Jihoon sessiz bir şekilde kütüphanede ders çalışıyordu. Soonyoung ise her zamanki gibi onu izlemekle meşguldü. Gözlerini ondan alamıyor, her hareketini dikkatlice izliyordu. Jihoon, ders çalışırken taktığı gözlükleriyle o kadar sevimliydi ki Soonyoung neredeyse eriyecekti. Dalgın halinden çıkmasına Wonwoo yardımcı oldu.
"Neden yanına gitmiyorsun?"
Soonyoung duymamazlıktan gelerek elindeki kitabı okuyormuş gibi yaptı. Seokmin köşede sessizce kıkırdıyordu. Mingyu ise Soonyoung'un kafasına vurduktan sonra, "Ters tutuyorsun gerizekalı. Hem ne zamandan beri Japonca ilgini çeker oldu?" diye sordu.
Soonyoung kitabı dikkatle inceleyişi
sonucu Japonca sözlük olduğunun farkına varıp masaya bıraktı. Derin bir nefes vererek kafasını masaya koydu. Buraya sadece Jihoon'u izlemeye gelmişti. Geri kalan her şey onun için önemini yitiriyordu.O gün parkta konuştuktan sonra neredeyse bir haftadır hiç konuşmamışlardı. Wonwoo Soonyoung'u konuşmaya zorlasa da yapamıyordu. Ne gözlerini alabiliyordu ne de yanına gidebiliyordu.
Jihoon ayaklanıp eşyalarıyla orayı terk edene kadar masadaki derin sessizlik bozulmadı. Wonwoo sıkkın bir nefes alıp Soonyoung'u dürttü. "Biraz daha yanına gitmezsen vazgeçtiğini hatta onunla alay ettiğini düşünecek."
Soonyoung olayın nerelere gidebileceğini anlayınca hızla masadan kalktı. Elindeki Japonca sözlüğünü yerine koymayı unutmayarak kütüphaneden ayrıldı. Jihoon genelde ders çalışmak için boş sınıflarda olurdu. Şu an tek yapması gereken her boş sınıfı aramaktı.
Soonyoung bazen çok üzülüyordu. Jihoon'u ne zaman görse ders çalışırken buluyordu. İyi yerlere gelmesini tabiki istiyordu ama kendini yormasından nefret ediyordu.
Derin bir nefes alarak yakınlardaki sınıflara bakmaya başladı ama hiçbirinde yoktu. En son çare resim sınıfına bakmaktı. Jihoon öğle aralarında buraya sık sık uğruyordu. Kimsenin o sınıfa girmemesi işine geliyor olmalıydı. Çalışmak için daha iyi bir yer bulamazdı.
Soonyoung yavaşça sınıfa girdiğinde ise gördüğü manzara onu yanılttı. Bu sınıfa genelde ders çalışmak için geldiğini düşünmüştü ama karşısındaki beden masaya kafasını koymuş uyuyordu. Belki de sadece tek seferlik bir şeydi ama Soonyoung'un içini garip yapmayı başarmıştı.
Jihoon, test kitabının üzerine kafasını koymuş mışıl mışıl uyuyordu. Sağ elindeki mavi kalem ise gevşekçe oradaydı. Neredeyse düşecekti. Soonyoung kapıyı yavaşça kapattı ve Jihoon'un yanına oturdu.
Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bir süre sadece onu izlemekle yetindi. Onu izlemek bile kendisi için yeterdi. Ama Jihoon'un elindeki kalemin birden masaya düşmesi ortamdaki sessizliği bozdu.
Jihoon irkilerek uyandığında karşısında Soonyoung'u beklemiyordu. Göz göze geldiklerinde ikisi de ne diyeceğini bilemedi. Soonyoung nefesini tutmuştu, Jihoon ise aniden kendine gelerek ayaklandı.
"Ben sadece dinlenmek için gözümü kapatmıştım. Uyumuyordum..."
Aniden sarf ettiği sözler Soonyoung'u şaşırttı. Kendini açıklamaya çalışmasına anlam veremedi. Uyuması çok normaldi.
"Bu aramızda kalsın olur mu?"
Jihoon'un gergin sesi Soonyoung'u üzmeye yetmişti. Aniden Jihoon'u göğsüne çekerek sarıldı. Ellerini hafifçe sırtına koydu. Elinin altındaki bedenin şaşırdığı aşırı belli oluyordu. Ama bir tepki vermedi. Sakince Soonyoung'un göğsünde dinlendi.
"Öğle arasının bitmesine daha var. Biraz daha uyu."
Jihoon karşı gelmedi. Hatta Soonyoung'un kolları arasına daha da yerleşti. Şimdi onun kalp atışlarını duyabiliyordu. Aşırı hızlı atıyordu.
Jihoon'un uyumadan önceki son cümlesi ise, "Soonyoung, sana güveniyorum." olmuştu.