Şu an güncel olan hikayelerim, Geçmişten Gelen ve Arı Kovanı'na bir şans vermenizi tavsiye ederim ♥
Facebook grubu: Sahra - Merfck
İnstagram: sahra.wattpad |-> merve.albyrk1
Kendinize müko bakın!
♠
"Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır."
Sabahattin AliAnnem ve diğerleri bütün gün her zaman yemek yediğimiz masada oturmuş, bir şeyler konuşmuşlardı. Yatakhane bugün, sebebini bilmediğim bir şekilde beni boğuyordu. Sanki artık dört duvardan ibaret değildi; elleri, kolları olan bir canlıydı ve beni sardıkça sarıyor, nefesimi kesiyordu. Öyle daralıyordum ki oda, başımı kaldırsam tavana çarpacakmışım gibi küçük görünüyordu gözüme.
Sebebinin annemle dün geceki konuşmamız olduğunun farkındaydım. Korku içimde, her nefeste can buluyordu. Dışarıda beni neyin beklediğini kestiremiyordum. Öyle ki düşüncelerim, yatsı ezanının okunmasından bir süre sonra, demir kapının açıldığını belli eden gıcırdama sesi kulaklarıma doluncaya kadar beni terk etmemişti. İçeriye giren elbette Neriman'dı.
Neriman kırklı yaşlarında, huysuz, başkalarının mutsuzluğundan zevk alan, mutlu olan bir kadındı. Yanakları her zaman sürdüğü allığın etkisiyle kıpkırmızıydı. Dudaklarından ruj, gözlerinden far eksik olmazdı. Tombul yanakları vardı. Basık biriydi. Balık etli denilebilir. Ve her zaman üstüne tam oturan şeyler giyerdi.
Burada yirmili yaşlarındaki kişilere bile "abla" derdim ama annem ona dememe izin vermezdi. Çünkü bu kelimeyi sadece saygı duymamız gereken kişilere söylememiz gerektiğini düşünürdü.
Ve haklıydı.
Neriman'ın elinde bir askıyla birlikte içeri girişi sadece benim düşüncelerimi değil, annem ve diğerlerini de susturmuştu. Neriman doğrudan kadınların oturduğu masaya doğru ilerlerken annem ve diğerleri de ayağa kalkmıştı. Yataklarında tembelce uzananlar ise doğrularak annemden tarafa bakmaya başlamışlardı. Ben de dahil.
"Küçük hanıma ilk gece hediyesi getirdim." Yüzündeki alaycı ifade ensemde bir uyuşmaya sebep oluyordu. Aynı zamanda tehditkârdı. Sanki bu gece olacakları ve bundan sonrasında da başıma gelebilecekleri hepimizden daha iyi biliyor gibiydi. Böyle bir durumda onu neyin bu denli mutlu ettiğini merak ediyordum. "Bir aksilik çıkarmaya kalkma, yoksa minik kızının bir daha suratını bile göremezsin." Annem tek kaşını kaldırmış ve ellerini beline koymuştu.
"Allah Allah?" dedi soru sorar gibi. "Nasıl olacakmış?"
"Onu diğer otellerden birine gönderirim. Toy kız. Buradaki gibi sahip çıkanı da olmaz. Vallahi ilk geceden tanınmaz hale getirirler," dediğinde, annemin gözlerinde çakan şimşekleri görebiliyordum. Neriman, harika bir şeyden bahsediyormuş gibi coşkuyla kaşlarını kaldırmıştı. Galip bir ifadeyle kıvrılan dudakları her zamanki gibi kıpkırmızıydı.
Annemin, "Pekâlâ," deyip elbiseye uzanmasıyla Neriman da durumdan habersiz diğer kızlar kadar şaşkınlıkla anneme bakıyordu. "En azından burada, benim yanımda güvende," dedi annem bilerek sesini inceltirken. "Zamanla alışacak," dediğinde sesi biraz sonra ağlayacak gibi çıkıyordu. Şaşkınlıkla, annemin gözlerini kırpıştırmasını izledim. Ağlamamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Oyunculuğu takdir edilesiydi ve ben bile gözlerime inanamıyordum. Annemin aklında dönenlerden haberdar olduğum halde neredeyse inanacaktım. "En azından burada yalnız değil," diyerek elbiseyi eline aldı. Neriman, annemin omzunu sıvazlarken yüzü daha da mide bulandırıcı bir şekilde aydınlanmıştı.
"Bak, uslu durunca her şey ne kadar kolay," dedi hafifçe göz kırparak. Annem derin bir nefes verdi ve başını salladı. Neriman büyük ihtimalle bir zafer kazandığını düşünüyordu. Bizi vahşi bir hayvanmışız gibi eğitmeye çalışıyor ve itaat ettiğimizi görmek gururunu okşuyordu.
Neriman yatakhanemizden çıktıktan sonra annem ayaklarımı sarkıtarak oturmuş olduğum ranzaya doğru yaklaşmaya başlamıştı. Ranzadan atlayarak karşısında durdum. İçimde bir şeyler o kadar çaresizdi ki açık açık annemin suratına bakmamı engelliyordu. Arkasından Serap Abla ve Umut Abla da gelmişti. Diğerleri masada oturmaya devam ediyor ve bizi izliyorlardı.
Sırf annemin yüzüne bakmamak için gözlerimi elindeki askıya kaydırdım. Dişlerimi sıkmaktan yanaklarım ağrıyordu. Düşüncelerim sürekli ve hep aynıydı; hepsi de aynı kapıya çıkıyordu. Ben bir kafesin içinde büyümüştüm ve şimdi nasıl uçmam gerektiğini bile bilmiyordum. Beni buradan çıkardıktan sonra güvende olacağımı sanıyordu ama tek yaptığı beni hiç bilmediğim bir hayata, yalnız başıma itmekti.
"Hadi giyin aşkım," dediğinde üstelemeden elindeki elbiseyi aldım. Yatağımın yanına geçerken gözleri üzerimdeydi. Yavaşça üzerimdekileri çıkardım ve elbiseyi üzerime geçirdim.
Siyah, üzerinde bordo gül kabartmaları olan, kalın askılı ve mini bir elbiseydi. Dizlerimden bir karış yükseklikteydi. Odanın bir köşesinde duran küçük masanın önüne oturduğumda Umut Abla yanağımı hafifçe okşayarak saçlarımı dalgalandırmaya başladı. Neriman'ın dikkatini çekmemek için eksiksiz hazırlanmam gerekiyordu.
Gözlerime koyu bir makyaj yapmışlardı. Dudaklarımda bordo bir ruj vardı. Sanki birden yirmi yaşına girmişim gibi kendimi olgun hissetmeye başlamıştım.
Hepsi görevlerini hakkıyla yerine getirmeye ve beni dikkat çekmeyecek derecede hazırlamaya çalışıyorlardı. Yüzümün her yerine yayılan, ucuz, kozmetik ürünler ve özenle şekillendirilmiş saçlarım, itinayla hazırlanmıştı. Her şey bittiğinde, herkes hazırlandığında, sıra servis edilmeye geldiğinde Neriman çoktan bizi otelin bar kısmına götürmek için kapının önünde belirmişti bile.
Yürüdüğümüz koridorda, her adımımızda etrafımızdaki duvarlar bile değişiyordu. Rutubet her adımda kendini biraz daha ferahlığa bırakıyordu. Her adımda kalbim biraz daha gümbürdüyor ve kendimi dehşetle birinin yüzüne bakarken, birinden medet umarken buluyordum. Her karşılaştığım yüz ise bana güven verircesine gülümsüyor, gözlerini kapayıp açarak beni onaylıyor ve korkumu azaltmaya çalışıyordu.
