20 şubat, 2013
Ne istediğini bilmeyen biriydi. Genel olarak, çok fazla istekleri olmaz, elindekiyle yetinmesini bilirdi fakat kendi alanında adım atmaya kalkıştığı her an tökezliyor, ne yapmak istediğini bilmediğinden ötürü de başkalarının doğrularıyla yaşıyordu. Belki de, bu doğru ve yanlışlıkla alakalı bir durumdan ziyade tamamiyle bir zorunluluktu zira başkaldırmanın ne denli sonuçlar doğuracağını yıllar evvel fevkalade bir şekilde farkına varmıştı. O gün bu gündür de hep bir sessiz, hep bir yalnızdı.
Birini sevme tenezzülünü göstermiyordu. Kendisini bile sevmiyordu. Bu aşağılık dünyada yapabileceği tek şey oturmak, tonlarca sigarayla ölümü daha yakına çekmek için uğraşmaktı.
Ne istediğini bilmeyen yanıyla uğraşmamak için yazıyordu. Kendi kurgularında, bariz bir şekilde var olan intihar meselesi bile onun, korkularından doğan bir yenilikti. Kendince, kendini oluşturan temel parçacıklar her sayfada barınıyor, gerçeği olabildiğince ele alıyordu. Realist olmayı severdi. Açıklık ve dürüstlük her zaman orada bir yerde dururdu. Kitaplar, tam da bunun için yaratılmış bir kaftandı. Böylesine yalan bir yaşamın içerisinde, gerçek olduğunu hissettirecek tek etkendi.
Fakat, kabul etmek güç de olsa buna bir seçenek daha ekleniyordu.
Jungkook, diğer ismiyle Julian, tam anlamıyla bir baş belasıydı. Onun hakkında bildiği şeyler, artık yalnızca karşı komşusu ve sinir bozucu olduğu gerçeğiyle sınırlı değildi.
20 yaşındaydı. Gençti, ismi gibi. Kendi kamburundan daha eğri doğruları vardı. Çizgisi, sınırı olmayan, çoğunlukla ağlayan fakat içindeki çöllerde bile çiçek açtıran biriydi. Sürekli resim çiziyorsa da bu resimleri göstermemekte ısrar ediyordu. Gizli kapaklı işler yürütüyordu. Gülüşü buna en büyük etkendi. Sürekli olarak"Çiçeklerinizden daha çok, dikenlerini çizdim." derken neyi kastettiğini bilmiyordu, Taehyung. orduğu her sorunun, içten içe cevabını biliyor bu yüzden sormaktan zerre çekingenlik duymuyordu.
Hakkında bildikleri şeyler bunlar da olsa, kabullenmek istemediği fakat öylece gözleri önünde duran bir gerçek daha vardı.
Julian, ölmek istiyordu.
Bunu niçin uzun uzadıya düşündüğünü, nihayetinde ise bu kanıya vardığını bilmiyordu. Onun, bir haftadır sürekli olarak gördüğü kızarık gözleri, ara ara sorduğu soruların ardından var olan dalgınlığı, buna rağmen hiçbir şey yokmuşçasına gülmesi ve konu kendine geldiğinde sürekli olarak kaçması işi bu boyuta sürüklemişti. Emindi. Jungkook, ölümden korkan fakat yaşamak istemeyen biriydi zira yaşam hakkında öne sürdüğü tek bir şey yoktu. Ona, her cambazlığının arkasında, "Çocuk gibisin, uğraşılmaz seninle." diyorsa onun,"büyütün o hâlde." lafı yalnızca öylesine bir sözcükmüş gibi yer ediniyordu zihninde.
Bir buçuk haftadır süregelen bu soru-cevap muhabbeti yaklaşık iki saat sürüyor, Jungkook aldığı cevapların memnuniyetiyle beraber geldiğinde var olan hüznün yerini büyük bir mutluluk alıyordu. Taehyung, genel olarak kişilik analiziyle ilgilendiğinden, bazen ona sorulan sorular dahi algılarına düşmüyordu zira Jungkook'u okumakta zorluk çektiği kadar hiçbir kitapta bu denli zorlanmamıştı.
Şimdi, yine oturduğu mutfak sandalyesinde gözleri dalgınca camındaydı. Kuşlar, bizzat kendi koyduğu yemlerle ilgileniyordu. Bahçesine bir haftadır el sürdüğü yoktu. Niçin bir köşede oturup, bahçesinde fütursuzca dolanan çocuğu büyük bir sakinlikle izlediğini de bilmiyordu. Asıl soru, niçin onu bekliyordu?