- 2. Bölüm -

162K 5.9K 721
                                    

Şu an güncel olan hikayelerim, Geçmişten Gelen ve Arı Kovanı'na bir şans vermenizi tavsiye ederim ♥

Facebook grubu: Sahra - Merfck

İnstagram: sahra.wattpad | -> Merfck

2 YIL ÖNCE

"Kadın; bilmeyene 'nefs', bilene 'nefes'tir."
-Şems-i Tebrizi

Yaşayacağım hayatı biliyor olsaydım yine doğmak ister miydim, çok merak ediyorum. Öyle bir kozanın içinde açtım ki gözlerimi, kapkaranlık, dapdar. Nefes alsam yok olacakmışım gibi. Her geçen gün biraz daha küçük gelen, öyle ki hareket etmemi bile engelleyen bir koza. Beni korumak için değil de hapsetmek için etrafıma örülmüş duvarların arasında kalakaldım. Ve bir kelebek bir günlük de olsa tadacağı özgürlük için o kozayı yarıp hayata kavuşabilirken, benim bir kelebek kadar bile umudum yok.

Kendimi bildim bileli buradaydım. Bu dört duvarın arasında diğer kadınlar gibi sıkışıp kalmıştım. Tek bir farkla: Onlar dış dünyayı biliyorlardı. Gittikleri yerler vardı... şehirler. Ben bunların hiçbirine şahit olamamıştım. Ne kötüdür ki okuma yazmayı bile buradaki kadınlar sayesinde öğrenmiştim.
Bu gerçekten utanç verici bir durumdu!
Hiç arkadaşım olmamıştı benim mesela. Benim yaşlarımda biriyle tanışma fırsatımın olmadığı gibi. Okula gitmedim. Daha önce hiç yağmurun altında ıslanmadım. Kartopu oynamadım. Herhangi bir hayvanı sevemedim. Kediler hariç.
Bazen odadaki duvarların en üstünde yer alan pencerenin önündeki ranzaya çıkar ve pencerenin demir parmaklıklarından ellerimi çıkarırdım. Pencere bizim bulunduğumuz odada üstte kalıyordu ama aslında dışarıda kaldırımla bitişik sayılırdı. Böylece, pencerenin önünde pinekleyen kedileri sevebiliyordum.
Bu şekilde birkaç kere yağmuru da hissetmiştim.
Hatta hatırlıyorum da, altı yaşımdayken bir kez pencerenin önünden bir avuç kar toplamış ve onunla birlikte yatağa girmiştim. Soğukluğu parmak uçlarımı uyuşturuyordu. Ama hissetmek çok güzeldi.
Sabah uyandığımda onu avuçlarımın içinde bulamayınca deli gibi ağlamıştım. Erimişti. Buradaki her canlı gibi yavaş yavaş erimişti. Diğer kadınlar gibi, annem gibi ve hatta ben gibi... yavaş yavaş erimişti.
"Hanımlar hızlanın," diye bağıran Neriman'ın sesiyle hemen pencerenin yanında kalan ranzamda kıpırdandım. Hafifçe aşağıya doğru baktım. İçlerinde kocaman bir mezarlık taşıyan bütün bu kadınlar bu kapıdan çıktıktan sonra güzel ve alımlı bir maske takınacaklardı.
Annem küpelerini takarken alttaki yatağın biraz tepesine çıkarak bana uzandı ve yanaklarımı ellerinin arasına aldı. Gözlerim yine hafiften dolmaya başlamıştı. Bu yıkım her gece tekrarlanırdı içimde. Annemi bir meydan muharebesine gönderiyor gibi hissederdim. Çünkü en az onun kadar iyi biliyordum ki, annem bu demir kapıdan çıktığı an karşısındaki kişinin insafına kalıyordu.
O her yanımdan ayrıldığında, ben bu koca yatakhanede her tek başıma kaldığımda bütün gece duvarlar beni sıkıştırıp dururlardı. Annemi düşünüp huzursuz olmamak imkânsızdı ve elimde olan bir şey de değildi.
"Sahra'm. Korkma. Sabah sen uyanmadan gelmeye çalışacağım," dediğinde buruk bir şekilde gülümsemeye çalıştım.
"Dikkat et," diye fısıldadığımda onun da gözlerinden bir hüzün geçmişti.
Benim annem hep güçlü bir kadın olmuştu. Güçlü ve yılların yıprattığı ruhuna rağmen hâlâ olukça alımlı bir kadındı. Belki de ufak tefek olduğundan, yaşını hiç göstermezdi. Gözleri her dolduğunda benden daha da çocuk olurdu sanki.
Aşağıya doğru eğildiğimde annem alnıma bir öpücük koymuştu.
"Bu gün Yıldız Abla'ndan yeni bir kitap almaya çalışacağım. Sen okuduğunu bitirmeye bak," dediğinde hiç içimden gelmese de mutlu görünmeye çalıştım.
Bütün kadınlar toparlanmaya başlarken annem hâlâ benimle ilgileniyordu. Bu Neriman'ın dikkatini çekmiş olacak ki adımları yanımızda son bulmuştu.
Neriman, "Firuze," diye söze girdiğinde, annem alttaki yataktan inerek benden uzaklaşmış ve Neriman'ın karşısında durmuştu. Neriman işaret parmağını kırmızı dudaklarının üzerinde hafifçe gezdirdi ve annemi süzdü. "Süre azalıyor," dedi kadın ve bunun üzerine annemin kaşları çatıldı. "Kız," dedi Neriman kaşlarıyla beni işaret ederken. "Yeni yılda artık işe çıkmaya başlayacak." Annem dönüp bana bakamamıştı ama ben gerçekleri biliyordum. Az kalmıştı.
"Daha küçük. Görmüyor musun?" dedi annem. Sesini titrememesi için ayarlamaya çalışıyordu. Belki kimse anlamıyordu ama ben anlıyordum.
"Çok küçük sayılmaz. Sen buraya ilk geldiğinde on yedi yaşında değil miydin? Üstelik kızının sadece yaşı küçük. Onun dışında oldukça iyi görünüyor," dedi Neriman.