En sonunda bar kapısından içeri girdiğimizde hiç girmediğim bir dünyaya girmişim gibi hissediyordum. Etrafta koyu renkli ışıklar yanıp sönüyor, gece daha yeni başladığından herkes bir şeyler içmekle ilgileniyordu. Buraya daha önce hiç gece gelmemiştim. Daha da kötüsü, birden kendimi bu kadar insanın içinde bulmak beni afallatmıştı. Kafamı çevirdiğim her yerde yabancı yüzler görmek adımlarımın birbirine girmesine sebep oluyordu.
Yıldız Abla servis yaparken gözleri birden beni bulmuştu. Dudakları şaşkınca aralanırken beni baştan aşağıya süzmesine utançla katlandım. Gözlerinde buruk bir ifade vardı. Bunu görebiliyordum. Bana acıyordu.
Neriman bizi bara soktuktan sonra ortalıktan kaybolmuş ve yaklaşık yarım saat sonra tekrar hazırlanmış bir şekilde gelmişti. Üstünde payet, koyu kahve bir elbise vardı ve saçları az öncekinden çok daha kabarıktı. Dudaklarında "ben buradayım" diyen cırtlak, kırmızı bir ruj ve arsız bir sırıtış vardı.
Gözleri beni ve annemi bulunca onaylar gibi gülümsedi ve Sezgin Bey'in yanına oturarak bacak bacak üstüne attı. Onunla göz teması kurmak şu an istediğim son şeydi ve zaten o da buna meraklı olmadığını gösterircesine yanındaki adamla ilgilenmeye başladı.
Bu yoğun alkol ve ter kokusu midemi bulandırıyordu.
Bazı locaların arasındaki demirlerde dans eden kızlar vardı. Ama onların burada zorla değil, para karşılığında çalıştırıldıklarını biliyordum. İşleri bittiklerinde gidebilecekleri, kendine ait bir evleri vardı, hatta belki aileleri. Bizim gibi kimsesiz değillerdi.
Annem sakince koluma girerek beni Neriman'ın görüş alanından olabildiğince çıkarmaya çalıştı. Bir köşeye sokulduğumuzda, kalabalık bizi güvenle perdelemişti. Annem etrafına bakınarak dün gece bahsettiği para rulosunu ortaya çıkardı ve avucuma sokuşturdu. Talimat beklemeden iç çamaşırımın içine sıkıştırmıştım bile. Annem zorluk çıkarmıyor, ağlayıp sızlamıyor oluşumdan memnun bir ifade ve rahatlamayla kulağıma eğilerek otuzlu yaşlarda bir adamı gösterdi.
"O adamın yanına git. Oldukça alkollü görünüyor," dediğinde şaşkınca kaşlarımı kaldırdım ve öfkeyle soludum.
"Ne?" Bir an duyduklarıma inanamadım.
"Lütfen beni dinle. Kapıdaki korumaları görmüyor musun? Buradan tek başına çıkamazsın. Anında enselerler. Bir erkekle çıkman lazım. Bize güven." Bütün duygularım, düşüncelerim iç içeydi, gerginlikten ölmek üzereydim.
Öyle ki annem omzumu sıvazlamak için elini bana doğru uzattığında kendimi geri çekmiştim ve bunu neden yaptığımı sorsanız verecek bir cevabım yoktu. Onunla olası bir vedalaşmayı anımsatacak hiçbir temas kurmaya hazır değildim, asla da olamazdım.
Sonunda büyük bir cesaretle adamın yanına oturduğumda adam bardağını tekrar kafaya dikmekle meşguldü. Dikkatini çekmek için biraz daha yanaştım. Adam dirseklerine kadar çektiği gömleğinin yakalarını biraz daha açmıştı.
"Selam." Neydim ben? Kedi falan mı? Sesimin bu kadar ince çıktığına inanamıyordum. Neredeyse kendimi utançtan yok olacakmışım gibi hissediyordum.
"Selam ufaklık." Küçük bir çocuk gibi gözlerimi devirmemek için yoğun bir çaba sarf etmem gerekti.
"Daha sessiz bir yere ne dersin?" dedim bu sefer ikna edici çıkmasına özen gösterdiğim sesimle. Ama yine de sesimin titremesine engel olamıyordum.
Adam geriye doğru kaydı ve gözlerini yüzüme dikti. Bir süre yüzüme baktıktan sonra yüzünde alaycı bir sırıtış belirmişti. Hadi ama, yüzümde bir kilo boya vardı. Küçük falan görünmüyordum.
"Komik olma. Sen daha küçüksün," dediğinde gerçekten bunun pek hoş bir durum olmadığının farkındaydım. "Ben otuz sekiz yaşındayım, belki de baban yaşında."
"Sorun değil." Son cümleyi umursamamaya çalıştım, öyle de yapmalıydım çünkü benim babam falan yoktu.
"Başka birini bul."
Güldüm. "İyi görünmüyorsun. Yardımcı olabilirim," dediğimde saçlarını karıştırdı. "Hem şu an benden başkası da yardımcı olamaz sana, hepsi meşgul, görmüyor musun?"
Olduğu yerde hafifçe doğruldu. "Gel bakalım," dedi ve kolunu omzuma atarak destek alıp ayağa kalktı. Şimdi korkum katlanarak büyümeye devam ediyordu.
Adamla birlikte bar kapısından çıkarken şimdi ne yapacağımızı düşünüyordum ki bize yaklaşan Serap Abla'yı görmemle duraksadım. Serap Abla adamın kolunun altına girerken adam kısa bir süre afallasa da umursamamıştı. Serap Abla neşeli kahkahalar ve işveli ses tonuyla adamı kendine çekerken adam tamamen beni unutmuştu bile.
Serap Abla'nın nasıl dışarı çıktığını düşünme fırsatını kendime vermeden adamın kolunun altından çıktım ve zaman kaybetmeden merdivenlerin yanında kalan duvarın dibine sığındım. Bu sefer devreye Umut Abla girmişti. Gözleri benim endişeli gözlerimi bulduğunda yüzündeki tedirginlik uçmuş ve bana sıcak bir şekilde gülümsemişti. Chloe Abla da Umut Abla'nın yanında adımlarını sonlandırmış ve bana bakmıştı. Gözlerini yavaşça yumarak bana güven vermeye çalışmıştı.
İkisi birden otelin giriş kapısına ilerlemeye başladığında hedeflerinde kapıdaki görevlilerin olduğunu anlamıştım. Gündüzleri biz hep o fare deliğinde olduğumuz için kapıda görevli falan olmuyordu ama geceleri tek çıkış yapabileceğimiz kapıda iki adam duruyordu. Siyah takım elbiseleri ve uzun boylarıyla oldukça sert iki adam.
Chloe Abla'yla Umut Abla aynı anda isterik kahkahalar atarak adamlara yanaşmaya başladıklarında adamların dikkati çoktan dağılmaya başlamıştı bile. Umut Abla bir elini adamın omzuna koymuş, diğerini çenesinde gezdiriyor ve gülerek bir şeyler söylüyordu.
