Şubat 9, 2013
Akrep ve yelkovan.
İkisi arasında bitmek bilmeyen bir hız yarışı var ve sonsuz bir varış boktasına doğru koşup duruyorlar. Öfkeliydiler. Sahi, zaman neye öfkeliydi? Saatler, niçin patlamaya hazır bir bomba gibi an kolluyordu?
Sessizliği ikiye bölüyordu, 'tik tak' sesi. Kim Taehyung, henüz varış noktasını kestiremese dahi saatin, 19.59'u işaret ediyor olması oturduğu yerde gerginlikle bacaklarını sallamasına sebep oluyordu. Yutkundu. Derince bir yutkunuş, amansız bir yanmanın önüne geçmek içindi ama nafileydi. Zaman ondan önce ilerliyordu.
20.00
Ses kesildiği gibi kol saatine baktı, aynıydı. Gözleri yeniden sürekli olarak bozulan duvar saatine kaydığında, kaşlarını çatmış ve yelkovanın, akrebi tam 5 dakikayla geçtiğini fark ettiğinde galibiyetin sesi, onun mağlubiyetini bastırmıştı zira kapı tokmağının, tam üç kez tak tak etmesinden sonra boğazını temizlemişti. Üç kez vurmuştu. Neden üç kez? Kapıyı açtı. Jungkook, siyahlar içerisinde, her zamanki tebessümüyle karşısında duruyordu. Fakat uzun sürmedi. Anında endişeli, mahcup bir ifade takındı sureti.
"Geç kaldım, değil mi?" diye sorarken de, sahiden tasdiklemişti düşüncelerini fakat anlam veremedi yazar. Dakikliğin, kendi kitabında önem arz etmesi, şimdi tüm önemini yitirmiş gibi duruyorken, az sonraki tutumuna sahiden anlam veremedi.
"Yetiştin." dedi yalnızca. Oysa beş dakika gecikmişti.
"Ama Bay Kim," dedi. "Saatiniz."
Gözleriyle salonun büyük duvarında asılı, yuvarlak saati gösterdi. Hiç olmadığı kadar büyük ve şaşkın duran gözler sebebiyle kaşlarını çattı. Taehyung, arkasını dönüp saate bakma tenezzülüne bile girmeden, bir çırpıda kapıyı tamamen açtı.
"Bozuktur." diye geçiştirdi onu. Sonrasında arkasını dönmüş ve bu, Jungkook'un içeriye geçmesine yönelik bir işaret olmuştu.
Kendisi mutfağa ilerleyip, iki fincan kahve demlerken bakışları yandan çocuğu aramak için salona kaymıştı. Dışarının rüzgârı içeriye süzülmüş, perdelerin âhengle dans edişi, Jungkook'un kapıyı kapatıp içeri geçmesiyle son bulmuştu. Salonun ortasında, elinde ne idüğü belirsiz dosyayla beraber aptal bir gülümsemeyle salonu izliyordu. Kaşlarını çatmış, tezgâha yaslı eli oraya sıkıca tutunmuştu. Jungkook ise tam bu sırada ondan yana çevirdi bakışlarını, gözleri anında kahve fincanlarını buldu.
Nihayetinde demlemeyi bitirdi. Kulplarından tutup, yavaşça salona doğru ilerlediğinde, tekli koltuklardan birinde öylece oturan çekingen bedeni izledi.
"Kütüphane daha uygun." dediğinde, anında başını sallaması, ne tuhaftır ki Kim Taehyung'u artık şaşırtmıyordu. Şeytan olmalıydı. Masum yüzlü, uysal bir şeytan.
Kütüphane büyük bir yer değildi. Kare, kutu gibi odanın içerisinde duvarlara monte edilmiş büyük ve uzun raflar, ortasında da çalışma masası vardı. Kahve ve siyahla harmanlanmış odada tek beyaz olan şey perdelerdi. Odayı aydınlatan tek şey ise masanın üzerinde bulunan lambanın loş, sarı ışığıydı.
Küçük kütüphaneye girdikleri vakit, elindekileri masaya koymuş, kitaplığın hemen yanındaki sandalyeyi masanın önüne yerleştirmişti, "Şimdilik idare etmelisin." dediğinde, geri dönüt almadığından sebep sandalyedeki bakışları anında kapı girişinde, öylece kitapları seyreden çocuğa kaymıştı.
Gördüğü ifade hayranlıktı. Sebepsiz, sanki biri evine izinsiz girmiş veyahut kendisini çıplak görmüş gibi hissettirmişti bu zira odaya kendinden ve annesinden başka giren tek kişinin, uslanmaz karşı komşusu olmasının gerçeği bakışlarını kaçırıp, boğazını öksürerek temizlemesine sebep olmuştu.
![](https://img.wattpad.com/cover/332625989-288-k871816.jpg)