Barış'la birlikte güzel bir uyku çektikten sonra yiyecek bir şey bulamamamız nedeniyle markete gitme kararı aldık. Tabii hangi günümüz normal de bu normal olsun? Barış köpeğin yanından geçerken elindeki poşeti de sallayarak kendi etrafında dönerken köpek kafasına ağır bir darbe aldı. Başta sersemleyen köpek, iki saniyede kendine gelip bizi koşturmaya başladı. Barış hem arkasını dönüp köpeğe bakıyor, hem de koşuyordu.
"Ya yanlışlıkla oldu diyorum"
"Özür dilerim.."
"Inan ki bilerek yapmadım.."
"Yavrun olursa bana ver."
Köpek daha da hızla koşmaya başladı.
"Ya tamam kızma hemen! Verme."
Nefesimiz tükenmişti. Bu yüzden sözü hep yarıda kalan Barış inatla konuşmaya çalışıyordu.
"Vermezsen vermeee!"
Migros'un oralara geldiğimizde Barış yine köpeğe laf atmak için arkasını döndü. 'Yapma!' dememe kalmadan yerden poşetlerini almak için eğilen teyzeye arkadan geçirdi.
"Özür dilerim kusura bakmayın..."
"Elinizi öpeyim teyzeciğim.."
"Irz düşmanı! Ben yetmiş yaşında kadınım hiç mi utanman yok! Kızım sen de ne arıyorsun bu pisliğin yanında, sapık bu sapık.."
Tam içimden 'sıçtık' diye geçirirken Barış, 'sıvadık' diye düşünmemi sağlayacak bir şey yaptı.
"Ben meraklı mıyım senin ayaklarına inmiş memelerine! Kendini Kate Upton mu sanıyorsun sen!"
Bir insan nasıl bu kadar mal olabilirdi? Migros'un girişindeki atm'ye dayanmış, elimle ağzımı kapatarak şaşkınlıkla Barış'ı ve ona söven teyzeyi izliyordum.
"Arayacağım polisi! Pis herif, bana da mı göz koydun!"
"Hanım hanıım..." dedi Barış elini mahalle karısı edasıyla beline koyarken. "Sana koyacağım göz kör olsun be!"
"Taş gibiyim ben daha!"
"Duyuyor musunuz? Kendini bana ayarlamaya çalışıyor! Tipim değilsin!"
Barış'ı kolundan tutup arkama çektim.
"Teyzeciğim özür dilerim kardeşimin adına. Küçükken de böyleydi bu eşek sıpası, hiperaktif dedi doktorlar. Arada böyle kazalar oluyor işte. Kusura bakmayın, bunda zekâ geriliği var. Affedin..."
"Güzel kızım senin için affediyorum delikanlıyı... ama bir doktora görünsün. Allah şifa versin."
Ağzını bir süre oynattı. Bir şey mi diyecek diye beklerken, Barış'ın üzerine resmen tükürdü.
"Hadi gidelim abiciğim, size de ne kadar teşekkür etsem az teyzeciğim..."
Barış yol boyu yerlere tükürüp durdu.
"Ne yapıyorsun be pislik!"
" Teyze üzerime sıçtı resmen farkındasın değil mi? Ya mikrop kaparsam? Hassastır benim bünyem..."
Elimle bana yaklaşmasını işaret ettim.
Dudaklarımı alnına dayadım.
"Barış! Yanıyorsun sen!.." Barış'ın canı çok tatlıdır, bir keresinde tebeşir yemiştik okuldan kaçmak için, Barış ben okulda kalacağım diye ağlamıştı. Umut'un ağzından yemezsen götünden sokarım demesiyle zorla tebeşiri yuttu. Sonra bir ay hasta yatağında yattı.
"Bak benim dudaklarım yanılmaz, kesin 40 buçuk derece ateşin var senin..."
" Zeynep al şu poşetleri, iyi değilim ben. Bir de poşet taşıtıyorsun bana.."
Bunu dediğime gerçekten pişman olmuştum. Barış öleceğini düşünüyordu.
"Ya... bir şey olur mu? Olmaz değil mi..."
" Yok yani kendim için demiyorum, sen bensiz ne yaparsın... bak hep seni düşünüyorum."
Barış'ın vasiyeti eşliğinde eve gittik. Gider gitmez Barış kendini Umut'un yatağına attı.
"Ben sana bir çorba yapayım.."
Elimdeki torbalarla mutfağa gittim. Önce aldıklarımızı yerleştirdim. Sonra aklıma birden anneme iki gündür haber vermediğim geldi.
"Alo? Anne? Ha anne ya ben Umut'lardayım da, Barış çok hasta.. sen beni biraz idare etsen olur mu? Seni seviyorum.. kocamaaan..."
İşte benim annem ya. Babama dört gün anneannemde kalacağımı söylemişti. Dolaptan domatesleri çıkarttım.
"Eveeet..."
"Nasıl yapılır ki bu?"
"Annem hep ilk rendeler sonra yıkar."
Rendeledikten sonra iki domatesi yıkamaya çalışmakla ziyan ettim. Daha sonra tarife internetten bakmaya karar verdim.
Tarife göre birebir hazırladığım çorba enfes görünüyordu. Bir kaseye çorbamı koyup, süsleyip içeri götürdüm.
"Barııış"
"Çorbanı getirdim yavrukuşuum.."
"Kız uyan yeter..."
Çorbanın yanına koyduğum bir bardak suya elimi batırıp Barış'ın yüzüne su damlattım. Yüzünü buruşturarak uyandı.
"Ay çorba mı yapmış bana kıçı kırık Zeynep"
"Istersen geri götürebilirim?" dedim hafifçe arkamı dönerken.
"Gel gel gel.."
Çorbayı tepsiyle kucağına bıraktım.
"Ne yani sen içirmeyecek misin?"
"Yoo, gidiyorum ben. Arda çağırdı."
Askıdan hırkamı alıp giydim.
"Bu sıcakta hırka mı giyeceksin? Başka bir şey var."
"Yok ulan."
Var...
"Bu sıcakta tuvalete bile gidilmez otur oturduğun yere.."
Yanına oturdum. Elime kaşığı aldım. Çorbadan bir kaşık içirdim. O sırada kapı çaldı.
"Geliyorum.."
Umut, Arda, Derya, Sinan, Uzay içeri girdiler.
"Hoşgeld-, oğlum siz Zeynep'i çağırmamış mıydınız?"
"Yooo." dedi hepsi bir ağızdan.
"Hadi Barış çorbanı içmen lazım kuzum hadi lafa tutmayın hasta o."
Tam bir şey diyecek oldu, çorbayı dayadım anında. Tabii başta yutamadı. Sonra...
Sonra...
"Hapşuuuuğ"
Barış'ın ağzı doluyken hapşırmasıyla duvarlar, yatak, dolap ve ben çorba oldum.
"Barış allah cezanı versin!"
"Ne yapayım tutayım mı aaaa!"
Tam o sırada içeri Arda girdi.
"Kankala- aaaaa! Umuuuut koş koş!"
Ikimiz de susmasını işaret ediyorduk. Arda koridorda 'ne oldu lan' diye bağıra bağıra gelen Umut'a ısrarla cevap verdi.
"Barış duvara sıçmış!"
Günün geri kalan kısmında Umut yatağa atlayıp Barış'ın kıçını ısırdı. Barış, ben, Arda ve Derya'yı saymıyorum onlar daha çok sevişti, duvar sildik.
"O tabağı, kaşığı, tepsiyi götüne sokacağım."