Umut Abla adamın kafasını kendine doğru çekip öpmeye başladığında Chloe Abla da diğer adamı kendine doğru çekmiş ve sırtını kapıya çevirmeyi başarmıştı. Umut Abla'nın bana eliyle işaret vermesiyle sessiz adımlarla arkadan kapıya doğru yanaşmaya başlamıştım. Etrafta zaten kimse yoktu. Bütün otel neredeyse bar kısmında toplanmıştı.
Ben dönen kapıdan çıkarken Chloe Abla'yla Umut Abla adamlara çaktırmadan beni izliyorlardı. Kapıdan seri adımlarla uzaklaşıp başımı gökyüzüne çevirdim.
Yüzüme çarpan hafif rüzgâr beni heyecanlandırıyordu. Özgür hissettiriyordu. Ve... sanki uçabilirmişim gibi bir his vardı içimde. Bu müthişti. Saçlarım hafifçe savrulup yüzüme çarptığında bu huylanma hissini sevmiştim. Üşümek bile fazla güzeldi. Adımlarım bana sormadan, beni otelden uzaklaştırmaya başladığında ben sadece etrafa bakınıyordum. Farklı bir dünyadan gelmişim gibi bu şehrin kaldırımları bile yabancıydı bana.
Ayak bileğimde hissettiğim sıcaklık ve gıdıklanmayla başımı aşağıya çevirdim. Her zaman penceremizin önünde pinekleyen minik kedilerden biriydi bu. Ve ben bazen, kollarım demir parmaklıkların arasında acısa da inatla onları seviyordum.
Yavaşça kaldırımın dibine çöktüm. Yumuşak tüylerini severek kediyi kucağıma çektiğimde demir parmaklıklar kolumu acıtmadı. Daha önce bir kediyi hiç kucağımda sevmemiştim. Ama acele etmem gerektiğini biliyordum.
Tekrar ayağa kalktığımda topuklu ayakkabılarımın üzerinde yeterince dengede yürüyemeyeceğimi biliyordum. Ve kötü bir ihtimal de yokluğumun erken anlaşılıp peşime düşülmesiydi. Bu düşünce kalbimi titretmeye yetmişti. Bu gece yılbaşı gecesiydi ve hava oldukça soğuktu ama benim üzerimde mini bir elbiseden başka hiçbir şey yoktu.
Daha önce hiç böyle özgürce koşmamıştım. Ayakkabılarımın üzerinde attığım hızlı adımlar uzun sürmemiş, yaklaşık beşinci adımda düşecek gibi olmuştum. Ayakkabılarımı çıkarıp elime aldım. Annemin bahsettiği karakola varınca her şey bitecekti. Beni çıplak ayakla bu soğukta koşarken görenler "deli" diyebilirlerdi ama umurumda değildi.
Kaldırımın sert ve soğuk zemini ayak tabanlarımdan başlayarak bütün vücudumu etkisi altına alıyordu. Kaldırım boyunca hızımı kesmeden koşmaya devam ettim. Hiçbir zaman koşmak için bu kadar geniş bir alanım olmadığını anımsadıkça hızımı artırdım. Sanki yeterince hızlanırsam ayaklarım yerden yükselecek gibi hissediyordum. İlk defa başımın üzerindeki gökyüzü bu kadar sınırsız, sonsuzdu.
Karşı kaldırıma geçmek için sağıma baktım. Yol bomboştu ve ben tam koşarken soluma bakmaya bile fırsatım kalmamıştı. Solumdan gelen oldukça pahalı ve zengin işi duran araba son anda frene yüklenirken korkuyla olduğum yerde donakaldım. Ellerimi arabanın ön kısmına korkuyla dayarken hâlâ şoka girmiş gibiydim. Sanki araba hareket halindeyken ellerimle onu durdurabilirmişim gibi! Önüme düşen saçlarımı umursamadan derin derin nefes almaya çalışıyordum.
Arabanın kapısının açılma sesini duymamla doğrulmaya çalışmıştım ama bütün bedenime yayılan adrenalin kaskatı kesilmeme sebep olmuştu. Bu korku hareket etmeme izin vermiyor gibiydi.
Kolumda hissettiğim büyük ellerle kendimi hafifçe geriye doğru çekmeyi başarmıştım.
Pek işlek bir caddede değildik. Etrafta neredeyse kimse yoktu. Başımı kaldırıp yüzümdeki saçlarımı arkaya doğru çekmeye çalıştım. Gözlerim dirseğimden tutan adama kaydığında tam anlamıyla yere çivilenmiş gibiydim.
"Salak mısın kızım? Yolun ortasına öyle atlanır mı? Ya fren yapamasaydım? Şu anda beynin asfalta akmıştı," dediğinde sesinde belli bir öfke hakimdi. Ama sanki o da biraz endişelenmişti. Belki de korkmuş.
"E-evet. Bırak," diyerek kolumu çekmeye çalıştığımda biraz daha sıkı tuttu. Ne dediğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu. O an tek bildiğim şey buradan hızla, arkama bile bakmadan uzaklaşmaktı.
"Ne evet? Bu yaşında yolda nasıl yürüyeceğini de ben mi öğreteceğim?" diye söylenmeye devam ederken hafif alkol kokan nefesi burnuma kadar gelmişti. Neden bu kadar sinirli olduğunu anlayamıyordum. Üstelik içmişti.
Tek yaptığı beni daha fazla korkutmaktı.
"Bırakır mısın artık!" diye uyarıp kolumu çekmiş ve korkuyla ona arkamı dönmüştüm. Tam seri bir adım atmaya yeltenmiştim ki ayakkabılarımı tuttuğum elimin bileğinden kavrayarak tekrar ona dönmeme sebep olmuştu.
Gözleri önce elimde tuttuğum ayakkabılara kaydı. Biçimli kaşları şaşkınlıkla havalanırken bakışlarının bir sonraki durağı, haliyle, çıplak ayaklarım olmuştu. Bir süre orada oyalanan gözleri şaşkınlıkla, hafifçe açıldı. Gözleri en sonunda yüzümü bulduğunda bir el boğazımı sıkıyormuş gibi nefesimi tutmam gerekmişti. Aramızdaki gerilim göğsümün üstüne bastırıyor ve kalbimin korkuyla hızlanmasına neden oluyordu.
En az ona çarptığım andaki kadar yakındık ve gözleri yine yüzümü bulunca hafifçe yumuşamıştı. Gözleri gözlerime tam anlamıyla kilitlenirken zorlukla yutkunmadan edememiştim. Gözleri hafifçe kısılırken kaşları çatılmıştı. Dudakları aralanmış, söyleyecek bir şeyler arıyor gibiydi.
"Sen..." diye mırıldandığında bu sefer yutkunamadığımı fark ettim. "Sen... Sen o kız değil misin?" Yüzümdeki makyajdan dolayı emin olamadığını anlamıştım.
Beni ilk gördüğünde üzerimde baskılı bir tişört ve tayt vardı. Bir de pembe üzerine beyaz benekli saç bandını başıma dolayıp yandan fiyonk şeklinde bağladığımı unutmamak gerek. Ya şimdi? Üzerimde bir gece elbisesi, yüzümde yaşımla tamamen ters orantılı ağır bir makyaj vardı ve bunların hepsinin beni değişik göstermesi çok normaldi!
"Bırak!" diye direttiğimde yüzündeki şaşkınlık yavaşça dağıldı.
"Evet... osun!"
Tekrar bileğimi çekmeye çalışmıştım. "Lütfen bırak!" Fısıldayan sesim oldukça zayıflamıştı.
