onun yaşlanmış, ekoseli ve ütülenmemiş bir sabahlık giyip televizyonun karşısına patates gibi yayılırken bir pazar gününde yapabileceği
tembelliği hayal ettim. Bu Felix için biraz eğreti duran bir hayaldi, bilgisayar oyunlarının hepsini tek tek denerken altmışında hâlâ karışık pizza siparişi bekleyen bir adam da olabilirdi. Beş kedi ve üç köpekli, bahçesine limon ağacı diken ve torunlarıyla halının üstünde debelenen bir adam olmaktan uzaktı sanırım ama olsaydı da bunun tatlı
olmayacağını söyleyemezdim.Bunları düşünmek beni gülümsetti. Bazı noktalarda uyumsuz olsalar bile hayalini kurmak güzeldi.
Minho "Fazla detaycısın kaz ayakların çıkmaya başlamış bile," deyip beni kızdırmaya çalıştığında elimin tersiyle koluna şakayla karışık vurdum.
Minho'nun telefonu çaldı. Kim olduğunu görebilmek için ekrana göz ucuyla baktığında arayanın Jisung olduğunu gördüm. Gözlerimi
çevirdiğimi Minho'nun görmesini istemezdim ama çoktan farketmişti bile. Sessize alıp cebine atmak üzereyken onu durdurdum."Önemli bir şey olabilir."
Yaklaşık otuz üç kez aramıştı çünkü. Üşenmeyip hepsini tek tek saymıştım Muhtemelen çocuklardan Minho'nun beni kasabadan almak için yanıma geldigini öğrendiğinde kıskançlık krizlerine girmişti.
"Sonra ararım."
"Bu otuz dördüncü, Minho."
"Tanrı aşkına," gözlerini sonuna kadar açıp beni azarlarcasına kahverengilerini yüzüme dikti.
"Tamam. Sen seçmeye devam et, ben şuna cevap vereyim."Yavaşça başımı salladım. Dudaklarını birbirine bastırmıştı ve sessizdi. Ama gözlerinin de dudaklarının büründüğü sessizliğin aynısına sahip olduğunu söyleyemezdim. Avucunda otuz beşinci aramaya düşen telefonunu çevirip aramaya yanıt verirken dükkandan dışarıya çıktı.
Gidişini derin bir iç çekerek seyrettim. Nedensizce Minho'ya arkadan bakmak içimde sonbahar rüzgarlarının esmesine neden oluyordu.
Dallarından kopup kaldırımı boylayan, sararmaya yüz tutan çimlerin üzerinde uçuşan yapraklar kalbimin etrafını sarıp sarmalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
If Walls Could Talk, 2min
Fanfictionseneca der ki; sarhoşluk kusur yaratmaz, var olan kusurları meydana çıkarır. 2min