"Seni bir sanat eserine dönüştüreceğim!"
Fazla uzun ve sağlıksız bir biçimde sıska adam, yapılı olmasa dahi altında çırpınan Fyodor'u sabit tutmakta güçlük çekmiyordu. Bileklerine bastırdığı ellerini sıkıyor ve bir yandan da bağırmayı sürdürüyordu.
"Seni Tanrı'nın ta kendisi yapacağım!"
Fyodor ise debeleniyordu, serin zeminle buluşan sırtı sızlıyor, patlamış dudağından akan ve yüzünde ince bir su yolu oluşturan kızıl sıvı, dilinin üzerinde nahoş bir ekşilik bırakıyordu. İnliyor, zar zor aldığı nefesleri arasından çığlıklar savuruyordu havaya, ama ne yaparsa yapsın fayda etmiyordu. Fyodor, bu takıntılı manyağın tutsağı haline gelmişti ve sanıyorsa, bir çıkış yolu yoktu.
Yeknesak boğuşmalarını Nikolai'ın karnına gelen sert tekme bozdu. Aldığı darbeyle donup kalan Nikolai, Fyodor'un maruz kaldığı baskıdan morarmış bileklerine tırnaklarını geçirdi ve altındaki adam acıyla çığırırken dağılan kanın parmak uçlarından bütün dolaşım sistemine yayılmasına izin verdi.
"Anlamıyorsun! Seni bir üst kademeye yükselteceğim!"
Fyodor, karşı çıkmayı bırakıp yattığı yere yığılmıştı. Nikolai ise bunu fark etmemişçesine sayıklamalarına devam ediyordu.
"Şuna baksana!"
Fyodor'u o halde bıraktı, yanı başındaki sehpadan destek alarak ayağa kalktı ve ellerinin her bir noktasına bulaşmış kanı yalamaya başladı, parmaklarını ısırıyordu. Ağır aksak adımlarla yol aldı, malikanesindeki devasa salonu bir uçtan diğer uca aştı. Ulaştığı istikamet ise pek de kaliteli görünmeyen bir perdenin arkasında meraklı gözlerden saklanan bir tabloydu.
Tablo, anonim imzalanmıştı ve siyah saçlı, ürkütücü bir açıklıktaki ten rengiyle bir adamı tasvir ediyordu. Adam, genç sayılabilirdi, ağırbaşlı bir ölçüyle çizilmiş yüzünde tek bir kırışıklık dahi belli olmuyordu. Çırılçıplaktı, altın işlemeli, herhalde Pagan öğeleri barındıran büyükçe bir mendil, mahrem yerlerini örtüyordu. Bir elini, sanki gelecek bir beladan sakınmak istermişçesine havaya kaldırmıştı ve ancak bir orkidede zarif duracak renkteki gözlerini de aynı noktaya sabitlemişti. Hastalıklı bir şeyler vardı gözlerinde, bir laneti andıran, fakat kıyametini kabullenmiş, mahvolmayı benimseyerek bir kraliyet tacı misali başının üzerinde taşımayı bekleyen bir hastalıktı bu.
Diğer elini ise göğüs kafesinde, alttan ikinci kaburgasını hedef alarak açılmış bir yaranın üzerine konuşlandırmıştı. Bu yaradan fışkıran ölümcül kırmızı, adeta demir kokusunu bu trajediye şahit olanlara ulaştırmayı arzularcasına realist resmedilmişti. Genç kurbanın yaşamının son saniyelerini yaşadığı anlaşılabiliyordu, aralanmış dudaklarından ise belki de hayatın son yudumunu içine çekiyordu.
Nikolai'ın tabloyla karşılaşması, iki ay öncesine dayanan bir hikayeydi. Tanımadığı birisinin açtığı lakin aile isminden dolayı katılması gereken bir sergiye adım attığında, geniş odalar ile dar koridorlardan geçerek itinayla bulduğu, kendisine ait bir çerçeveye bile sahip olmayan bu isimsiz eser, onu ilk karşılaşmada kendisine hapsetmişti.
Gözler ruhun aynasıdır derler, herkes duymuştur bunu. Ancak Nikolai, burada resmedilen adamınki kadar arı gözlere hiç rastlamadığından emindi. İnsan ruhu soydan gelen günahla lekelenmiştir-- bu zavallı yaratığın gözleri ise ruhunun temizliğini, yalnızca ölüm anında erişilebilecek masumiyeti yansıtıyordu. Nikolai yüklü bir miktar teklif ederek tabloyu satın aldığında, aklından bunu asla atamayacağının bilincindeydi.
Bütün günler, geceler tabloyu incelerdi; onu bu denli lekesiz, bu denli duru yapan nedir, bulmak için. Ancak ne kadar uğraşırsa uğraşsın, çözemezdi, daha fazla zaman kaybetmemek amacıyla işini bırakmış, komşularıyla bağı kesmiş ve kendisini eve kilitlemişti. Yüreğinde büyüyen saplantı, veyahut aşk, onu her geçen gün biraz daha denetimi altına alıyordu. Uyumuyor, yemek yemiyordu, tam da umudunu yitireceğini zannettiği derin karanlık anlarından birinde, Fyodor'la karşılaşmıştı.