"Osun, değil mi?" diyerek emin olmak ister gibi yüzünü daha da yüzüme yaklaştırmaktan kaçınmamıştı. Gözlerimden içimi görebiliyormuş gibi hissediyordum. O kadar dikkatli bakıyordu ki!
"Evet. Ne olursun bırak!" Kahretsin! Sesim resmen yalvarır gibi çıkıyordu ve yine kahretsin ki sanırım ben gerçekten yalvarıyordum!
"Sen... senin ne işin var burada? Dışarıdasın! Dışarıya çıkmanız, otelden çıkmanız yasak!" dediğinde hafifçe kirpiklerimi kırpıştırdım.
"Bırak artık!" diye direttiğimde alaycı bakışları ve bileğimi tutan eli oldukça sertleşmişti.
"Cevap ver!" diye ikaz etti dişlerinin arasından.
"Lütfen!" diye mırıldandım bir tek. Olay oldukça açıktı.
Kaçıyordum!
Bunu anlamak içinse dâhi olmaya gerek yoktu.
"Saçmalama! Yürü çabuk!" diye sert bir sesle kolumdan çekiştirdiğinde geriye doğru kaçmaya çalıştım ama tutuşu çok sıkıydı. Bir kelepçe kadar da sert.
"Lütfen beni geri götürme. Lütfen!"
"Bin şu arabaya," diyerek sürücü koltuğunun yanındaki kapıyı açmıştı. Beni içeriye sokmaya çalışırken ben ellerimi kapının yanlarına koymuş, resmen binmemek için direniyordum.
"Bırak lütfen! Lütfen! Bırak gideyim," diyerek ona döndüğümde bir süre yüzüme baktı. Yüzünde ufacık bir duygu aradım. Çabam nafileydi. Beni arabanın açık kapısına doğru sıkıştırırken zorlukla yutkunmaktan başka elimden hiçbir şey gelmedi.
Bedenini bana bastırırken nefes alamadığımın farkındaydım. Gözlerini acımasızca boyalı dudaklarıma dikti. İçimde bir şeyler gerçekten eziliyordu. Gözlerini, başını kaldırmadan kısa bir süreliğine gözlerime çevirdi. Korkuyla ve endişeyle ona bakan gözlerimi fark etmişti. Tekrar dudaklarıma odaklandı ve yüzünü yüzüme doğru yanaştırmaya başladı.
Gözlerimi kapamamak için kendimi zor tutuyordum.
"Bin," diye fısıldamasıyla gerçek dünyaya dönerken boşluğumdan faydalanmış, beni arabanın içine sokmayı başarmıştı. "İnmeye kalkma. Canın yanar!" diye uyarmayı, daha doğrusu tehdit etmeyi de unutmamıştı. Kapıyı sert ve gürültülü bir şekilde çarpmasıyla koltukta geriye çekilmiştim.
Şimdi kapıyı açıp kaçsam anında beni yakalardı. Bacakları benimkilerden daha uzundu ve kuvvetli görünüyordu. Benim adımlarımın onunkiyle yarışması imkânsızdı. O yüzden arabaya binmesini bekledim. Sürücü koltuğuna oturup kemerini takmaya yöneldiğinde ona fark ettirmeden elimi kapıya uzatmaya çalışmıştım ama arabada duyduğum "tık" sesiyle durmak zorunda kaldım.
Gözleri anında kapı kolunda duran parmaklarıma kaydığında yüzündeki alaycı ifade apaçık ortadaydı. Çok uyanıktı. Düşündüğümden fazla. Yine de bir umut kapıyı açmaya çalışmamla daha da geniş güldü. Ama emin olmuştum ki kapılar kilitlenmişti! Aman ne harika.
"Lütfen. Niye beni oraya götürüyorsun? Bıraksan ne kaybedersin? Lütfen ya! Bırak gideyim işte. Beni oraya götürme, lütfen! Lütfen götürme!" diye konuşmaya devam ederken yüzüme bile bakmıyordu. "Çok korkuyorum. Lütfen!" İşte, dikkatini çekmiştim. Ciddi bakışları yüzümü buldu.
"Neden?" Yine de arabayı çalıştırdı.
"Ben... biliyorsun! Yapamam, korkuyorum. Sadece korkuyorum, anladın mı?" Ah, mantıklı bir cümle kurabilmeyi ve derdimi apaçık anlatabilmeyi ne çok isterdim. Ama doğru kelimeleri içimdeki kargaşadan bir türlü çekip alamıyor, bir araya getiremiyordum.
"Daha önce bu konu hakkında tecrübe edinmedin mi?" dediğinde irileşen gözlerimden çok yanan yanaklarım canımı sıkmıştı.
"Saçmalama. Oradan bakınca yirmi yaşında falan mı görünüyorum? Henüz on altı yaşındayım! Kaç yaşında tecrübe edinmiş olabilirim? On yaşında falan mı?" diye dehşetle sorduğumda tekrar yüzüme baktı.
"Çok daha büyük görünüyorsun. Bu çirkin makyajı sana kim yaptı?"
"Sana ne?" diye onu terslediğimde alaycı ifadesi geri dönmüştü bile. Çıldıracaktım!
"Hâlâ atar yapmaya çalışıyorsun. Kes artık sesini!" dediğinde çoktan otelin önüne gelmiştik bile. Arabadan inmesiyle benim kapımı açması neredeyse bir olmuştu. Kolunu belime sımsıkı bir şekilde sararken kulağıma eğildi. "Zorluk çıkarma ve hiçbir şey çaktırma. Yoksa kaçtığını anlarlar ve ben de seni o itlerin eline veririm," diye tekrar tehdit ettiğinde korkuyla başımı sallamıştım.
İşte, başladığım yere geri dönmüştüm.
Beni otele sokup asansöre yönlendirirken adımlarımı bile zorlukla atıyordum. Rezilin tekiydim! Otelden rahatça çıkmış, sokakta yakalanmayı başarmıştım! Beceriksizdim. Tam anlamıyla!
"Nereye gidiyoruz?" diye fısıldadım korkuyla. Asansörün kapıları kapanırken ciddi bir ifadeyle bana döndü. Yüzünden, ifadesinden tek bir anlam çıkaramıyor olmak canımı o kadar çok sıkıyordu ki...
"Odama."
Ne yapmalıydım? Parmak uçlarım üşüyor, avuçlarımın içi terliyordu.
Asansör durup kapıları yavaşça açılmaya başladığında yine sertçe kolumdan kavramasını beklemiştim ama o yüzüme bile bakmadan yanımdan geçerek asansörden çıktı. Arkasına bile bakmadan koridor boyunca yürümeye başladığı anda tek yapabildiğim, boş bakışlarımı sırtına dikmek olmuştu. Şu anda onun odasına girmek yerine kaçmaya çalışmak daha iyi bir fikirdi ama artık otelin içindeydik ve kapıdaki görevlilerin gece boyunca, bütün kızlar bodrum kata kilitlenene kadar orada duracaklarını biliyordum.
Ve artık dikkatlerini dağıtmak konusunda bana yardım edecek biri olmadığı için bu otelin içinde kaçabilecek hiçbir yerim yoktu. Yani bu çabam sadece fazladan olay yaratmak ve belki de Çınar'ı sinirlendirmek demekti. Çınar buna sinirlenebilir ve kaçmaya çalıştığımı Neriman'a söyleyebilirdi. Bunun yüzünden cezalandırılabilirdim. En önemlisi, sadece ben değil, bana yardım eden herkes ceza alırdı.