Annem hafifçe gözlerini yumup açtıktan sonra, "Yeni yıl olmaz," dedi. "Kız çok küçük. Dayanamaz. Buraya gelenleri biliyorsun. Şuncacık yavruya da mı acımıyorsun. Yeri geliyor, bizi canımızdan bezdiriyorlar. Bu yavru nasıl dayansın?" Hâlâ dönüp bana bakamıyordu ama Neriman'ın bakışları üzerimdeydi.
"Yeter ama!" diye sitem etti Neriman. "Bu kızın turşusunu mu kuracağız? Madem kıyamıyordun, kızı niye burada büyüttün? Dinleseydin bizi, verseydik varlıklı bir aileye," dedi. O sıra da yataktan zıplayarak indim ve annemin yanında dikilmeye başladım.
"Kendi canımdan, kanımdan... nasıl veririm?" dedi annem. Sesi yavaş yavaş isyan bayrağını çekiyor, bu da içimde bir şeylerin ezilmesine yol açıyordu. Annem açık açık "Senin bulduğun aileden ne hayır gelir?" diyemiyordu.
Neriman, "Madem burada kalıyor, artık para kazandırmaya başlayacak. Bu yaşına kadar yan gelip yattı, biz de besledik. Yetmedi mi? Yok artık öyle bedavadan yemek yiyip yatmak," derken, annem sabır dilenir gibi gözlerini tavana dikmişti. Serap Abla bize doğru yaklaşmaya başladı. Annemin yanındaki yerini alırken onu izliyordum.
"Neriman Abla, şu kıza baksana. Bir sıkımlık canı var yavrucağın. Firuze doğru söylüyor. Yeri geliyor, biz dayanamıyoruz. Buraya gelen ayıları sen de biliyorsun. Canın yanmıyor mu şu çocuğa? Onun yerine biz çalışıyoruz işte? Fazladan bir şey yok. Gerekirse yemeyip yediririz," dedi Serap Abla. O an, minnet dolu gözlerle ona bakmadan duramadım.
"Attırmayın lan tepemin tasını. Allah şahidim, tutar kolundan çıkarırım şimdi işe. Yeter artık bu kadar dram! Yılbaşı gecesi görüşeceğiz," dedi Neriman ve demir kapıya doğru ilerledi. Sonra da kızları beklemeye başladı.
Serap Abla yüzümü avuçlarının arasına alıp üzerime doğru eğildi. "Korkma kuzum," dedi. "Dua et. Her şey güzel olacak Allah'ın izniyle." Başımı sallayarak onu onayladım. "Sen mucizesin," diye devam etti Serap Abla, "bizim umudumuzsun. Bunu unutma."
Titreyen dudaklarımı birbirlerine bastırarak dolan gözlerimi saklamak için başımı hafifçe yere eğdim. Serap Abla son kez saçımı okşayıp yanımızdan ayrılırken anneme doğru bir adım atmamla annemin beni kollarının arasına çekmesi bir olmuştu.
"Seni kimseye vermem Sahra'm!" dedi annem. Ne var ki buna gücünün asla yetmeyeceğini biliyordum ama onu kırmak istemediğimden başımı salladım. Oda boşalırken annem son kez saçlarımı okşayıp odadan çıktı.
Boş yatakların arasında yapayalnız kaldığımda tekrar yatağıma tırmandım ve demirlerin arasından dışarıya bakmaya başladım. Dışarısı ışıl ışıldı. Üst katımızdaki mekândan gelen müzik seslerini duyabiliyordum.
Yavaşça yatağımın üstündeki aynayı alıp yüzüme tuttum. Aynı annem gibi hafif iri sayılabilecek yeşil gözlerim vardı. Annemin gözleri de aynı böyleydi. Annem gibi minik ama dolgun dudaklarım vardı. Uzun kirpiklerim... Bunlar genel olarak anneme benzeyen özelliklerimdi. Ama uzun kahverengi, düz saçlarım... Annemin saçları düz değildi. Bu da benim biyolojik babamın düz saçlara sahip olduğunu düşünmeme yol açıyordu hep. Aynı zamanda, yüzümün bazı kısımları kesinlikle anneme benzemiyordu.
Kime benzediğimi merak ediyor ama babamı etmiyordum. Zaten onu milyonlarca kişi arasında bulmam imkânsızdı. Hoş, o da diğerleri gibi buraya gelmiş ve parasını verip anneme sahip olmuştu. Diğerlerinden hiçbir farkı yoktu ve ben böyle bir insanı merak edip "baba" sıfatına yerleştirirsem annemi kırardım.
Aynadaki yüzüme biraz daha baktım. İçime dolan acıyı yok saymam o kadar imkânsızdı ki... Keşke biraz daha küçük görünebilseydim diye düşünmeden edemiyordum. Zaten küçüktüm de...
Bir erkeğin bana yaklaşabileceği ihtimalini düşünmek bile kalbimi düğüm düğüm ediyordu. Erkeklerin her zaman öfkeyle parıldayan gözleri, iri ve sert elleri, katı yürekleri olduğuna emindim. En azından şimdiye kadar tanıdığım tek erkek bana bunu ispatlıyordu.
Sezgin Bey... patronlardan biriydi. Kırklı yaşlarının sonlarındaydı ve grimsi saçları vardı. Bir kadın yapmaması gereken bir şeyi yaptığında, o aşağıya iniyordu. Bu şekilde daha önce kadınların çırılçıplak soyulup ıslak havlu veya sopayla dövüldüğünü görmüştüm. O ne zaman aşağıya inecek olsa beni küçük tuvalete kapatıyorlardı. Bu dört duvar arasında, kendimi bildim bileli, erkek türüne ait gördüğüm tek kişi oydu. Sevdiğim herkese zarar veren, kadınların güçsüzlüğüyle kendi gücüne inanan biriydi o. Çocukluğumun kâbusu...
