merhaba, bu kurguyu yazmak benim için çok zor.. deprem felaketi ve kurgum holding breath'ın silinmesi zihnimde ufak travmalar yarattı.
ama beni seven sizleri de kurgusuz bırakmamaya söz verdim, bu yüzden uzun süredir düşündüğüm kurguyu derin bir nefes eşliğinde yazmaya başlıyorum.
umarım ophelia yolculuğu hepimiz için heyecanlı ve bol aksiyonlu olur ve sonumuz holding breath gibi olmaz..
inanın çok denedim, ama kurgum'u geri yüklemediler. diyecek sözüm yok, gücüm de. şimdilik iyi okumalar demekle başlayıp içinizi daha fazla karartmayacağım.
sizi seviyorum, the hunter yolculuğu başlıyor.
____________________________________________________
Evrenin tüm insanlarının tek bir adamın kararlarına bağlı olarak yaşadığını düşünün.
Koskoca bir insanlık ve yüzyıllardır kurallarından dışarı çıkılamayan bir kral.
Herkesin zulmünden korktuğu bu kral'dan korkmayan, aksine onlara bu hayatı zehir ettiği için nefret eden tek bir isim vardı. Jeon Jungkook.
"Jungkook, uyan."
Jungkook yatağında iç çekerek arkasını döndüğünde yatağına vuran güneş yüzünden sinirle bacaklarını sallayıp kadife battaniyesini üzerinden atmıştı.
"Jungkook!"
Duyduğu sesle oflayarak gözlerini ovuştururken açılan kapısıyla başını kaldırdı ve kaşlarını çatarak oraya baktı.
"Ne oldu baba?"
Babasına bakarken babası hızlı hareketlerle odasından birkaç şey aldı ve onun kafasına attı, bunlar onun kıyafetleriydi.
"Tarlaya gitmemiz gerekiyor."
Jungkook oflayarak başını yastığa gömdüğünde soylular ve köleler olarak ayrılan bu dönemde maraba olmaktan ne kadar tiksindiğini bir defa daha fark etti.
O ne zengindi, ne fakir. Soylu bir adamın çiftliğinde çalışan ve maraba olarak adlandırılan bir ailenin en ufak çocuğuydu.
Yatağından kalkarak aynada olan bedenine baktı. Jungkook ufak ve güzel bir oğlandı.
Beyaz teni ve ufak vücudu tıpkı bir kadın vucüdu gibi kıvrımlıydı. Çok kısa değildi, ama ondan uzun insanlara göre oldukça minyon kalıyordu. Siyah saçları artık uzamış ve gözlerine gelmeye başlamıştı, ancak onları kestirecek parası yoktu. Cam ile kesecek vakti de bulamamıştı.
Bu yüzden gözüne düşen saçları elleriyle çekerken aynada öylece kendisine bakmaya devam etti. Kısa sürede odasından çıktı. Evlerinin tahtaları o kadar eskiydi ki, Jungkook ufak ayaklarıyla her bastığında gıcırdayarak kulağa kötü bir ses veriyordu.
Jungkook, bu seslerden bile tiksintiğini fark etti.
İç çekerek eski banyoya girdikten sonra kirli tişörtünün koluyla aynayı sildi. Az da olsa görüş açısı olduğunda eğilerek yüzünü yıkadı ve dişlerini eski fırçası ile fırçaladı.Boş suyla fırçalamıştı, çünkü yanlızca soylular dişlerini özel yapılan şifalı jeller ile fırçalardı. Jungkook küçükken annesi temizliğe gittikçe peşine takılırken aklında tek kalan o güzel şeyin kokusu olmuştu.
Hâlâ vakit buldukça soylunun evine girer ve ondan çalardı. Aslında, soylu onu başka şeyler içinde odasına çağırıyordu, mide bulandırıcı şeyler için.
Jungkook anında daldığı düşünce bulutunu dağıtıp koşar adımlarla odasına gitti. Eski bir tişört'ü üzerine tulumunu giydi. Hemen ardından çoraplarını giyerek çorabının yırtık kısmını topuklarına denk getirdi. Çünkü parmaklarına vuran ayakkabı yüzünden canını yakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OPHELİA © taekook
Historical Fictiongör beni, bak bana. sonra aynaya geç bak kendine. sen bensin çocuk, sen bendensin, benim parçamsın. şimdi hançerin saplansın göğüsüme. kral mı ölecek, kralın mı? seçimler kirlidir jeon, avcılığa çıktığın yolda kollarımda avlandın. mezarında benim...