Annem ve diğerleri... Hepsinin başları benim yüzümden belaya girerdi ve ben bunun olmasını istemiyordum. Sırf bu yüzden Çınar'ı sinirlendirmek en son istediğim şey bile değildi.
Bu yüzden ayaklarımı sürüye sürüye peşinden ilerlemeye başlamıştım. Ellerimin titremesini durdurmak için mi, yoksa korktuğumdan mı bilinmez, elimdeki ayakkabıların tuttuğum bant kısmını iyice sıkıyordum. Diğer elim ise boş olduğundan tırnaklarım avuç içime batıyordu.
Çınar, sonunda bir kapının önünde durunca ben de birkaç adım gerisinde durdum. Cebinden çıkardığı kartı kapıya sokarken dikkatle hareketlerini izliyordum. Kapıyı içeriye doğru iterek iyice açtı ve kafasıyla girmem için işaret verdi.
Titreyen dizlerim bana kesinlikle kolaylık sağlamıyordu. Yavaşça içeriye girerken o da benim peşimden girmiş ve kapıyı yavaşça kapatmıştı. Şimdi arkama dönüp ona bakmaya cesaret edemiyordum.
Bu oda çok fazla konforluydu.
Ortada kocaman, yuvarlak ve siyah ipek tarzı nevresimlerle örtülmüş bir yatak vardı. Aynı derecede kocaman ve gösterişli bir yatak başlığı. Tavandan sarkan büyük ve parlak avize, tabloyu tamamlıyordu. Kocaman bir pencere bir duvarı neredeyse tamamen kaplıyordu. Banyo kapısı olduğunu düşündüğüm ayrı bir kapı ve büyük bir dolap daha vardı.
Odanın tamamı kesinlikle bizim kaldığımız yatakhaneden daha büyük görünüyordu.
Oldukça gösterişli ve zengin işi bir otel olduğu belliydi. Eminim ki çok fazla para kazandırıyordu. Ama neden hâlâ otelin sahibi otelde gizli bir genelev işletiyordu ki?
Bu fazla saçmaydı.
Çınar'ın arkamdan yaklaşan adımlarını hissetmemle bütün düşüncelerimi yarım bırakmıştım. Onun, bana yanaşan ayak seslerine kulak kesildim. Elini dirseğimde hissetmemle içim ürpermeye başlamıştı. Parmak uçları dirseklerimden bileğime doğru kayarken nefes alıp verişim çoktan son bulmuştu.
Önüme geçerken gözlerimi kaçırmak istemiştim ama gözlerinin tek hedefinde gözlerim vardı ve bu imkânsızdı. Hiçbir duygu seçemiyordum. Titrediğimi hissetmişti. Parmak uçlarıyla çeneme dokundu ve yere eğmiş olduğum başımı, kendi yüzüne doğru kaldırdı. Yüzü her saniye bana biraz daha yanaşırken gözlerimi ondan ayıramadan kendime kaçacak bir yer arıyordum. Bir yandan da bedenim kaskatıydı.
Yaklaşmasını önlemek için elimi göğsüne yasladığımda hafifçe güldü. Bunu o kadar sık yapıyordu ki artık gülüşü sinirimi bozuyordu. Daha doğrusu her şeyiyle sinirimi bozmayı başarıyordu, sadece gülüşüyle değil. Geriye doğru bir adım atmaya çalıştığımda kolunu belime sarmış ve beni kendine çekmişti. Çenesinin altına geliyordum. Artık titrediğimi daha rahat hissedebilirdi.
"Adın ne?" diye sorduğunda çenesine indirmiş olduğum gözlerimi mecburen tekrar gözlerine dikmiştim. "Bunu sana istersem söyleteceğimi biliyordun. Söyle bakalım. Adın ne?" diye fısıldamaya devam etti.
"Seni ilgilendirmez," dedim kesin bir sesle.
İş bir nevi inada binmişti ve ben tükürdüğümü yalamazdım.
"Hâlâ dik başlılık yapıyorsun. Öyleyse bu gece canın çok acıyacak," dediğinde sanki kalbim duracaktı. Midem eziliyordu. Bu lafları sindirmek çok zordu. Korkuyordum! Lanet olsun, korkuyordum! Bu duygu çok iğrenç ve güçlü bir duyguydu!
"Bunu yapma," diye çatlak bir sesle fısıldadığımda hafifçe çenemi okşadı. Yüzündeki alaycı gülüş genişledi.
"Yalvaracak mısın?" diye sordu.
Kaşlarımı çatıp başımı dikleştirdim ve kesin bir şekilde kafamı iki yana sallayarak itiraz ettim. "Asla!"
"Öyleyse hazırsın," dediğinde ses çıkarmamış olmam ona gerekli cevabı vermiş gibiydi. Yüzünü boynuma indirirken korkuyla daha fazla titremeye başladım.
Onun nefesini bu kadar yakınımda hissetmek tenimde bir şeylerin ısınmasına sebep olmuştu. Belki korkudan, belki... Bilemiyordum işte.
Beni yerden kaldırmak için elini uzattığında onun teniyle zaten tanışmıştım. Kitaplarda okuduğum o hayali prenslerden biriyle bir gün tanışacağımı ummuştum hep. Böyle damdan düşer gibi olacağını düşünmemiştim?
Sanki elini uzatıp beni aniden kendine çektiğinde sadece bedenimi değil, ruhumu da kendine çekmişti. Bedenim hızla onunkine çarptığında sanki acımazsız bir gerçek de o an yüzüme çarpmıştı.
Bunu itiraf etmek belki de çok komikti ama hayatıma uğrayıp tekrar yoluna devam edecek bir erkek benim kalbimi hızlandırmaya yetmişti. Parmak uçlarımı uyuşturmuştu. Onun gözlerine baktığımda bir el kalbimi o kadar sıkmıştı ki nefes alamayacağım sanmıştım. Daha da kötüsü, ben onun yolunun üzerinde duran bir taştan ibaret olacaktım, o küçük bir an duraksayıp yoluna devam edecekti.
Belki de tek sebebi hep, içten içe bu anı beklemiş olmamdı. Okuduğum her kitapta, kurduğum her hayalde bir gün böyle bir karşılaşma beklemiştim. Herhangi biriyle, okuduğum kitaplardaki gibi saf bir duyguyu paylaşmak istemiştim.
Küçüktüm daha... Eğer burada, bu odada bana istemediğim bir şey yaparsa ben onun gibi birini sevemezdim. Benim ne kadar korktuğumu, canımın ne kadar acıyacağını bile düşünmeyen birinin, benden koca bir çocukluğu çalan kişinin benden tek kazanabileceği şey nefret olmalıydı.
Bir süre bekledim ama... hiçbir şey yoktu. Dudaklarını boynumda falan hissetmiyordum. Ama yüzü hâlâ boynuma doğru eğik bir şekilde duruyordu. Hiçbir şey yapmadan. Sanki düşüncelerimi duymuş bir şekilde harekete geçmişti. Saçlarımı omuzlarımın üstünden atarken burnunu enseme doğru hafifçe sürtmüştü.
Kafasını yavaşça kaldırıp gözlerini kısa bir süre yüzümde gezdirdi ve dirseğimin üzerinden duran elini bileğime doğru kaydırarak beni yatağa doğru yürütmeye başladı. O an korktuğum şey canımı acıtması değildi. O an korktuğum şey, bunu onun yapacak olmasıydı. Onun bana ilk dokunuşu güven vericiydi ve ben daha önce erkek cinsinden, babasını bile tanımamış bir kız çocuğu olarak ona güvenmiştim. Kısacık bir süre olsa da bana yardım etmişti.