Onu ilk kez Kevser Abla'yı döverken görmüştüm. Çok küçük sayılmazdım, hâlâ dün gibi hatırladığıma göre öyle olmalıydı. Beni soktukları tuvaletin kapısını hafifçe aralayıp tek gözümle izlemeye başlamıştım olanları. Nefes alsam, kulaklarını bir tilki gibi dikecek, başını yavaşça bana çevirecek ve diğerlerine yaptığı gibi saçlarımdan tutup sürükleyecek gibi hissediyordum. Nefes almaya korktuğumdan kalbimin nasıl hızlandığını hâlâ hatırlıyorum.
Bu olaydan sonra birbirini takip eden gecelerde durmadan altıma kaçırmaya başlamıştım. Geceleri kötü kâbuslar görüyor, uyansam bile tuvalete gitmeye korktuğumdan altıma işiyordum.
Biz bir tek onu görüyorduk. Ama bu otelde sadece adı anılan iki patron daha olduğunu biliyordum. Bir diğerinin adı Sezai olmalıydı. Ben onu hiç görmemiştim ama bir kere annemler konuşurken genelde bar kısmında takıldığını duymuştum. Diğer patronu ise henüz hiç kimse görmemiş olmalıydı. Zaten onun adı pek geçmiyordu da.
Ben gözlerimi bu rutubetli duvarların arasında açmıştım. Kirli bir tuvalette doğmuştum. Bu kadar kirin içinde annemin alnıma koyduğu masum ve sıcak öpücükleri vardı.
Ona tam anlamıyla hayrandım.
O güçlü bir kadındı!
Eğer yapmaması gereken bir şey yaparsa cezalandırılacağını biliyordu. Daha önce bunu hiç umursamaz ve kendince isyan çıkarırmış ama sırf şu anda benim onu ağzı yüzü dağınık bir halde görüp kötü hissetmemem için herkese itaat ediyordu.
Dışarıdan gelen yeni bir araba motoru sesiyle irkilip aynayı ters bir şekilde yatağın üzerine bırakmış ve pencereye dönmüştüm. Işıkların altındaki arabadan inen kişiyi görünce pencereye biraz daha yaklaştım.
Kızıl saçlı bir kızın beline sarılarak mekâna giren, saçları dağılmış genç bir erkekti. Görüş alanımda olmasalar da kapının önünde duran korumalardan birine yarım bir şekilde gülümsemişti.
Geri çekilip yatağa yatarken ellerimi karnıma dolamıştım. Geceleri genellikle sarılarak uyuyabileceğim biri olmadığı için kendime sarılarak uyurdum. Bazı geceler kadınlar işe çıkmadığında annemle uyuduğum olurdu ama genellikle yalnızdım.
Dediğim gibi, okul nasıl bir yer, bilmiyordum bile. Buradaki kadınlar sayesinde okuma yazma öğrenmiştim. Burada bir Yıldız Abla vardı. Bar kısmında garson olarak çalışıyordu. Onun vasıtasıyla annemin içeriye soktuğu kitapları okuyordum geceleri. Yıldız Abla da öğrenci olduğundan geceleri burada harçlığını çıkarmaya çalışıyordu.
Onun getirdiği son kitabı alıp ilk sayfasını yavaşça okumaya başladım.
Kitap yine onun ustaca seçtiği, oldukça büyüleyici bir aşk romanıydı. Erkeklerin sevebildiği ve iyi oldukları tek yer romanlar olmalıydı, şayet ben erkeklerin gerçek hayatta böyle yüzleri olduklarını düşünmüyordum.
Ben bu düşüncelerle uykuya daldığımı fark etmeden saçlarımda dolanan ellerle yavaşça kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerimi açtım ve annemi gördüm. Saçları hafif nemliydi ve yüzü makyajsızdı. Yazlık pijama takımlarından birinin şortunu giyip üstüne sporcu atleti giymişti.
Bana, "Günaydın meleğim," diye fısıldadığında gülümseyerek gözlerimi araladım. Makyajıyla gizlediği gözaltı torbaları şu an daha belirgindi.
"Ne zaman geldin?" dedim tembelce kıpırdanarak.
"Çok olmadı," dedi karnımın üstüne kapaklanan kitabı alırken.
"Yorgun musun?" dediğimde yüzünde buruk ama sevecen bir gülüş belirdi.
"Herkes gelsin, hep birlikte kahvaltı yaparız. Sonra da biraz uyuruz," dedi ve yüzünü yüzüme yaklaştırarak fısıldadı. "Sarılarak," deyip göz kırptığında kocaman sırıttım. Henüz annem dışında iki kişi gelmişti.
Gelenlerden biri on sekiz yaşındaydı. Yeni yıl ganimeti olarak. Adı Nazlı'ydı. Yeni yıla bir haftadan az kalmıştı ve benim için kötü başlayacağını biliyordum çünkü Neriman'ın bize verdiği süre yeni yılda tamamen doluyordu.
Annem beni ona karşı korusa bile patronlara karşı direnemezdi.
Demir kapının gıcırdamasıyla ikimiz de o tarafa bakmıştık. Serap Abla sendeleye sendeleye içeriye girmişti. Kalın askılı elbisesinin dışında kalan omzunun aşağısında bir morluk dikkatimi çekmişti. İçimde bir şeyler hareketlendi. Acı bir şekilde kıvrandı. Gözlerim dağılan makyajında kalakaldı.
"Günaydın kızlar." Bana doğru bir gülücük gönderdi. Yüzündeki enkaza rağmen sıcacık gülümsedi. Canının yandığı yüzündeki buruk ifadeden belli olsa bile yapardı bunu. Annem bir süre duraksadı.
"Günaydın," dedi ve ona yaklaştı. "İyi misin?"
"Zor bir gece oldu," dedi Serap Abla kaşlarını kaldırırken. "Duş alsam iyi olacak." Elinde tuttuğu topukluları duvarın dibine fırlatıp küçük banyoya doğru ilerlemeye başladı.
