Medya: Zehir Özsoy
...Vücuduma çarpan ılık ve hafif rüzgâr ile yerimde kıpırdandım. Hava fazlasıyla hoştu ve insanı rahatlatıyordu. Fakat oturduğum sandalyeden olsa gerek belim yeterince tutulmuştu. Sırtıma binlerce bıçak saplanıyormuş gibi hissediyordum.
Oturduğum sandalyeden kalkmak isterken üstümdeki fazlalık ile duraksadım. Üzerimde neredeyse ağırlık bile yapmayan, pamuk kadar hafif bir pike çok narin bir şekilde vücut hatlarımın şeklini almış ve belirlediği konuma göre tam olması gerektiği gibi duruyordu.
Pikeyi yavaşça üzerimden alıp kenarı bıraktım. Bir kaç kez esneme hareketi yaptıktan sonra dünden yerini bildiğim banyoya doğru ilerledim. İlk başta ne olur ne olmaz kapıyı çaldıktan sonra içeri girdim.
Bir kaç kez yüzüme su çarptıktan sonra üstümü düzeltip gece boyunca uyuduğum bahçe masasının oraya doğru ilerledim. Sandalyeme tekrar oturdum ve saate baktım.
10.25
Dün o kadar geç yattığımı göz önüne alırsak bu saatte uyanmam asla normal değildi. Ben akşama kadar uyurum diye düşünüyordum.
Telefonu geri masanın üstüne koydum ve dün Uzay'ın morarttığı kolumun kıyafetini yukarı doğru sıyırdım. Fakat görmeyi beklediğim görüntü bu değildi.
Morluk neredeyse yoktu ve ağrı hissetmiyordum. Biri buraya azda olsa pansuman yapmış gibiydi. Ama asıl önemli olan bunu kim yapmıştı?
İhtimalleri göz önüne alırsak Mira geldikten sonra bahçeye çıkmış, beni görmüş ve pansuman yapmış olabilirdi. Fakat diğer yandan bu olanaksızdı. Çünkü büyük ihtimalle Mira, Zehir'in durumunu ögrenince hemen gelmiş ve yanından hiç ayrılmamıştı. Belki yokluğumu bile fark etmemişti. Normaldi.
Okyanus hep fark edilmeyen, dışlanan ve herkesin ön yargıyla yaklaştığı o kızdı işte. Ne yaparsa yapsın, ne başarırsa başarsın asla insanların gözünde belli bir konuma gelemeyen, hep daha iyisi beklenilen o kız.
Omuzlarımda hayatın yükünü taşıdığım ama kimsenin fark etmediği bir sır perdesiydi benim yaşadıklarım.
İnsanlar yükü taşıyabildiğimiz için ağırlık yapmadığını mı düşünüyordu?
Eğer gerçekten böyleyse çok yanılıyorlardı. Her şeyi dışarıdan izlemek daha kolaydı onlar için. Bir seyirci olup sadece gösteriyi izlemek her zaman daha basitti. Bir bilet parası kimin neden canını yakacaktı ki?
"Uyanmışsın" Arkamdan gelen ses ile irkildim. Bakışlarımı hafif esen rüzgârın sallandırdığı ağaç yapraklarından çekmeden cevap verdim.
"Sana da günaydın" dedim tok bir sesle. Arkamdaki kişinin sertçe yutkunduğunu işitebiliyordum. Ortam o kadar sessizdi ki sadece nefes alış-verişlerimiz ve cıvıldayan kuşların sesleri vardı.
"Okyanus bak ben özü-" Cümlesini bitirmesine fırsat vermeden araya girdim.
"Sence sonradan dilenen bir özrün yırtılmış bir kâğıda faydası var mı Uzay? Hatta dur ben söyleyeyim, yok. Sen benim tanıdığım bir veya iki günlük birisin işte. Sorunda bu" dedim arkamı dönerek. Yerde olan gözlerini benimkilerle buluşturdu. "Senin bana bir özür borcun yok ama aynı zamanda senin benim kolumu morartma hakkında yok. Tamda bu yüzden senden bir özür beklemiyorum. Sevgilin için endişelendin, anlamaya çalışıyorum zor bir durum. Fakat ne olursa böyle bir şey yapman asla doğru değil." Hafifçe yutkunarak masaya doğru ilerledim. Telefonumu aldım ve eşofmanımın cebine koydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YALNIZLIK RÜZGARI
Novela JuvenilOkyanus ailesi tarafından sevgi görmeyen bir çocuk. Yaşadıkları onu küçük yaşta olgunlaştırdı. Dertlerini çoğu zaman içinde yaşar, kimse ile paylaşmak istemezdi. İş için İstanbul'a taşınmak zorunda kaldılar. Okyanus, kendisini ne sürprizler beklediğ...