Ona karşı içimde bir şeyler deniz gibi kabarıyordu. Hayatında hiç deniz görmemiş bir kız olarak bu betimlemeyi yapmış olmam bile kulağa komik geliyordu. Bu öyle bir şeydi ki onun her şeyini örtbas ediyordu. Alt tarafı beni düştüğüm yerden kaldırmış ve iyi olup olmadığımı sormuştu ama ben onun gözlerinde bir sıcaklık gördüğümü iddia ediyordum, küçücük bir anlığına da olsa. Gözlerinden çok, o bakışlar ona inanmama sebep oluyordu. Asansördeki konuşmasının bile üstünü örtüyordu. Bana hiç öyle bakmamış olsaydı, beni kaldırdığında dengemi kuramadığım için tek kolunu belime sarmasaydı, ben ilk defa yabancısı olduğum bir teni o kadar tenimde hissetmeseydim yine aptal gibi sorgulamadan kendimi ona güvenmeye zorlar mıydım?
Yatağın kenarında durduğunda gözlerine bakmaya fırsatım olmuştu. Bakışları yumuşamış gibiydi. Tekrar kolunu belime sarıp beni yatağa yatırırken o da benimle birlikte üstüme eğilmişti.
Kemerini çıkarırken ona bakamayacağımı biliyordum. Korkuyla gözlerimi sımsıkı yumduğumda yüzünü yine çok yakınımda hissedebiliyordum. Parmak uçları omzumdan köprücükkemiğime doğru kayarken hiçbir şey yapmadan onu bekliyordum.
"Gerçekten korkuyorsun," diye fısıldadı kulağıma doğru.
"Evet," diyebildim yalnızca.
Üzerimden kalkarken gözlerimi zorlukla açtım ve açık söylemek gerekirse bunun için çaba sarf etmem gerekmişti. Vazgeçmiş olabilir miydi? Evet, bu kesindi. Hayır. Tişörtünü altından tutarak yukarıya doğru kaldırdı ve başından çıkardı. Kararlıydı. Korkum katlanıyordu. Tişörtü yere attığında hafifçe yutkundum ama bu sefer bana yaklaşmak yerine dolaba doğru ilerlemeye başladı. Dolaptan rahat bir eşofman altı ve açık mavi bir tişört almıştı.
Tekrar bana yaklaşırken onu izliyordum.
Tişörtü bana doğru atmasıyla elimde olmadan irkilmiştim.
"O elbiseyle yatabileceğini düşünmüyorum. Bu gece de burada durmak zorundasın. Şimdi aşağıya inemezsin çünkü sabah altıya kadar yatakhane kapınız açılmıyor." Bunu nereden biliyor olabilirdi? "Sabah uyandığında aşağıya inersin. Hadi," dediğinde tişörtü elime aldım ve hafifçe kaldırdım, bana kısa gelecekti.
"Bunu neden yapıyorsun?" dedim fısıltı gibi çıkan sesimle.
"Neden mi yapıyorum?" Karışık saçlarını eliyle gelişigüzel düzeltir gibi yaptı. "Karşılık bile vermiyorsun, korkuyorsun, küçüksün ve istemiyorsun. Bunların hepsi birleştiğinde seninle birlikte olmuş olmuyorum. Sana tecavüz etmiş oluyorum. Karşılıksız bir şeyden tatmin olabilecek kadar aşağılık biri gibi mi duruyorum?"
Yüzüm kasılmıştı. Bu kesinlikle mantıklıydı.
"Adi bir tecavüzcüye benzeyen yanım mı var?" diye devam etti kaşlarını çatarak. "Şöyle bakma. Seninle ilgili bir şey değil. Bir kıza, henüz on altı yaşındaki bir kıza zorla sahip olacak kadar karaktersiz değilim. Sen daha çocuk sayılırsın." Madem bütün bunların farkındaydı, beni ne diye bu kadar korkutmuştu?
"Pekâlâ," dedim uzatmak istemediğimden. Bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Ama haklıydı. Zaten evet... bu tecavüze giriyordu. Hoş, buraya gelen başka kimsenin bu kadar duyarlı davranacağını sanmıyordum ama yine de ne kadar geç o kadar iyiydi. Belki de benim yaşlarımda bir kız kardeşi falan vardı ve bu şekilde basit bir empati kurmuştu. Bu olasıydı. Tişörtün boyuna tekrar baktım. "Ama bu biraz kısa olmaz mı?" dediğimde bu sefer tekrar güldü.
"O kadınların arasında yetiştin ve giyeceğin şeyin boyuna mı bakıyorsun? Gerçekten mi? Zaten sana, erkeklere kendini teşhir etmeni öğretmediler mi?" Onunla kavga etmek istemediğimden cevap vermemek için dişlerimi sıktım, derin bir nefes aldım ama sonuç olarak kendimi ona hararetle cevap verirken buldum.
"Onlar sandığın gibi kötü kadınlar değiller." Hiçbiri için o kelimeyi dahi kullanamazdım çünkü onlar benim ailemdi. Haz etmediklerim için bile duyarlı olmak zorundaydım çünkü bu yaşıma kadar bütün hayatımı onlarla paylaşmıştım. "Yaptıkları şeyden memnun olduklarını mı sanıyorsun? Hepsi burada zorla tutuluyor. Her ay neredeyse en az iki kişi bebeğini düşürmek zorunda kalıyor. . Üstelik bu sadece şerefsiz ve insaniyet yoksunu birkaç adam fazladan para kazansın diye yapılıyor. Kadınların bebekleri ölüyor ve ayrıca günlerce yataktan çıkamadıkları oluyor. Dövülüyorlar, aşağılanıyorlar. Sen onları dışarıdan görüyorsun. Ama o çirkin makyajlı suratlarının ardında gizledikleri bir dünyaları var. Eğer bir kere, sadece bir gece onların yanında olabilseydin, bir gece onların hayatına tanık olabilme şansın olsaydı mutlaka birilerinin o kirli, paslı tuvalete kapanıp iç çeke çeke ağladığını görebilirdin. Ya da bir başka kadının elinde aynayla morluklarına iğrenerek baktığına şahit olabilirdin. Ya da bir başka kadının aylık döngüsü bozulduğu için korkuyla hamile kalmış olmamak için bütün kalbiyle dua ettiğini görebilirdin. O zaman aslında onların ne kadar çaresiz ve özünde iyi insanlar olduklarını da görebilirdin. Ama sen de onlara üstten bakıyorsun. Diğerleri gibi," diyerek sözlerimi sonlandırdığımda kaşlarını kaldırmış beni dinliyordu. Yavaşça yanıma yaklaşmasını izledim, üstü hâlâ çıplaktı. Tek ayağını kalçasının altına alarak, yatakta, hemen yanıma oturdu. Afallamış görünüyordu.
"Senin burada çalışan bir eskortun kızı olduğunu öğrendim? Yani o buraya geldiğinde sen de var mıydın yoksa sana burada mı hamile kaldı? Ama burada kalsa onun da bebeğini düşürürlerdi?" dediğinde gözlerimi yere dikmiştim. Annemden bahsediyor olması canımı sıktı. Yine de bu sorunun cevabını ne zamandır merak ettiğini düşündüm.