Birkaç dakika sonra beyazlığını yavaş yavaş kaybeden bornozuyla banyodan çıktığında daha iyi görünüyordu. Burada beyaz kalmak bornozlar için bile oldukça zor oluyordu. O çıktığında diğer kızlar çoktan gelmeye başlamıştı. Şu anda annem ve ben hariç on iki kişi vardı. İki kişi eksikti. Biri Yunan olan Eva Abla, diğeri Umut Abla. Evet, ismi erkek ismi gibi olabilir ama ona çok yakışıyordu. Bazı geceler yatağıma çıkıp benimle pencereden dışarıya bakar ve hayal kurmama yardımcı olurdu. Hatta bana denizi bile anlatırdı.
Âşık olduğu çocukları anlatırdı.
Aşkın aslında bir çilek kadar tatlı olduğunu anlatırdı. Ama olgunlaşmamış bir erik kadar da acı olabileceğini söylerdi.
Ertesi sabah yılbaşı için temizlik yapılacağından annem ve diğerleri bu gece işe çıkmamıştı. Annemle bütün gece sarılmıştık. İkimiz de uyuyamıyorduk. Büyük ihtimalle o da yaklaşan yılbaşını düşünüyordu. Beni düşünüyordu. Bu gece sabaha kadar süren müzik sesi yoktu. Etraf oldukça sakindi ve ben dışarıda miyavlayan bir kedinin sesini duyabiliyordum.
Normalde otelin temizliğiyle ilgilenen personeller vardı ama yılbaşı temizliğini bize yaptırıyorlardı. Çünkü koca oteli bir gün içinde tamamen temizletmek için personellere fazladan para vermektense buradaki kadınlara bedavadan temizletmek patronlara daha mantıklı geliyordu.
Sabah ezanının sesiyle anneme daha sıkı sarıldığımda o da kolunu iyice omzuma dolamıştı. Gözlerim açılırken artık annemin göğsünde değil, yastığın üzerinde olan kafamda minik dokunuşlar dolanıyordu. Annem yan dönmüş, tek elini başının altına koymuş, yanağımı okşuyordu.
"Sana hamile olduğumu öğrendiğimde kendimi çok farklı hissetmiştim. Daha önce dört minik canı çaldılar benden. Oysa benim artık hamile kalmam imkânsızken sen geldin. Önce Serap öğrendi hamile olduğumu. Buradakilere bakma. Hepsi içten içe anne olmayı arzular. Kim arzulamaz? Sonra yavaş yavaş diğerleri öğrendi. İlk beş ay zaten karnım neredeyse hiç çıkmadı. Sonrasında ise ağır bir nezle geçirdiğimi söyleyerek Neriman'ı kandırdık. Bir ay böyle idare ettik. Ben tuvalette saklanırken Neriman kızları toplayıp çıkarırdı. Oda boşalınca da ben çıkardım. Bir sabah, daha yedinci ayda, sancım tuttu. Kızlar beni banyoya soktular. Sen doğdun. O küflü duvarların arasında verdiler kucağıma seni," dedi ve elini yanağıma daha çok bastırdı. "Gözlerin dünyayı tanımak ister gibi daha birinci haftadan açılmıştı. İlk bir hafta regl gördüğümü söyleyerek Neriman'ı atlattım ama onuncu günde artık işkillendi. O bana hesap sorarken banyodan sen ağlamaya başladın. Seni alıp bir aileye satmak istedi. Hâlâ düşünüyorum da keşke kabul etseydim. Belki şu an çok güzel bir hayatın olabilirdi..." O böyle deyince anneme sımsıkı sarıldım.
"Sen yanımda olduğun sürece benim hayatım zaten ne olursa olsun hep çok güzel olacak," dediğimde alnıma kocaman bir öpücük kondurdu.
Biz yatakta oyalanırken Serap Abla'nın sesini duydum. "Hatunlar kahvaltıya," derken, annem gülerek alnımı dürttü.
Kahvaltımızı yaptıktan sonra Neriman yanımıza geldi. Bugün otel kapalıydı. O yüzden temizlik yapmamız için yukarıya çıkmıştık. Her yer sıkı sıkı kilitlenmişti. Kaçmamamız için! Bir tek giriş kapısı kilitli değildi, orada da korumalar vardı. En son yukarıya geçen yıl yardım etmek için çıkmıştım. Otelin giriş katı bile oldukça ferah ve lükstü. En önemlisi de rutubet kokmuyordu.
Dizlerime gelen bir tayt ve kalçalarımın altında biten Mickey Mouse baskılı bir tişört giymiştim. Kalçamın bir karış üstünde biten uzun saçlarımdan yaptığım topuz biraz dağılmıştı ve birkaç tutam saç önüme düşse de umursamadan yerleri silmeye devam ediyordum. Yorulmuştum ama işleri hemen bitirip aşağıya inmek istiyordum. Bugün bu kadar hummalı bir şekilde oteli temizliyor olmamızın tek sebebi, yarın geceki yılbaşı organizasyonuydu.
Elime kovayı alıp hızla arkama dönmemle sert bir şeye çarpmam ve kovayla birlikte yere yapışmam bir oldu. Üstelik benim bunu fark edecek zamanım bile olmamıştı. Kalçamın sızladığını hissedebiliyordum ve kova devrilmişti.
Başımı kaldırıp baktığımda karşımdakinin yüzü oldukça tanıdık gelmişti. Geçen gece arabadan bir kızla birlikte inip mekâna giren çocuktu bu, emindim. Yüzünü şimdi tam anlamıyla görebiliyordum ve gerçekten oldukça güzeldi.
"Beceriksiz," diye sert bir sesle homurdandı. O sırada, yanaklarımın yanmaya başladığını hissederek önüme düşen saçlarımı umursamadan başımı iyice kaldırdım ve gözlerimi ona diktim. Onun da gözleri benimkileri bulduğunda bir süre duraksadı. Sert ifadesi yumuşamış gibiydi. Kızaran yanaklarımın sızladığına o an yemin edebilirdim ve rezil olmanın etkisiyle gözlerim yanmaya başlamıştı. Anlamış olacak ki bana doğru eğilmişti.
Eğilmesiyle popomun üstünde kayarak geriye çekilmiştim. Bana vurabilirdi. Çünkü az önce gerçekten sinirli görünüyordu. Şaşkınca suratıma baktı. Neden korktuğuma anlam veremiyormuş gibiydi ama bana vuracağını biliyordum. Elini bana yaklaştırmasıyla korkuyla kendimi daha da çektim.
