Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde,
Gözlerin uzun uzun karanlığa dalarsa.
Bir sıcaklık duyarsan üşüyen ellerinde,
Ve saatler gecikmiş zamanları çalarsa
Bil ki;
seni düşünüyorum.Ümit Yaşar Oğuzcan.
İstanbul, 2023.
Neşet Baba sazın teline bütün gamını kederini akıtmak istercesine vururken, saat şafağı yakalamak için koşar adım ilerlerken, önümdeki rakı kadehinin içerisindeki buz zamana yenilerek eriyip biterken, o buz küpüyle kendimi bağdaştırmaktan geri duramamıştım.
"Zülüf dökülmüş yüze aman," diyordu Neşet Baba. Ardından gönlündeki yareni en basit bir detayda dahi kutsamaktan çekinmiyor ve "Kaşlar yakışmış göze aman aman," diye ekliyordu. Daha sonra sanki kendi çaresizliğini sadece gönül yareninin anlayacağı bir dilden çaresizliğini haykırıyordu. Usulca ama bi' o kadar da haykırarak, "Usandım bu canımdan aman aman dert ile geze geze," diyordu.
Herkesin gönlünde bir yareni vardı. Herkesin yareni kendine özeldi, kendine güzeldi. Herkesin yareninin kaşı gözüne yakışıyordu işte. Her kim olursa olsun, ne yaşamış, ne yaşıyor ve ne yaşayacak olursa olsun, herkesin dizinin dermanını bir yüze dökülen zülüf, bir göze yakışan kaş ve bir gönül yareni kesiyordu.
Benim yarenim de benim dizimin dermanını, canımın varlığını, bedenimin direncini kesip gitmişti. Beni derde zerk edip gitmişti.
Sevmek; eylemlerin en zoruydu. Aşk ise mertebelerin en güzeli. Hele ki gönlüne giren o yarenin aşkı, o yarenin gönlünde de filizlenip serpilebiliyor, meyvelerini verebiliyorsa senden fiyakalı delikanlısı yoktu bu koca alemde. Senden kuvvetlisi, senden yenilmezi, senden iyisi yoktu.
Ama gün gelip o yaren gönlündeki aşkın köklerini bir bir söküyorsa, çiçekleri bir bir soluyorsa aşk denen tohumun, o saatten sonra en kurak yer olarak geride bir sen kalakalıyordun işte.
Benim yarenim de kendi köklerini sökmüştü. Çiçekleri bir bir solmuş, geriye kurak bir adam kalakalmıştı. O yarenin sevdasıyla alemin en yenilmez delikanlısı olan adam, o yarenin çekip gitmesiyle derbeder oluveriyordu.
Elimde olsa aklımı kaçırır yarenimin hayaline sarılı kalıp kendimi dağlara taşlara atardım. Bir an, tek bir an bile tereddüt etmezdim.
Elimde olsa yarenimin zamanında tutmayı beceremediğim elini sımsıkı tutar, bir an olsun ayırmazdım ellerimi ellerinden.
Üşürdü benim yarenimin elleri. Kırmızı kesilirdi saf ipekleri kıskandıracak beyaz parmaklarının uçları.
Elimde olsa o parmaklarını öper koklardım. Sımsıkı sarar hiç üşümesine izin vermezdim.
Onun canına yandığım gözlerine bakıp, "Gitme," bile diyememiştim. Ben onu hiç hak etmemiştim. Varlığını hak edemediğim yarenimin yokluğuyla sınanmaktı benim sınavım.
Ölmeyecektim, aklımı kaybetmeyecektim. Her şeyi kavrar ve anlar şekilde son nefesime kadar onun yokluğunu çekecek, ona hasretlenecek ve onu durdurmamamın yükünü göğüs kafesimin altında onu görmeden önce sadece kan pompalar diye bildiğim yüreğimde çekecektim.
Önümdeki rakı kadehinin içerisinde kalmış rakıyı tek yudumda kursağıma yolladım. Bundan sonra benim aşım yoktu, suyum yoktu, zevkim ve sefam yoktu. Olmayacaktı. Her şey kursağımda kalacaktı. Her şeyi kursağımda biriktirecektim. Sertçe ince kadehi tahta masaya vurdum. Bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha...
İnce camdan yapılmış kadeh elimin içinde paramparça olana kadar vurdum. Kendi kafama vursam fayda etmezdi. Bu saatten sonra ben kafamı duvarlara, dağlara, kayalara ve taşlara vursam, kendimi un ufak etmek istesem de fayda etmezdi.
Gitmişti. Gelir miydi?
Gelmezdi.Bu saatten sonra da bana karanlık inimde, gün değmemiş anlarda, karanlıklarda, ıssızlarda kaybolan Yaren'imin yasını tutmak, onun yeşile çalan mavi gözlerinin hasretiyle yaşamak düşüyordu. Yaren'in varlığını yaşamayı becerememiştim; ama yokluğunu ve hasretini bi' an olsun bırakmayacaktım. Ondan bana kalan tek şeye sarılacaktım. Onun hasretine sarılacaktım.
Gözüm karanlık sokaktan bana doğru koşan Alparslan'a takıldığında, elimin içerisinde kırılmış kadehin parçalarını tahta masanın üzerine bıraktım.
"Abi," diye haykırdı gelirken. Sesi bütün sokağı acı acı sardı. Acı haberin kendine has bir ekosı vardı. Dalga dalga erişirdi kulağına. Kulağına gelişi ne kadar yavaşça, yüreğine bir kor olup düşüşü de bir o kadar aniydi.
"Abi yenge..." dedi Alparslan. Ardından kuşkuyla yutkundu. Kardeşimin içini az çok bilirdim. O an vereceği haberden ziyade, yenge demesinin sorun teşkil edip etmeyeceğini ölçüp biçiyordu kendince. "Ne olmuş yengene?" diye sorabildim sadece yüreğime düşen acı haberin korunun verdiği izinle.
"Abi yenge... Yetiş abi... Kalk, dikil ayağa. Çok pis şeyler oluyor abi. Artık ayağa kalkman lazım abi. Yengem için abi. Yengem için..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gün Değmemiş
General FictionKendi yolunu kendi kurallarıyla çizmek isterken, yolunun üzerindeki en büyük engelini aşmak için, hiç tanımadığı biriyle işbirliği yapmak zorunda kaldığı için, hiç bilmediği bir hayatın kapılarını aralayan Yaren Dağlı ve yolu onun yoluyla yaptığı bi...