"Soonyoung sen ne içersin?"
Kantine gitmek için ayaklanan Mingyu herkese tek tek ne içmek istediklerini soruyordu ama Soonyoung oralı degildi. Aklı da gözleri de karşı banktaki kumral çocuktaydı. Soonyoung'dan bir ses gelmeyince Seokmin elini havada sallayarak dikkatini çekmeye çalıştı.
"Soonyoung sana diyoruz, ne içmek istersin?"
"Olur."
Alakasız cevapla masadakiler birbirine bakıp kıkırdadı. Arkadaşlarının bu aklı havada hallerine ilk defa şahit olmuyorlardı. Soonyoung, sınıfın sessiz çocuğu Jihoon'a neredeyse dört senedir yanıktı. Ona bakarken içine dolan huzurun, sebepsiz mutluluğunun başka bir açıklaması olamazdı zaten.
Bu sefer Wonwoo arkadaşını dürterek söze girdi. "Şöyle bakmayı kes, sapık olduğunu düşünecek."
Soonyoung istemeyerek de olsa karşısındaki güzellikten gözlerini alıp arkadaşlarına bakmaya başladı. "Sadece çok seviyorum."
"O zaman git de söyle, seni seviyorum en azından deneyebilir miyiz de. Senelerdir uzaktan izlemekle yetiniyorsun. Mezun olduğumuzda çok pişman olacaksın." Wonwoo elini Soonyoung'un omzuna atıp anlayışla sıkarak söyledi sözlerini.
Soonyoung elbette farkındaydı. Sıkıntıyla bir nefes verip saçlarını eliyle arkaya atıp ofladı. Jihoon'u ilk defa gördüğü gün geldi aklına. Daha 14 yaşlarındayken Seul'e ilk taşındığı gündü. Ailesiyle trenden inip valizlerden birini sürüklerken gözleri sarı kazaklı kısa boylu birine takılmıştı. Çiçek desenli bir pantolon giyiyordu ve o kadar tatlı gelmişti ki gözüne gidip yanaklarını ısırmak istemişti.
Karşısındaki çocuk her trenden inen yüze heyecanla bakıp sonra da büyük bir üzüntüyle dolduruyordu o güzel gözlerini. Kimi bekliyordu bilmiyordu ama hava kararıp da soğuyana kadar orada aynı heyecanla beklemişti bütün trenleri. Soonyoung ise ailesiyle oradan uzaklaştığında aklında hâlâ az önceki çocuk vardı.
Nereden bilebilirdi ki lisenin ilk günü bahçede o çocuğu göreceğini ve dört sene boyunca her karşısına çıktığında kalbini göğsünü delecek kadar attıracağını...
"Soonyoung yine daldın. Cidden bakışlarını fark ederse yanlış anlayacak."
Sıçrayarak kendine gelen Soonyoung gözlerini kırpıştırarak tekrar arkadaşlarına baktı. "Onu sevdiğimi söylediğimde ya beni reddederse? Sevgimden haberdar olduğu için benden uzaklaşırsa? Olduğum ortamlardan kaçarsa? Onu bir daha hiç göremem."
"Gerizekalı aynı sınıftayız çocukla. Hemen dramaya bağladın." Seokmin kafasına bir tokat geçirerek konuşup arkasına yaslandı. "Hem ben reddedeceğini düşünmüyorum."
Sabahtan beri ayakta duran, güya kantine gidecek olan Mingyu ise kafasıyla onaylamıştı Seokmin'i.
Soonyoung yerinde dikleşerek kendisini cesaretlendiren arkadaşlarına kısaca baktı. Birkaç cümle daha duysa hemen gidip konuşacak gibiydi. Bunun üzerine Wonwoo tekrar arkadaşına cesaret verdi. "Kaybedecek bir şeyin yok. Biz burdayız. Hadi gidip bir an önce konuş onunla. Öğle arası bitecek."
Wonwoo'nun sözleriyle yerinden kalkıp derin bir nefes aldı. İçinden yapabileceğine dair kendine komutlar veriyordu. Adımları bankın önünde durduğunda bahçedeki birkaç göz onlara dönmüştü.
Soonyoung ise Jihoon'a bu kadar yakın olduğu için kontrol edemediği sesiyle neredeyse bağırarak konuştu.
"İyi akşamlar! Ben Kwon Soonyoung."
Sorun şu ki; öğlen vakitleriydi ve güneş tam Jihoon'un yüzüne vuruyordu...