"Dokunma," diye sızlandım gözlerimi sımsıkı kapamış bir şekilde. Kadın yerde ve erkek sinirli bir ifadeyle hemen karşısında, ayakta. Bu görüntü şüphesiz en çok karşılaştığım görüntüydü. Sessizliğin verdiği huzursuzlukla kirpiklerimi yavaşça aralayıp karşımda dikilen bedene baktım. Ela irisleri hafifçe büyümüştü. Şaşkınlıkla bana bakıyordu.
"Bir şey yapmayacağım. Kalkmana yardım etmek dışında," dediğinde yüzünde beliren gülümseme, kafamın içindeki bütün sesleri, çığlıkları susturmuştu. Bana doğru eğildiği için yüzünü çok daha yakından görebiliyordum. Yere yasladığım elimi yavaşça ona uzattım.
O an bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum. Sanki o an, içinde bulunduğum ana dair hiçbir şey düşünemiyor gibiydim. Sadece bir el bileğimden tutup elimi onunkine doğru uzatmıştı. Sanki onun eli benim elimi bir mıknatıs gibi kendisine çekmişti.
Elim avucunun içinde oldukça küçük kalmıştı. Birden beni çekmesiyle onun iri bedenine yapışmıştım. Oldukça geniş omuzları vardı ve benden epey uzundu. Kafam çenesinin altına bile gelmiyordu. Beni fazla hızlı çektiği için dengemi kaybettiğimi anlayarak elini belime koymuştu. Ela gözleri direkt gözlerimdeydi. Hafifçe yutkunduğunu âdemelmasından anlamıştım. Gözlerinde hâlâ şaşkın bir ifade vardı. Ben de onun kadar şaşkın göründüğümü hissedebiliyordum.
"Çınar," diye bağıran sesle kafasını arkamda kalan merdivenlerden tarafa çevirmiş ve gözlerini benden ayırmıştı. "Hadisene oğlum." Aynı sesin devam etmesi üzerine bedenimin etrafındaki kolları yavaşça çözüldü. Bedeni de benden uzaklaşırken bir an boşlukta hissetmemin önüne geçememiştim.
"İyi misin?" diye fısıldadığında utançla başımı salladım.
Yanımdan geçerken ona seslenen adamla konuşmasını son anda duyabilmiştim.
"O kim?" diyerek beni sormuş olmalıydı. Diğeri güldü.
"Eskortlardan birinin kızı." Yanaklarıma doğru bir sıcaklık tırmandı ve neredeyse boynumda atan damarın ritmini hissedebiliyordum. Öfke bir an içimde utanç kadar büyüdü.
O an, o çocuğun bana sarılırken, küçücük bir anlığına da olsa unuttuğum gerçeği, kim olduğumu hatırladım. Yine de annemden utanmadım. Onun seçme şansı bile olmadan yaşadığı şeylerden utanamazdım.
Ama kulaklarımda çınlayan cümleden sonraki o alaycı gülüşü unutmak istiyordum. Peki o ne düşünmüştü. Çınar?
Serap Abla beni omuzlarımdan sarsmaya başladığında irkilerek ona baktım. Ona bakıyordum ama aklım Çınar denen çocuğun peşine takılmıştı.
Peki onun burada ne işi vardı?
O da buraya geldiğine göre diğerleri gibiydi?
Belki de sadece otelde kalmak için gelmişti?
Ama yanındaki çocuk buradaki kadınların eskort olduğunu biliyordu. Benim eskortlardan birinin kızı olduğumu da biliyordu. Burayı biliyorlardı. İçerideki kadınları biliyorlardı. Benim ise ona dair tek bildiğim şey adının Çınar olmasıydı.
"Sana kötü bir şey mi dedi?" diye bağıran annemin sesiyle tamamen kendime gelmiş ve donuk bakışlarımı ona dikmiştim. Annem öyle bir kadın değildi, hiçbirini isteyerek yapmıyordu ve ben biliyordum ki seçme şansı olsaydı asla yapmazdı. Sıkıca ona sarıldım ve yüzümü boynuna gömdüm. Boyum neredeyse onunla aynıydı. Gözümü yummamla gözyaşım yanağımdan ince bir çizgi şeklinde akmıştı. Annem kendime gelmemle sakinleşmiş gibi duruyordu. Çenemden tutarak kafamı kendisine çevirdi. "Kızım söylesene! Kalbini mi kırdı? Kötü bir şey mi dedi?" diyerek gözyaşımı sildi. "Şimdi ben gidip seni ağlatmış olmasının hesabını soracağım," diyerek hızla merdivenlere yönelmişti ki koluna yapıştım.
"Hayır anne! Yok bir şey. Sadece kalkmama yardım etti ve giderken iyi olup olmadığımı sordu. Bu kadar," dediğimde annem yavaşlayarak bana döndü.
"Öyleyse neden ağlıyorsun?"
Elimin tersiyle yanaklarımı sildim. "Popomun üstüne düştüm. Canım yanıyor," diye sızlandığım vakit aslında yalan söylememiştim. Gerçekten düşmüştüm ve canım yanıyordu! Ama acıyan yer popom değildi.
Hayatım boyunca hep "O" kız olmaktan korkuyordum. Herkes için sadece az önce duyduğum kelimelerden ibaret olmaktan korkuyordum.
Yanındaki çocuk o cümleyi kurduğu an Çınar'ın dönüp bakışını anımsadım. Bakışlarındaki bütün ifadenin değişmesine o tek cümle yeterli olmuştu. İnsanların iğneleyici, acıyan veya iğrenen bakışlarına ne kadar daha maruz kalmam gerekecekti?
Çınar kötü tek bir cümle bile kullanmamıştı ama aşağılanmış ve küçümsenmiş gibi hissediyordum kendimi.
"Sen hemen aşağıya yatakhaneye in. Biz idare ederiz. Belli ki canın yanıyor, kötü düşmüşsün," dedi Serap Abla saçımı okşarken.
