5

215 35 13
                                    

Şubat 8, 2013

Karşılaştığı olaylar karşısında soğukkanlı durmayı, henüz küçük yaşlarda öğrenmişti Kim Taehyung. Tek çocuktu. Evinde, kavgasız ve gürültüsüz geçen tek bir gün olmazdı. Bu kavgaların şiddete evrildiği bir an olmasa bile kulaklarının, daha o küçük yaşlarda duyduğu sarsıcı cümleler tarafından ırzına geçildiği söylenebilirdi. Evini sevmiyordu. Hiç ev gibi hissetmemişti. Kimi zaman geliyor eve gelmeyi bile unutuyordu. Sokakta, günü birlik arkadaşlarında, meyhanelerde sabahlayıp dururdu. Aile sevgisinden yoksun büyümüştü fakat bunu kendinde travmatik bir olay hâline getirmemişti. Bir onun ailesi böyle değildi ya? Zaten, çok geçmeden boşanmaları da uzun sürmedi. Velayeti babası üzerine kaldıysa da annesi, sık sık onu arar ve iyi olup olmadığını kontrol ederdi. Ne yazık ki bu aramaların, yalnızca vicdan rahatlatması olduğunu biliyordu zira ikisi de, oğullarını adam edemediğini söyler dururdu. Belki de haklılardı.

Onu, bir şekilde insanlıktan çıkarmışlardı fakat duygusuz bir adam olmadığı da bir diğer gerçekti.

Öyle ki hemen önündeki toprağı eşeleyen ve yavru kuşu gömen çocuğa bakarken, tüm duyguların iç içe geçtiğini hissediyor, bir anda kaburgalarına yüklenen ağrının sebebini sadece soğuk havaya bağlamak istiyordu.

Kabul, hâlâ şaşkındı. Onu, kapısının önünde, elinde ölü bir kuşla beraber bulmak dumura uğratmıştı. Yanına gitmiş, gözleri bir çocukta, bir de kuşta gezinirken ne söyleyeceğini bilememişti. Sahiden bir kuş taşıyordu avuçlarında. Ölüydü. Niçin öldüğü belirsizdi.

Şu zamana kadar şahit olduğu arsızlığı, sinir bozuculuğu ve ciddiyetsizliğinden çok uzaktı. Yitikti. Buğulu gözleri, sebebi belirsiz ıslak saçları ve çaresizliğiyle titreyerek ona bakıyordu. Bu bakışma, titrek sesiyle beraber, "Bahçenize gömebilir miyim?" demesiyle son bulmuştu.

Cevap vermedi. Bu belirsizlik uzun sürmezken, derin bir nefes almış, ellerinden biri şakaklarını bulmuştu. Bir de bununla uğraşacaktı şimdi. Ancak düşünmeyi kesti. Gözleri, çocuğun ince, uzun kollu tişörtünde gezinirken sıkıntılı bir nefes aldı. Üşüme nedir bilmez miydi? Çantasını bir kenara koymuş ve çocuğa son kez baktıktan sonra bahçesine doğru ilerlemişti. Bu hareket, Jungkook'un sorusunu onaylar nitelikteydi.

Kabullenme gibi bir zorunluluğu da yoktu üstelik. Bahçesinde, o güzelim çiçekleri arasında ölü bir kuşu ağırlama fikri güzel gelmiyordu kulağa. Çıkıp, "Ne demeye kendi bahçene gömmüyorsun?" dememesindeki yegâne sebebi de bilmiyordu. Yalnız, öyle heveskâr bir tutumu sahiplenmişti ki ses tonu, kabul etmekten başka bir şansı yoktu. Ağlaması hoşuna gitmemişti bir kere. Ağlayarak insanlarda baskı oluşturabilecek kadar iri ve masum duran gözleri vardı. Belki biraz da bu sinir ediyordu onu.

Evet, öyle olmalıydı.

"Böyle iyi mi?"

Topraktaki dalgın bakışları, burnunu çekip, kirlenmiş kollarıyla ona bakan çocuğa döndü. Gözleri çipil çipildi. Dudakları soğuktan ötürü morarmış, yüzü ise kıpkırmızı kesilmişti. Bakışlarındaki sivrilik karşısında, ona titrekçe bakan çocuğu, ürkütmekten korkuyor olacak ki yumuşatabildiği kadar yumuşatmış, gözlerini onaylar nitelikte sakinlikle açıp kapatmıştı. Tanıdığı Jungkook'tan çok uzaktı. Onun için karşısında korkmuş bir evcil hayvan gibi duruyor olması hareketlerini kısıtlıyordu. "Evet." diyebildi. Bir eli boğazına tutunmuştu istemsiz. Çok tuhaf geliyordu. Yemin olsun, çok tuhaftı.

Uzun bir süre orada durmanın mantıksızlığı ve bir o kadar da evine bir yabancının girmesinin oluşturacağı rahatsızlık sebebiyle kendiyle çelişip durmuştu. Sıkıntılı bir nefes vermiş ve çocuğun ince, uzun kollu tişörtüyle yeniden bakışmış, bir karara varmıştı. Üşümek nedir bilmiyor, diye geçirdi içinden. Hiç bilmiyor.

Bülbüller ÖteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin