Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.John Winston Ono Lennon.
"Seninle evleneceğim. Her sözleşmeyi tek taraflı feshedebilirim. Her sözü çiğneyebilirim; ama sen benimle boşanmaya ikna olmadan senden boşanamam. Tıpkı senin de ben seninle boşanmak istemeden benden boşanamayacağın gibi. Bence gayet adil bir anlaşma..."
Kurduğum cümlelerden sonra Ali Aslan Ayaydın, saniyelerce, dakikalarca, saatlerce hatta belki de asırlarca yüzüme baktı.
Sorgulamaktan daha çok inanmıyor gibiydi. Böyle bir şeyi beklemiyor gibiydi. Ben de beklemiyordum. Ben de kendimden böyle bir şeyi beklemiyordum. Bunu nasıl bir çırpıda dillendirdiğime ben de en az onun kadar şaşırmıştım; ama bunu ona belli etmemek için sükuneti bir zırh gibi üstüme giymiştim.
"Tövbe estağfurullah... Böyle evlenmek mi teklif edilir?"
Bana verdiği cevap ile şaşkınlıkla kalakalmıştım. Gerçekten tek takıldığı şey bu muydu? Her şey çok mantıklıydı, çok normaldi, çok doğruydu da benim evlenme teklifim mi eğriydi?
"Asıl sana tövbe estağfurullah be! Her şey doğru da bi' benim teklifim mi eğri?"
Alparslan Ayaydın'ın dudaklarından bir kıkırdama firar ettiğinde, abisinin sert bakışları ile kendini toparlamaya çalıştı. "Siz iki deli bi' araya gelmişsiniz. Evlenin, evlenin de başkalarının başını yakmayın."
Alparslan Ayaydın'ın kurduğu cümle ile gözlerimi devirdiğimde, Ali Aslan Ayaydın'ın da aynısını yaptığını fark etmiştim.
Ali Aslan Ayaydın ile göz göze geldiğimizde yaşadığım gerginliği belli etmemek adına kahve fincanını ellerimin arasına aldım.
"Bak sosyete güzeli," dedi Ali Aslan Ayaydın, gözlerimin içine kararlılık ve gaddarlıkla bakarken. "Belli ki pederine kızmışsın, kendi çapında bir şeyler öğrenmişsin, kalkmışsın buraya kadar gelmişsin; ama ben senin babacığını sinirlendireceğin kozun olmam. Hadi diyelim ben böyle bir hata yaptım. Sen burada bir saatten fazla barınamazsın. Senin o pahalı topuklu ayakkabıların var ya... Senin o topukların bu taşlı yollarda parçalanır. Yazık olur. Hem ayakkabılarına hem de sana."
Ali Aslan Ayaydın'ın kurduğu cümleler ile boğazıma bir yumru oturmuştu. Aklıma hiç gelmemesi gereken, hele ki şu an hiç gelmemesi gereken anıların içinde boğulmuştum.
"İstemiyorum! Senin yapmaktan utanmadığın şeyleri saklanmaktan utanmayacağım! Ben senin önce kolunu bacağını kırıp, sonra arkadaşlarının önüne çıkartmadan önce allayıp pullayacağın oyuncak bebek değilim! İnsanım ben be, insan!"
"İsteyeceksin! Sesini kesmeyi öğreneceksin! Bana karşı gelmemeyi öğreneceksin! Ya seve seve öğreneceksin, ya da ben senin kafana vura vura öğreteceğim! Şimdi kalk üstünü başını düzelt, o suratını da toparla misafirlerin yanına gel! Gülümseyeceksin! Saygısızlık etmeyeceksin! Uslu uslu oturacaksın ve benimle birlikte misafirleri ağırlayacaksın Yaren! Bitti, bu kadar!"
Kulağımda çınlayan, bir uğultu olup beni içerisine çeken, Ali Aslan Ayaydın'la göz göze geldiğimde yaşadığım gerginliği belli etmemek adına ellerimin arasına aldığım fincan, gözümün önünden geçen görüntüler ve babam Ahmet Dağlı'nın beynimde çınlayan sesiyle birlikte ellerimin arasından kayıp düştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gün Değmemiş
قصص عامةKendi yolunu kendi kurallarıyla çizmek isterken, yolunun üzerindeki en büyük engelini aşmak için, hiç tanımadığı biriyle işbirliği yapmak zorunda kaldığı için, hiç bilmediği bir hayatın kapılarını aralayan Yaren Dağlı ve yolu onun yoluyla yaptığı bi...