"Neriman?" diye sordum.
Sevecenlikle güldü. "Biz hallederiz kuzum."
Başımı iki yana salladım. "Gerek yok. Boşuna sarmayın başınıza. Zaten biraz sonra işler bitince hep beraber ineceğiz," dediğimde, annem emin misin bakışları atıyordu. Yavaşça kafamla onayladım ve kovadan döktüğüm suyu temizlemeye başladım.
Suyu değiştirip bu sefer annem ve Nazlı'yla birlikte üst kata çıkmıştık. Ben merdivenleri temizliyordum.
Olayın üstünden neredeyse bir saat geçmişti ki tekrar onu gördüm. Az önceki adamla birlikte merdivenleri inerken onlara yol açmak için duvara sokulmuştum. Gözleri kısa bir süre bana kaydığında ifadesiz bir şekilde beni görmezden gelmişti. Otelin kapısının önünde bekleyen siyah arabasına binene kadar peşinden bakmaktan alamamıştım kendimi.
Pekâlâ, ne bekliyordum ki?
Elbette böyle davranacaktı.
Onlara göre ben bir eskortun kızıydım. Bu, hayatın bir gerçeğiydi.
Ama annemin onlardan daha namuslu olduğuna dair her iddiaya girebilirdim. Onlar baba parası yiyen, zengin piçlerinden başka hiçbir şey değildi. Annem ise sadece beni koruyordu ve yaptıklarını isteyerek yapmıyordu. Onlar gibi kendi hayatına dair karar alma gibi bir şansı olsaydı zaten burada olmazdık.
Bu kat için de annemlere yardım etmiştim.
"Sahra, sen en üst kata çık. Hem orası burası kadar geniş değil. Orayı sil. Biraz sonra Serap Abla'n da gelecek," dedi annem.
Başımla onu onayladım. "Suyu değiştirip çıkıyorum," dedim ve tekrar bir alt kata indim. Yine giriş katındaydım. Görevlilerin kullandığı lavaboya girdim ve suyu klozetlerden birine döküp kovaya yeni su doldurmaya başladım.
Çok yorulmuştum ve en üst kata merdivenlerden çıkamazdım. Üstelik terlemiştim ve yüzüm kızarmaya başlamıştı. Çınar olayı ise çoktan hafızamda bulanıklaşmaya başlamıştı. Yüz hatları yavaş yavaş izini kaybettiriyordu ama o gözleri...
Önce beni kendine çektiği anki bakışlarını düşünüyor, sonra da yanındaki adamın cümlesiyle arkasını dönüp bana baktığındaki bakışlarını karşılaştırıyordum. Kesinlikle farklıydı. Şimdi buna bir de merdivenden inerkenki hali dahil olmuştu. İçimde bir şeyler eziliyordu. Kendimi rezil, ufacık ve değersiz hissediyordum.
Asansöre ilerledim ve içeri girip kapılarını kapatmak için tuşa bastım. Kapılar tam kapanıyordu ki tekrar açılmaya başlamasıyla arkamı dönerek asansöre binecek kişinin kim olduğuna baktım. Oydu. Beni gördüğünde bir süre bakışları yüzümde dolaştıktan sonra pes edip içeriye girmişti. Bu sefer yanında kimse yoktu.
Gözucuyla aynaya doğru baktığımda gördüğüm yansımam oldukça komikti. Suratım gerçekten kızarmıştı ve vücudumun oldukça ısındığını hissedebiliyordum.
Annemin başıma bağladığı pembe üzerine beyaz benekleri olan fulardan saçlarım çıkmış ve önüme düşüyordu. Oysa saçlarım yüzüme yapışıp durmasın diye bunu takmıştı.
Çınar'ın herhangi bir tuşa basmak yerine önümde dikilmeye başlaması üzerine onun da en üst kata çıktığını varsaymıştım. Derin bir nefes vermemle bakışlarını bana çevirdi. Saniyeler saatler gibi geliyordu. Asansörün kapısı sonunda kapandığında bakışlarımı yere indirerek onun ilgisini çekmemeyi diledim. Gözleri üzerimde gezinmeye devam ederken bütün oksijenim elimden alınmış gibi zorlukla yutkunmaya çalıştım.
"Teşekkür ederim," diye mırıldandığımda gözleri alayla kısılmıştı.
"Neden?" dedi. Değişen tek şey bakışları değildi. Sesi de oldukça değişik çıkıyordu. Birkaç saat içinde bambaşka biri olmuştu.
"Yani sana çarptım. Ama sen kızmak yerine kalkmama yardım ettin," dediğimde gülerek başını hafifçe arkaya attı. Gülüşü çok güzeldi.
"Önemli değil," derken sesinde farklı bir şeyden bahsediyormuş gibi bir tonlama vardı.
"Önemli," diye sızlandığım an güldü.
"Önemli değil. Sen yerlerdeydin, ayaklarımın dibinde," dedi son kelimeyi bastırarak. "Ben sadece elimi uzattım. Daha fazlası yok. Diğerleri gibisin işte. Şu paralı askerlerden. Bir an çok çocuksu bulmuştum seni. Yüzünde çocuksu bir şaşkınlık vardı. Yüzündeki maskeyi beğendim. Ucuzluğunu örtüyor."
Zorlukla yutkundum. "Maske?"
Sustu. Bir şey demedi. Bir süre sonra acımasız dudakları tekrar oynamaya başladı. "Adın ne?" dedi bakışlarını yüzümden ayırmadan.
"Seni ilgilendirmez," diye terslediğimde gülerek bana bir adım attı. Merdivenlerden geçerken acınası bir şekilde bana bakmış ve sonra görmezden gelmişti. Bu çok küçük düşürücüydü.
"İstesem..." dedi ve bana doğru bir adım daha atarken geriye çekilen ben olmuştum. "Bunu sana söyletirim. Bu gece..." dedi ve gülerek ensesini kaşıdı. "Sonuçta onlardan birisin," derken sesinde küçümseyici bir ton vardı. Canım yanmıştı.