Bu gece bana aklımdan geçen şeylerin hiçbirini yapmadığı ve hatta kendince anlayışlı yaklaştığı için ona en azından sorusunun cevabını vermem gerektiğini düşündüm. Garip bir şekilde de ona kendim hakkında bir şeyler anlatmak istiyordum.
"Annem... burada hamile kalmış. Yani benden önce de. Defalarca. Ve defalarca da düşüğe zorlanmış." İçimde hâlâ devam edip etmemek konusunda bir ikilem vardı. Onun benim hakkımda bir şey bilmesi bana ne kazandıracaktı? Ona ne kazandıracaktı? "Yani acımamışlar ona, anlıyor musun? Hem kadınların korunması için hiçbir önlem almıyorlar hem de bu durumda onları bebeklerinden vaz geçmeye zorluyorlar.. Sadece nadiren anlaşmalı birini getiriyorlar ve kadınlara iğne yaptırıyorlar. Ama bu sadece bir ay falan sürüyor. Onun dışında hamile kalmamaları için hiçbir güvenceleri olmuyor! Kendilerince ilkel bir kürtaj yöntemi bulmuşlar ama ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır. Kürtajdan çok cinayet, belki de vahşet demeliyim. Küçücük bir canlının hayatına henüz annesinin karnındayken son veriyorlar ve bu o kadar ağır ki, tahmin bile edemezsin. O üstten baktığın, beğenmediğin kadınlar günlerce yataklaeından kalkamıyorlar. Bu tam tamına benim annemin başına iki kere gelmiş. Son seferde de çok kan kaybettiği için doktor çağırmak zorunda kalmışlar." Düzgün kelimeleri seçmek konusunda zorlandığımı hissedebiliyordum. "Yani annem... güzel bir kadın. Onu kaybetmek istemedikleri için. Her neyse. Doktor bir daha hamile kalamayacağını söylemiş." Zorlukla kendimi ona dönmeye zorladım. Yüz yüze geldiğimiz o an yüzünde meraklı bir ifade yakalamıştım.
"Sonra?" dedi sakin bir sesle.
"Annem eskiden... çocukları severmiş işte. Hep bir kızı olsun istermiş. Onu anlayan, ona arkadaşlık yapan. Sonra annem tekrar işe çıkmaya başladıktan birkaç ay sonra bana hamile kalmış. Bunun son şansı olduğunu düşündüğü için kimseye söylememiş. Zaten neredeyse altı ay karnı belli olmamış, sonra da yedinci ayda mı ne ben doğmuşum. Neriman öğrendiğinde annemi bir güzel dövmüş. Sonra beni zengin ve çocuğu olmayan bir aileye satmak istemişler ama sonra burada büyürsem onlara daha çok para kazandıracağımı düşündükleri için vazgeçmişler. Bebekken falan başımda dönüşümlü olarak eskort ablalar kalıyordu. Birkaç yıl önce geceleri tek başıma kalmaya başladım. Ama artık tek başıma kalmama izin vermiyorlar. Neriman, on altı yaşıma geldiğimde işe çıkacağıma dair annemle anlaşma yapmış. Yani bu yılbaşına kadar. Artık on altı yaşındayım. Ve bu benim kaçınılmaz sonum," dediğimde bakışlarının artık eskisi kadar sert olmadığını görebiliyordum.
Neden anlatıyordum ona? Dilim benden izin almaya gerek dahi duymadan bütün hayatımı ortaya döküyordu. Sanki ona anlatırsam onun gözünde kendimi aklayacakmışım gibi hissediyordum. Beni büyüten, her zaman varlıklarını hissettiren, güvende olduğumu hissettiren o kadınları savunma gereği duyuyordum.
Bir kişi olsa da, sadece tek bir kişi olsa da onların yaşadıkları bu hayatta hiçbir suçlarının olmadığını bilsin istiyordum.
"Peki... adın ne?" diye sordu.
Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Bir yandan da gülmek istedim. O kadar komik bir anın içinde gibi hissediyordum ki kendimi. Her şey çok saçma ilerliyordu. Şu an itibariyle hayatım hakkında bu kadar çok şey bilirken sadece adımı bilmiyor olması saçmaydı. Hayatım hakkındaki gerçekleri ona bu kadar açmışken adımı söylememiş olmam saçmaydı.
"Sahra... Annemin deyişiyle, onun hayatını temsil ediyormuşum," dediğimde buruk bir şekilde gülümsemeden edememiştim. "Sahra... bu dünyanın değil, annemin en büyük çölü. Yani onu tanıyanlar böyle derdi. Sadece bu kadar."
"Sahra..." diye mırıldandığında adımı onun sesinden duymak çok garip hissettirmişti. Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırmış, başımı önüme eğmiş, sadece yere bakıyordum. "İlk başlarda... her neyse. Sana zarar vermeyeceğim. Şimdi uyuyabilirsin," dedi.
Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Bu gece bana dokunmuyorsun diye sana minnet mi duymam gerek? Bu gece belki hiçbir şey yok ama yarın gece. Ondan sonraki gece? Bıraksaydın da gitseydim ya! Niye beni tekrar bu bataklığa soktun? Sen adi herifin tekisin!" dediğimde onun da yüzü kasılmaya başlamıştı. "Bana lütfediyormuş gibi konuşma, ukala! Bu gece bana dokunmayarak yardım ettiğini mi sanıyorsun? Yarın bütün kâbus kaldığı yerden bütün acımasızlığıyla devam edecek! Seni iyi niyetli çocuk!" diye alaycı bir şekilde dişlerimin arasından konuştuğumda yüzümdeki buruk gülümseme bile gözyaşlarımın akmasına engel olamamıştı.
"Haklısın, tamam. Ama ne sanıyorsun ki? Burada doğmuş, burada büyümüşsün. Kaç kere dışarıya çıktın? Kaç kere yağmurda ıslandın en basitinden? Burası İstanbul kızım! Dışarısı buradan daha mı güvenli sanıyorsun? Sen dış dünyayı bilmiyorsun. Henüz on altı yaşındasın. Dışarısı da en az burası kadar tehlikeli!" dediğinde kaşlarım çatılmıştı.
"Karakola sığınacaktım!" diye ters bir şekilde cevap verdiğimde güldü.
"Ne sanıyorsun? Ne diyerek sığınacaktın? Yüzlerce kadın karakollara sığınır önce. Ama kimsenin umurunda olmazlar. Orada gerçekten seninle birinin ilgileneceğini mi düşünüyorsun? Hayatının sonuna kadar karakolda mı yaşamayı planlıyordun? Ne de olsa bu kızın ailesi yok, peşinden gelen biri yok, peşine düşen biri yok diyerek neler yapmaya kalkarlar biliyor musun? Bilmiyorsun. Nereden bileceksin?" dediğinde sinirle dişlerimi birbirine bastırdım. Bir de kendini mi haklı çıkarmaya çalışıyordu?
"Ha burası daha güvenli yani," dedim ve sinir bozucu olduğuna emin olduğum bir şekilde kıkırdadım. "Dışarıda başıma gelebilecek şeyler ne? Aynılarını burada da yaşayacağım, ikisi arasında ne fark var ki? Sadece buranın sahipleri, o üç orospu çocuğuna para kazandıracak olmam mı?" dediğimde çenesi seğirmeye başlamıştı. Ve o an ben de hayatımda ilk defa böyle bir küfür ettiğimi fark ettim, yine de umursamam gerektiğini düşünmüyordum.
