i gave my blood, sweat and tears for this

163 22 21
                                    

Kararan havaya dudaklarını sarkıtarak bakarken az önce yokuştan yuvarlanan arabasını toparlamaya giden seyyar satıcının bağırışlarına karşı hiçbir tepki göstermedi küçük beden. Yalnızca iki tane elma alsa ne olacaktı sanki? Bu dünyanın insanı malının değil kalplerinin eksikliği ile ölür giderdi. İstediğini alamadığını göstermeye çalışarak ceplerindeki elmaları saklamaya çalışırken "Görüyor musunuz?" diye bağırdı tok sesi ile. Yaşına rağmen gür sesi yanından geçen ayyaşın gazete kağıdına sardığı şarabını düşürüp ona doğru bir tekme savurmasına sebep olsa da bel kemiğine gelen darbeyi ovuşturarak uzaklaştı. Elektrik kablolarına denk gelen pencerelerin birinden sarkmış, ciddi anlamda kadının yüzünün ve bedenin sarktığını da düşünüyordu, Çinli kadına bakarken "Sen gördün! Hem bana hırsız dedi hem de tekmeyi bastı!" dedi arabasını yukarı sürmek yerine sokağı terk eden satıcıyı işaret ederken. "Bir dahakine bütün mahallenin çocuklarını toplayıp çaldıracağım elmalarını!" Hırsını alamayıp cılız beden sokağın sonundaki köpek kulübesinden köşeyi dönene kadar bağırdığında bir an görüş açısı karardı. Hayır, düşmemişti, düşmezdi yakışıklı. Gözlerinin önüne düşen bezi parmaklarının ucunda tutup kaldırdığında omzunun üzerinden sol taraftaki binaya baktı.

"Bana bak, yakışıklı!" dedi mahallenin huysuz yaşlılarından biri. Hayatında hiç güler yüzlü bir yaşlı ile tanıştığını hatırlamıyordu. "Biraz daha sanki sopaya oturmuşsun gibi bağırırsan, gelirim oraya-" Bitmek bilmeyen bir öksürük adamı yavaş yavaş içeriye soktuğunda "Ah, ajjushi." diye mırıldandı Yeonjun, kokusu burnunu kırıp midesini alt üst eden çorabı yere fırlatırken. "Azrail arkandan saniyeleri sayıyor, sen burada gelmiş en son karının cenazesinde yıkadığın çorabı fırlatıyorsun. Ne yaparsın, yakışıklı? Zamane yaşlıları işte."

Kendi kendine konuşup bir de üstüne tüm mahalleye ezberlettiği lakabını büyük bir zevkle söylerken yolun kenarında oyun oynayan kızları güldürmeyi başardı. Kucağında tuttuğu, daha doğrusu tutmaya çalıştığı gazete kağıdına doğru eğilmiş; iki metre kadar ötesinde kendisine bakıp gülen çocukları umursamadan parmaklarının altındaki kediyi sevmeye devam eden kardeşine doğru ilerledi, çünkü o gelemezdi. Hemen yaklaşıp kucağına aldığı bedeni zayıf olmasına rağmen kaldıramadı çünkü onun da kardeşinden bir farkı yoktu. Ne olduğunu anlamayan Taehyun anlık korksa da hemencecik kollarını abisinin boynuna dolayıp boynuna derin bir öpücük kondurdu. Yeonjun belli etmek istemese de zorlanmasına rağmen küçüğünün avuçlarına doldurduğu saçlarını öptü, karanlık havada parlayan elalardan ayırmadı gözlerini. "Ne yaptın çiçeğim?" dedi yerine iyiden iyiye yerleşmeye çalışırken hala gazete kağıdını elinden ayırmayan Taehyun'a.   Bir süre ses gelmediğinde omzunun üzerinde duran başını hareket ettirip yüzünü boynuna gömmesini sağladı. Az bir süreliğine olsa da çevreye bakmasını istemedi. Taehyun'un gözleri tüm bu pisliğe; beş metre kadar ileride  bir kadını sıkıştıran adama, kalça kemiğinin sakatlığından dolayı yürümesi aksayan zavallıya taş atan çocuklara, marketten saçı başı birbirine karışmış, bir yandan aldığı sütü ve ekmeği göğsüne sokmaya çalışırken bir yandan da emzikli bebeğinin elini tutmaya uğraşan kadına değse de yine de gülümsemeye devam ederdi, emindi. Ama Yeonjun bunu yapamazdı, kardeşinin kendisinden daha güçlü olduğunu bilse de bunu yapmaya gönlü el vermezdi. Hasta yatağında yeşilin en güzel tonuyla kendisine bakan annesine söz vermişti, Taehyun değerliydi, altındı Taehyun. Yeri gelir o abi olurdu, omzunu açardı Yeonjun'a. Yine de gücünden ödün veremezdi Yeonjun.

Evlerinin bulunduğu sokağa girdiklerinde ensesindeki saçların hafiften çekildiğini hissetti Yeonjun, hemen ardından Taehyun konuşmaya başladı. "Bir çocuk geldi bugün yanıma." dedi. Kolları güçsüzleşti, kötü bir şey olduğunu düşündü ilk olarak. Çalışmak zorunda olduğu zaman Taehyun'u onun isteği üzerine sokağa bırakmak zorunda kalıyordu, elleri işte olsa da aklı kardeşinde kalıyordu ama başka çaresi de yoktu. Dudaklarını büzmüş, sırf yürüyemediği için eve tıkılmayı hak etmediğini söyleyen biriciğine karşı gelemiyordu. Sonunda evin dış kapısından içeriye girdiler, iki katlı, beyaz fakat kirinden gri gibi gözüken evin aşağıya inen merdivenlerden dikkatlice indiler. Ev sahiplerinin, aynı zamanda Yeonjun'un çalıştığı marketin sahiplerinin, kapının önüne bir beze sarılmış şekilde bıraktıkları tencereyi de alıp içeriye geçtiler. Sürekli somurtsa da haftada iki kez yemeklerini kapılarının önüne bırakmayı unutmayan, bir gün de Taehyun'un ve Yeonjun'un banyo etmesi için sıcak su getiren kollarından bir tanesinin Taehyun ile eş kiloda olduğunu tahmin ettiği bir kadındı. Eşi güler yüzüne kanmayacak şekilde cimri olsa da, iki kardeşin üç sene önce ölmüş annelerine mutfak tezgahının bulunduğu bir salon ve küçükçe de bir tuvaletin olduğu evi verirken tereddüt etmemişti. İşte, gözüyle gören herkes bu adamı hiç sevmez, görünce yolunu çevirirdi, kimse kapısına dahi uğramazdı. Beş yaşında bacaklarını kaybeden Taehyun ise fırsat buldukça yanında durur, bahçede olduğu zamanlar kalçasının üzerinde sürünerek giderdi yanına. Bulmaca sayfaları koparır, bir şeyler okumaya çalışırdı tebessümle onu izleyen bakışların altında.

flaw(less) • beomjunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin