İçeri ışık sızmayan siyah perdeli odasında; en az 10 yıllık ve üstü tozlanmış, cilası gitmiş, rengi solmaya yüz tutmuş bir masaya, sırtını duvara verecek şekilde sağ kolunun üstüne uzanmış yatıyordu.
Birkaç yamalı kıyafetin bulunduğu bir dolabı, dolabın yanında farkına varılmayan küçük bir komodini, özensizce düzeltilmiş bir yatağı ve bir de pek çok kitabın bulunduğu bir rafı olan bu odada bütün gününü bir ceset gibi yatarak geçiriyordu.
Sağ elini yarım yamalak uzatmış diğer elinin ise nerede olduğundan bihaberdi.Öylece yatıyordu. Uzun süredir hareketsiz kalmasından olacak ki dilinin kuruduğunu hissetti. Komodinin üstünde unuttuğu şarap bardağına uzanmak istedi; ama yapamadı. Her yeri uyuşmuştu. Sonra gözü odada amaçsızca uçan sineğe takıldı. Hızlı uçuyordu. Loş ışıkta sineği ara ara göremedi.
Eskiden ben de böyle hızlı hareket ederdim. Ya sinek olsaydım. Aslında leopar daha güçlü... Yıldızlar gerçekten de ölüleri mi temsil ediyor? O zaman gökyüzüne bakmalıyım. Belki O'nu görürüm,diye aklından geçirdi.
Tam ayağa kalkmaya niyetlenmişti ki sinek bir anda yüzüne kondu. Bir kez daha, bir kez daha... Amansızca kollarını savuruyordu ama sinek durmuyordu. Daha hızlı uçmaya başlıyor, tekrar konuyordu. Adam gittikçe sinirleniyordu. Bir hışımla ayağa kalktı. Gözleri sineği aradı. Sinek sonunda durmuş ve dolabın üstünde antenlerini temizliyordu. Adam raftan rastgele aldığı kitabı sineğe fırlattı. Kitap düştüğünde öyle bir ses çıkmıştı ki ses tüm odalarda yankılandı. Sinek afallamıştı ama hâlâ hızlı uçabiliyordu. Sonra adama son kez çarpıp yavaş yavaş odadan çıktı. Adamın gözü dönmüştü. Peşinden gitmek istedi ama gözü karardı. Bu yüzden duvara tutunmak zorunda kaldı. Ve öylece durdu. Sanki biraz önce kendisini çılgına çeviren sineği unutmuştu.
Nereye baktığı belli olmuyordu. Sonra bir ses duydu. Başta algılayamadı ama daha dikkatli dinleyince cep telefonunun sesine benzetti. Kontrol etmek istedi. Öyle de yaptı. Elini, yeni gibi görünen tek pantolonunun cebine götürdü. Eline birkaç bozuk para ve yarısı olmayan bir peçetenin dokunduğunu hissetti.Ama telefonu yoktu. Telefonu bulmak için etrafına bakınmaya başladı. Ama gözü tekrardan şarap bardağına takıldı. Bu sefer ayaktaydı. Bardağı rahatça alabilecekti. Son bir gayretle komodinin yanına gitti. Aslında birkaç adım ötedeydi ama ona çok uzakmış gibi geldi. Bardağı aldığı gibi dikti. Tek yurdumda yarısına kadar dolu olan bardağı içti. Ve hâlâ ses geliyordu. Cep telefonunu bulması gerektiğini hatırladı. Yavaşça kapıya yöneldi. Ağır adımlarla koridora çıktı. Koridor uzun ve dardı, duvarlarında koridor boyunca uzanan aile fotoğrafları vardı. Çoğunu tanımıyordu. Gerçi umrunda da değildi...
Ses gittikçe netleşiyordu. Mutfağa girdi. 90'ların müziğini andıran telefon sesini artık iyice duyuyordu. Etrafına bakındı. Duvarın köşesindeki ağ ölmeye çalışan örümceği gördü. Bir anda irkildi. Böceklerden hep tiksinirdi. Ne tür bir böcek olduğu umrunda değildi. Ha uğur böceği ha hamam böceği... Hepsi böcekti onun için. En sonunda buzdolabının yanındaki tezgahta bıraktığı telefonunu aldı. Başta kimin aradığını anlayamadı. Gözü biraz bulanık görüyordu. Gözünü ovuşturarak görmeye çalıştı. Artık daha net görüyordu. Numara kayıtlı değildi. Bu yüzden arayını sesinden tanıması gerekecekti. Ama bir an tereddüt etti. Sonrasında telefonu açtı;
-...Şirketinden arıyoruz.Geçen hafta yapm... olduğunuz görüş.. kabul edil...
Ne dediğini anlamıyordu ki. Sanki biri kulaklarını tıkıyordu da duymasına engel oluyordu. Beynini toparlamaya çalıştı. Fakat yapamadı. Beynini perde inmiş gibi hissetti.Anlamak için kendini zorluyordu...
Sonunda konuşması bitmişti. Adam, telefondakinin cevap beklediğini düşünerekten;
-Ha? dedi. Telefondaki tekrar etti.
-... Şirketinden arıyoruz. Geçen hafta yapmış olduğunuz görüşme sonucunu bildirmek üzere aradık. Görüşmeniz kabul edildi.
-Görüşme mi? Neyden bahsediyordu bu adam. Hiç başvuru yapmamıştı ki. Acaba yanlış numarayı mı aradı? Evet ,evet öyle olmalıydı. Ve bir anda istemsizce telefonu kapattı. Artık tek duyduğu akrep ve yelkovanın yer değiştirme sesiydi.Başı ağrıyordu. Hatta çatlıyordu. Ayakta durmakta zorlanmaya başladı. Yavaş ve çarpık adımlarla büyük yemek masasının yanında duran sekiz sandalyeden birini çekip oturdu. Sandalyeler bir klismosu andırıyordu. Bir o kadar sağlam ,bir o kadar da sertti. Oturunca rahat hissetmesen de yaslanma yerinin bir yatak gibi yere yakın olması bunu telafi ediyordu.
İlaç alma saati gelmemişti ama yine de içmek istedi. Zaman algısını yitirmişti. Doktora gitmesi gerektiğini düşündü ama ne diyeceğini de bilmiyordu. Bu düşünceyi kafasından kovdu.
Masanın üzerindeki paketsiz ilaçlardan birini eline aldı. Doğru ilacı aldığını umdu. Sonrasında sanki kendisi suçluymuş da kendini avutuyormuş gibi bir hali vardı.
Sadece baş ağrım için...dedi ve tekrar etti.
"Sadece baş ağrım için"Baş ağrısını hafifletmişti ancak yorgun hissediyordu. Bir ağırlık çöktü üstüne. Her zamankinden daha farklı ve daha rahatsız ediciydi. Artık oturmakta bile zorluk çekiyordu.Artık dayanamıyordu. Kollarını masanın üstüne uzattı. Başını usulca kollarının üstüne koydu. Uyumak istedi. Sonsuza kadar... İlaç hâlâ elindeydi. Ama bu ilacı ne zaman eline almıştı. Kendini dayanılmaz acı içinde hissetti. Ölüyor muydu? Ölmek istemiyordu ki. Sanırım artık çok geçti. Tekrar o sinir bozucu sineği gördü.
Gerçekten de hızlı uçuyor,diye aklından geçirdi son kez...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Psikoloji
KurzgeschichtenKendi yazdığım deneme türü hikayeler var. Bi hikayeyi tek seferde paylaşıyorum yani devamı yok(mesela 1.hikayenin devamı yok. 2.hikaye farklı bir hikaye)Diğer hikayeleri yazdıkça paylaşırım.