"Onlardan biri?" dedim harflere tek tek baskı uygularken. Gözlerim kısılmıştı. "Onlar kim?" dedim buruk bir şekilde gülümserken. Yüzündeki alaycı ifade silinmeye başlamıştı.
"Eskortlar," dedi bakışları gözlerimden yavaşça çeneme doğu inmişti. Canım gerçekten çok yanıyor ve kalbim boğazımda atıyordu.
"Onlardan birinin kızıyım. Ve evet, onlardan biri de olacağım," derken sesim hafifçe kısılmıştı. Bunu düşünmek bile çok kötüydü! Gözleri tekrar gözlerime değdiğinde asansör çoktan yavaşlamıştı. Benden ayrılmadan elini tuşlara uzattı ve "stop" yazana bastı. Asansör birden durmuştu.
"Peki siz? Akıl sağlığı yerinde olan bir kadın sizlerle normal şartlar altında birliktelik kurmuyor diye buraya gelip para karşılığında kadınların –sadece– bedenlerini kiralamaya devam mı edeceksiniz? Yıpranmış bedenlerde nefesiniz dolaşırken nasıl bu acınası durumdan tatmin olabiliyorsunuz? Büyük bir olaymış gibi gururlanıyorsunuz. Siz 'onları' kullandığınızı sanıyorsunuz ama esas siz onların ve zevklerinizin oyuncağı oluyorsunuz," dediğimde bakışları çoktan sertleşmişti.
"Devam et," dedi öfkeli sesiyle. Ne istiyordu?
"Evet," dedim. İlk defa bir erkekle bu kadar yakın bir durumdayken. "İstesen sadece parasını ödeyerek bu gece beni istediğin gibi konuşturursun. Çünkü parasını ödemiş ve bir geceliğine sahip olmuş olursun. Ama şunu bil, ben de dahil hiçbir sağlıklı kadın sizin gibilerle normal şartlar altında birliktelik falan kurmaz," dediğimde gözlerinde alevlenen öfkeyi görebiliyordum. Gururunu incitiyor olmalıydım.
"Bizim gibiler?" dedi kaşlarını kaldırırken. Dişlerinin arasından boğuk çıkan sesi yüzüme tokat gibi vuruyordu. Bugün ona çarptığım zamanki halinden eser yoktu.
"İstediği her şeye parayla sahip olabileceğini düşünen küçük varlıklar. Aklı ve fikri erkekliğinden küçük olanlar. Bir kadın sizde para dışında ne bulabilir ki?" dediğimde derin ve öfkeli bir nefes almıştı.
"Peki bir erkek sizin ucuz bedenlerinizde birkaç dakikalık zevkten başka ne bulabilir?" dediğinde böyle düşünüyor olması beni şaşırtmıştı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken gözleri dudaklarıma kaymıştı. Sonra tekrar gözlerime yöneldi. "Peki siz bir erkeği memnun etmekten başka ne işe yararsınız küçük hanım?" dediğinde zorlukla yutkundum. Gerçekten bu sabahki çocuk değildi.
Belli ki o yanındaki adamla konuşması benim duyduklarımla sınırlı değildi. Bu cümlelerin ona ait olabileceğini düşünmüyordum. Bugünküne oranla çok farklı davranıyordu. "Çok ucuzsunuz," diye fısıldadığında kalbimin yavaş yavaş parçalara ayrıldığını hissedebiliyordum. "Ucuz kadınlarsınız."
"Biz sadece sevişirken kadın oluruz. Peki sen sevişmeden erkek olabilir misin?" dedim ve alayla gülüp devam ettim. "Hiç sanmıyorum. Siz erkekliğinizi ucuz kadınlara attırdığınız çığlıklarla ölçersiniz," dedim ve ellerimi göğsüne dayayarak onu kendimden uzaklaştırdım. "Tek bildiğiniz kadın olduğumuz. Kadın olmamızla bizim meşgul olduğumuzdan daha fazla meşgulsünüz. Hatta bu öyle bir meşguliyet ki size aslında bir kadından önce bir insan, bir birey olduğumuzu, bir kimliğimiz ve düşüncelerimiz olduğunu bile unutturuyor. Ve bu durumdan o kadar memnunsunuz ki bir hayvanın etinden, sütünden, derisinden faydalanır gibi bir kadından faydalanmaya çalışıyorsunuz ama bunun bile suçlusu biz oluyoruz. Görüyorsun ya; yeri geldiğinde bunu on altı yaşındaki bir kıza bile yapabiliyorsunuz!"
Gözlerindeki alev alev yanan şeyi anlamaya çalıştım. Benim de bakışlarımın çok farklı olduğunu düşünmüyordum.
Beni sıkıştırdığı duvardan sürtünerek ayrıldığımda kapıların açılması için tuşa bastım. Bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum. Asansör tekrar hareket etti ve durdu. Hiçbir şekilde ona bakmadan yerdeki kovayı alıp dışarıya çıktım. Burada tek silmem gereken yer, çıplak koridordu. Onun da arkamdan çıktığını hissedebiliyordum.
Bu, bugünkü son konuşmamızdı. Sonrasında girdiği odadan çıkmamıştı. Bense koridoru silmeyi bitirip aşağıya inmiştim. Bütün kadınlar toplanmaya başlamıştı. Nemli bıraktığım yerler çoktan kurumuştu.
Sonuç olarak herkes yatakhaneye girer girmez yataklarına yığılmıştı. Annem, Serap Abla ve Nuran Abla insanlık yapıp mutfak tezgâhına ilerlemiş ve küçük buzdolabından çıkardıkları sebzelerle yemek hazırlamaya başlamışlardı.
Umut Abla yavaşça yanıma tırmandı ve pencereden bakmaya başladı. Henüz yirmi altı yaşında olmasına rağmen oldukça küçük görünüyordu. Onu sekiz senedir tanıyordum.
Cama çarpan yağmur tanesiyle birlikte yorgunca gülümsemişti.
"Bugün yorulduk ha?" diye sordu.
Başımla onayladım. "Hem de nasıl," dedim.
"Yarın akşam hepimiz için yeni bir yıl başlayacak. Her şeyin güzel olmasını dilemeyi unutma," dedi.