"Düzgün konuş," diye beni uyardığında hafifçe kaşlarımı kaldırdım.
"Allah Allah!" dedim. "Sana mı soracağım?"
"Sen ne sinir bozucu, bücür bir şeysin ya! Ben sana yardım edeceğim. Artık kapa o çeneni ve üstünü değiştirip yat uyu!" diye istediği şeyleri sıralarken öfkeyle saçımı geriye attım.
"Sen nasıl yardım edebilirsin ki? Sen de sıradan bir müşterisin. Senin dediklerini bir yerlerine bile takmazlar! Üstelik kaç yaşındasın, yirmi bile olmadığına yemin edebilirim! Sen bana yardım edemezsin!" diye homurdandım.
Hafifçe gülmüştü. "Orasını bana bırak."
Daha fazla uzatmak istemediğimden tişörtü elime alarak ayağa kalktım ve odadaki diğer beyaz kapıya doğru ilerledim. Arkamı döndüğümde bana baktığını görmüştüm. Ondan onay beklediğimi fark etmiş gibi kafasını sallamasıyla kapıyı araladım.
"On dokuz." Yavaşça ona dönüp ne demeye çalıştığını anlamaya çalıştım. "Yaşım." Aferin, bana ne faydası varsa sanki? Omuzlarımı silkerek araladığım kapıdan içeri girdim ve cevap verme gereği duymadan kapıyı kapattım.
Oldukça güzel bir banyo karşımdaydı. Oldukça temiz ve güzel kokuyordu. Lavabonun üstünde kocaman bir ayna vardı, çerçevesi altın rengindeydi. İnsan bu banyodan ömür boyu çıkmak istemeyebilirdi. Hem büyük, hem ferah hem de oldukça gösterişliydi. Ayaklarımın altında yumuşacık bir kilim vardı.
Üstümdeki elbiseyi hızlıca çıkarıp bana verdiği tişörtü üstüme geçirdim. Kalçalarımın biraz aşağısına geliyordu. Tişörtü kafamdan geçirirken burnuma ağır ama çok hoş bir koku gelmişti. Yerden kaldırırken beni kendine çektiği anda da burnuma böyle bir koku gelmişti. Tişört aynı onun gibi kokuyordu. Çok güzeldi ve sanki başım dönüyordu.
Aynadaki yansımamla göz göze geldiğimde yüzümdeki hafif tebessüm anında silindi. Gerçekten çok olgun duruyordum. Çok ağır bir makyajdı bu. Yüzümü hızla yıkamaya başladığımda ucuz kozmetik ürünler yüzüme daha da bulaşmaya başlamıştı. Defalarca yıkamaya devam ettim. Yüzüme yapışmış bir maske gibi çıkartamıyordum. Elim tam asılı, kenarları altın rengi beyaz havluya gitmişti ki onu kirletmemek için klozetin yanındaki tuvalet kâğıdına uzandım. Yüzümü iyice kuruladıktan sonra sonunda aynada alışık olduğum kişiyi görebilmiştim.
İşte bu bendim!
Saçlarımın dalgaları bozulmuş ve ön kısımları ıslanmıştı. Derin bir nefes aldım. Sonunda elbisemi elime alıp banyodan çıktım. Çınar yatağın üzerinde oturmaya devam ediyordu. Elbiseyi tekli koltuğun üzerine koyup karşısında durdum.
Onun karşısında sadece bir tişörtle duruyor olmak kötü hissettirdi. Üstelik tişört de ona aitti. Gözlerini bir an bacaklarımda hissetmek hiç zor olmamıştı. Baştan ayağa beni süzüyordu. Bacaklarımı saklamanın bir yolu yok muydu? Gözleri üzerimdeki tişörtte oyalandı, sonra saçlarımda. Tişörtü çok fazla boldu.
Ne yapmam gerektiğini bilmediğimi fark etmişti.
"Yatabilirsin," dediğinde kaşlarımı kaldırdım.
"Yatakta mı?"
"Yerde mi yatmak isterdin? Elbette yatakta."
"Birlikte mi?" dedim çocuksu çıkmasına engel olamadığım meraklı sesimle.
"Gir şu yatağa."
Hafifçe örtüyü kaldırıp içine girdim. Yatak gerçekten oldukça yumuşak ve rahattı. Yayları sırtıma batmıyordu. Hatta hissetmiyordum bile. Sanki bir pamuk yığınının içinde yatıyormuşum gibi. Ya da küçük bir bulut parçasının üstündeymişim gibi...
O da öteki tarafa yatmıştı. Hafifçe ondan uzaklaşarak yatağın en ucuna geçtim.
"Düşeceksin," diye dalga geçti bu sefer.
Tam onu umursamadan arkamı dönecektim ki gerçekten düşüyordum. Kolları belime dolanırken nefesim hızlandı. Başımı çevirip omzumun üstünden ona baktığımda kafasının hemen dibimde olduğunu gördüm. Bir süre ela gözlerine bakıp sonra hemen toparlandım. Beni kendine doğru çekerken yatağın ucundan uzaklaştırmıştı.
Gövdesine yasladığım sırtımdaki sıcaklık bana kendimi çok fazla güvende hissettiriyordu. Kolları karnımın üstünden sıkıca dolanmıştı ve alnını omzumun üstüne dayamıştı. Nefes alıp verişini ensemde hissedebiliyordum.
"Bırak," diyerek bileklerinden tuttuğumda daha da sarıldı.
"Kal böyle."
Niye öyle kaldım bilmiyorum?
Bir çift kolun daha önce hiç bu kadar güvende hissettirebileceğini düşünmemiştim. Kolları o kadar sıkıydı ki bütün bedenimi kendi bedenine yaslamayı başarıyordu. Sanki etrafımızda dönüp duran, koca bir hortum vardı ve onun kolları beni olduğum yere sabitliyordu. Sanki beni bıraksa boşluğa düşecekmiş gibi hissetmeme sebep olacak kadar sıkıydı tutuşu.
Onunla göz göze geldiğimde karnımın içinde bir şeylerin hızla kanat çırptığını ve dışarıya çıkmak istediğini hissediyordum. Karnım ağrıyordu. Ama o lanet çenesi açılınca kalbimde bir şeyler ezilmeye başlıyordu.
Gözlerimi ona duyduğum yoğun güven duygusuyla kapatırken düşünceler beynimden çekilmemek için kıvranıyordu.
Korkuyordum.
Yarın sabah aşağıya indiğimde neler olacağını çok merak ediyordum.
Annem ve diğerleri beni karşılarında görünce ne olacaktı?
Korkuyordum.
Çınar'ın bana yardım edebilme olasılığı çok düşüktü ama ona sebepsiz yere çok fazla güveniyordum ve bu beni korkutuyordu.
Yarın, yeni yılın ilk sabahı, her şey benim için kaldığı yerden, çok daha zor bir şekilde devam edecekti.
Buna neredeyse emindim!♠ B Ö L Ü M S O N U ♠
Yorumlarınızı, görüşlerinizi ve düşüncelerinizi bekliyorum ♥!

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahra
Romance- 19 Mayıs 2015 tarihinde yayımlanmaya başlanmıştır - Yaşayacağım hayatı biliyor olsaydım yine doğmak ister miydim, çok merak ediyorum. Öyle bir kozanın içinde açtım ki gözlerimi, kapkaranlık, dapdar. Nefes alsam yok olacakmışım gibi. Her geçen gün...