1 ocak, 2023.
Güz sonu."Bay Kim, Hoş geldiniz. Buyurun, oturun lütfen."
40 yaşındaydı Kim Taehyung. Saçlarına ak düşmüş, güzelliğinden parça parça kaybetmiş, soluk tenli, uzun boylu, ekoseli gömleklerinden vazgeçemeyen, 10 yılını yazarlığa, bir 10 yılını ise aşığına adamış biriydi. Merdiven altı, bahçeli, küçük bir evde oturuyordu yıllardır. Hayatının yarısını, isli duvarlar ardında, kimi zaman daktilosu, kimi zamansa yalnızca elinde bir parça kağıt ve kalemle geçirmişti. Ömrü, yalnızca iki kitap çıkarmasına yetmişti. Bunun doğruluk payı ise göreceliydi. 30'undan sonrası derin bir yalnızlık ve bunalımla doluydu. Hiçbir şey yapmamıştı. Ne bir mesleği vardı, ne dostu, ne de bir eşi. Yalnızdı. Kimseler yüzünü görmemişti şunca vakte kadar. Kimdir, neyin nesidir bilinmezdi. O, görünmez bir adam değildi de, görünmek istemeyen bir yazardı.
83'lüydü. Eskiz bir defterden fırlamış gibi, eski zamanın harmanlanmış dokusunu taşırdı sesi. Kadife gibi yumuşak, bir askerin çelik geçirmez yeleği gibi de sertti gözleri. Tezatlıklarla dolu bir güzelliği olsa da, hayatı bembeyaz bir kağıt üzerine düşüp, dağılmış bir mürekkepten farksızdı.
İlk kitabı, intiharın eşiğinden dönmüş bir adamı anlatırken, ikincisi, o eşikte can vermiş birini anlatırdı. İşin aslı, 24 farklı dile çevrilmiş, satış rekorları kırmasının arkasında, gerçekliğinden hiç söz etmemesiydi. Fakat herkes bilirdi ki Kim Taehyung, yalnızca gerçekliği ele alırdı.
Aşağı yukarı, biyografisi yaşı ve kitaplarından ibaret olan biriydi. Yıllarca izine düşülmüş bir yazarın, hakikatte böylesi bir gizem taşıyor olması kimileri tarafından ağır eleştirilerle sonuçlanmıştı. Hatta, gayriihtiyarı bir şekilde asılsız ithamlarla bile lekelendiği olmuştu. Lâkin o, isli duvarlarında ölümü beklemekten başka bir şey yapmamıştı. Sağır ve dilsiz kesilmişti, 30'unda. Yokluktan başka bir şey değildi varlığı.
"Efendim, bu röportajın yayınlanmasını kesin bir şekilde onaylıyor musunuz?"
Şimdi, oturduğu konforlu sandalyede ait olmadığı bir alanda görünür kılmıştı kendini. Üstelik, bu defa kimseleri beklememişti. Birilerinin onu anlamasını da beklemiyordu. Yalnızca, eskiz defterinde karalanıp durmaktan sıkılmış olmalıydı. Tüm duyguları o eskiz defterindeydi.
Yaşı 40'tı. Sürekli dillendirir dururdu. 40 bin senedir yaşıyordu. Niçin yaşıyordu? Muhakkak ki cevabını da, bugün öğreneceklerdi.
Karşısında yabancı olduğu belli olan, aylardır peşinde dolanıp, kapısını ısrarla çalmaktan çekinmeyen ve sürekli olarak onu rahatsız eden üniversite öğrencisine bakarken de tek düşündüğü buydu. Tezi için kullanmasına verdiği olumsuz yanıtlar, en nihayetinde son bulmuştu. Kendisinin, yeşil gözlerle heyecanla gözlerine bakması, oturduğu sandalyede birden on yıl öncesine götürmüştü onu. Sahi, on yıl olmuştu. 40 bin yaşındaydı. 10 bin yıllık bir yas tutuyordu.
"Onaylıyorum."
Kısıktı sesi. Uzun süredir konuşmadığından ötürü olmalı diye düşündü karşısındaki genç. Heyecanla oturduğu yerde dikleşip, kamerayla başında bekleyen arkadaşına dönmüştü.
"Hadi, Paul." dedi. "Kamerayı aç."
Almanca konuşmuştu. Neyseki bunu anlayabilecek donanıma sahipti. Karşısındaki gencin, koreceyi akıcı bir şekilde konuşabilmesi de şaşırılası bir durumdu. Belli etmedi. Zaten o, hiç sevmezdi mimikleri. Dümdüz bir duvardan farksızdı.
O duvarları, çatlatabilen tek kişi de, on yıllık yasının sebebiyle aynıydı.
"Size soracağım sorular, anlaşmalı olduğumuz yayınevleri tarafından, çeşitli gazeteler ve programlarda yayımlanacak. Sınırı aştığımızı düşündüren herhangi bir soruyu cevaplamamakta özgürsünüz. Bu yüzden, söylemekten çekinmeyin ve rahatınıza bakın."