Ona dönüp, "Benim için her şey yarın gece tam anlamıyla çok kötü olacak," dediğimde buruk bir şekilde gülümsedi ve kolunu omzuma atarak sarıldı.
"Negatif enerji yükleme. Daha çok küçük ve toysun. Her şeyin güzel olmasını dile," dediğinde hafifçe gözlerimi kapadım.
Her şeyin güzel olmasını istiyorum.
"Yıldız sana yeni bir kitap almış. Yarın gece getirecek. Aynı zamanda yeni yıl hediyesi," dediğinde kocaman gülmüştüm.
"Eminim ki çok güzeldir," dedim.
O da güldü. "Çilek kadar tatlı."
Kaşlarımı kaldırdım. "Aşk kitabı mı?" diye fısıldadım kocaman sırıtırken. Kafasını salladı. "Onun aldığı aşk kitapları gerçekten çok tatlı oluyor ve hep mutlu son," dedim tatlıca gülümserken.
"Bak, sen mutlu sonların kızısın. Eminim ki senin de hikâyenin sonu çok mutlu olacak," dediğinde başımı kucağına koydum. "Çok mu yoruldun kuzum? Şarkı söylememi ister misin?" dediğinde gözlerimi kapayarak başımı salladım.
Onun sesini gerçekten çok seviyordum.
Çok dinlendirici bir sesi vardı.
"Hadi," diye sızlandığımda güldüğünü hissetmiştim. "Annemin şarkısını söyle."
"Kıskanır rengini baharda yeşiller. Sevda büyüsü gibisin sen Firuze. Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu... Üzüm buğusu gibisin sen Firuze..." diye duraksadığında şarkının ikinci kısmına ben de eşlik etmek için dudaklarımı oynatmaya başlamıştım.
"Duru bir su gibi, bazen volkan gibi, bazen bir deli rüzgâr gibi... Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş, acelen ne, bekle Firuze..."
Gülerek başımı okşadı. Ben de mırıldanmayı bırakmıştım. Gözlerimin üstüne çöken ağırlığa direnmek çok zordu.
Annemin hafifçe dürtmesiyle uyandım. "Hadi aşkım. Yemekten sonra uyursun."
Herkesle birlikte oturup yemek yedik. Hepsi çok yorgun olduğu için gülüşmelere ve konuşmalara bu gece mola vermiş ve sessizliği seçmişlerdi. Yemek yedikten sonra tekrar yatağımın üstünde uzanırken uyuyakaldığımda bu sefer annemin gece beni tekrar dürtmesiyle gözlerimi açmıştım. Gözlerim aralanırken annemin tepemde dikilen yüzünü pencereden giren ışık sayesinde az çok seçebiliyordum.
"Anne?" dedim uykulu sesimle mırıldanırken.
"Sahra'm. Yarın gece seni buradan çıkaracağız," dediğinde şaşkınca ona bakmaya başlamıştım. Doğrularak bana baktığında ben de yatakta oturur bir hal aldım. Gözlerimdeki korkuyu görmüş olacak ki devam etti. "Senin de benim gibi çürüdüğünü göremem. Daha çok küçüksün. Acılarına şahit olamam," dediğinde gözlerinde parlayan yaşı da seçebiliyordum.
"Anne..." diye mırıldandığımda saçımı yavaşça okşadı.
"Sen doğduğundan beri bugünün geleceğini biliyordum. O yüzden, her gece aldığım paralardan fark edilmeyecek bir miktar alıyordum," dedi ve elini iç çamaşırının içine attı. Şaşkınca onu izliyordum. Rulo şeklinde sarıp sıkıca lastiklediği paraları gösterdi. "Serap, Nazlı, Umut, Kevser, Chloe, hepsi, hepsi yardım edecek. Seni buradan çıkaracağız. Ana yola çıkmadan cadde boyunca ilerlersen birkaç metre uzaklıkta bir karakol var. Orada kesinlikle bizden bahsetme. Kaçırıldığını falan söyle. Seni kaçıran kişilerin ellerinden kurtulup kaçtığını söyle. Seni bir yurda yerleştireceklerdir," dediğinde başımı iki yana salladım.
"Sen olmadan gitmem anne!" dediğimde buruk bir şekilde gülümsedi.
"Kızım," diye inledi.
"Anne!" dedim öfkeyle. "Sensiz ne yaparım?"
"Bu dört duvar arasında ne yapacaksın. Adın gibi kurursun. Çöl gibi yanarsın. Burada temiz kalamazsın," derken avuç içini yanağıma bastırdı. Sertçe elini ittirdim.
"Sensiz ne yaparım?" diye tekrarladım dişlerimin arasından. Gözünden bir damla yaş daha süzüldü. "Ne yaparım?" diye fısıldadım bu sefer. Benim de gözümden bir damla yaş çeneme doğru akmıştı.
"Sen çok masumsun. Burası için fazla masumsun. Peki burada ne yapacaksın?" dediğinde ona sarılmak istedim ama elleriyle beni kendinden uzak tuttu. Dudaklarım şaşkınlıkla açılmıştı. "Bir yurda yerleşince reşit olana kadar güvende olursun," dediğinde gözyaşımı elimin tersiyle sildim.
"Bu kadar mı?" dedim titreyen sesimle.
"Hem belki ben de buradan bir şekilde çıkarım. Birlikte bir iş bulur, ev kiralarız. Güzel bir hayatımız olur," dediğinde alayla kafamı iki yana salladım.
"Beni kandırmaya çalışıyorsun," diye inledim.
"Belki..." diye sızlandığında tekrar acıyla gülümsedim.
"Anne beni kandırma. Gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladığında canım daha çok yanar."
Sımsıkı bir şekilde beni kollarının arasına aldı. "Seni buradan kurtaracağım güzelim." Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtığında yüzümü göğsüne biraz daha bastırdım. "Senin benim kaderimi yaşamana izin vermeyeceğim."

♠ B Ö L Ü M S O N U ♠

Lütfen yorum yapmayı unutmayın!

Kendinize müko müko bakın!

SahraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin