Küçük

257 16 0
                                    

Eve geldiğimizde çocukluk arkadaşım olan Anıl, kolumdaki kurşunu çıkarmış ardından dikip pansumanını yapmıştı.

Bu sırada dikkatle beni izleyen Miraç, Adelin kucağında uyuya kalmıştı.

"Bundan sonrası için bir planın var mı?"

Anılın sorusu ile ona döndüm. "Var dersem yalan söylerim. Ama bazı şeylerin farkındayım. Bu yüzden hemen o adamı bulmalıyım." Dedim.

"Evet, adamı bulduktan sonra ne olacak peki? Ben söyleyeyim bu çocuğa yapılanın hırsını senden alacak." Eflin Miraçtan dolayı kısık konuşurken Anıl onu onayladı.

"Eflin haklı ufuk, bu çocuk ne kadar masum olsa da babası için aynısını diyemeyiz. " ardından "ayrıca o Sina piçinin senin peşini bırakacağını düşünmüyorum." Demişti.

Haklı oldukları için sessiz kaldım. Sonuçta bir planım yoktu ve şuanlık sadece büyük evden haber bekliyordum.

Aradan yaklaşık bir saat geçtikten sonra Adelin kucağındaki minik uyandı. Başta korkup ağlasa da beni görünce sustu.

Kollarını bana uzatan küçük çocuğa karşı tebessüm ettim. Muhtemelen onu oradan çıkardığım için bana güveniyordu.

"Babamı istiyorum."

Geldiğinden beri ilk defa bizimle konuşan çocuğa baktım. Bakar bakmaz içim yandı.

Bu kadar küçük ve güzel bir bebekten kim nasıl bir intikam almayı hayal ederdi?

"Biliyorum, ama babanın biraz işi var onu bekleyeceğiz sonra baba gelecek tamam mı? "

Başını sallayıp kafasını boynuma koydu.

Normalde çocukları ya da bebekleri çok fazla seven bir karakterim yoktu. Bebekleri yine severdim az çok ama çocuklar bana göre tam bir baş belasıydı. Fakat şuan kucağımda duran çocuğa kıyamıyordum. Burnumu boynuna yaslayıp koklarken içime huzur dolmuştu. Gerçekten, cennet kokuyordu sanki.

"Yemek hazır." Diye içeri giren Eflin ile kucağıma Miracı da alıp mutfağa gittim. Tam sandalyeye yerleştiğim sıra çalan telefon ile masada sessizlik oluştu.

"Sen ver bana Miracı git telefona bak." Anıl kollarını uzatırken Miracı ona verdim ve telefona baktım.

Sancak arıyordu.

"Efendim kardeşim."
"Merhaba, orospu çocuğu!"
Kulağıma gelen yabancı erkek sesi ile kalbim hızlanmaya başlamıştı.
"Kimsin sen?" Diye sordum cevabını bile bile.

"Kaçırdığın çocuğun babası." Dedi alaycı bir sesle.

"Nerdesin lan sen? Oğlumu ver bana." Diyen adamla sinirlerimin gerildiğini hissediyordum.

"Ulan şerefsiz senin oğlunu kurtardım ben ne kaçırmasından bahsediyorsun bana?"

Dediğimi sikine bile takmadı.

"Oğlumu ver telefona!"

Hiddetle bağıran adama gözlerimi devirdim ve Miraçgilin yanına gittim. Beni görünce gözlerin parlayan çocuğa tebessüm ettikten sonra "bak telefonda kim var." Diyerek telefonu ona uzattım.

Anlamış olacak ki büyük bir mutlulukla telefonu elimden alıp kulağına tuttu.

"Alo"
"Baba, seni çok özledim nerdesin?"
"Yok ben iyiyim bana çok güzel bakıyorlar."
"Bilmiyorum ki nerdeyiz."
"Baba hemen gel ama tamam mı?"
"Görüşürüz."

Babası ile konuştuktan sonra telefonu bana geri veren çocukla kulağıma tuttum telefonu.

"Nerde olduğunu söyle. Oğlumu almaya geleceğim." Sakin duyulan sesinin altındaki tehdit, insanı endişelendiriyordu.

"Hayır, buraya gelmeyeceksin. Ben oraya geleceğim. Evinin adresini at bana."

Arkadaşlarımın canını tehlikeye atamazdım. Böyle insanların şakası olmazdı.

"Pekala, ben atar atmaz yola çık ve oğlumu sapasağlam getir. Yoksa ne olacağını biliyorsun değil mi?"

İçimi kaplayan huzursuzlukla "tamam" derken telefonu kapattım.

Bundan sonrası için hamlelerimi güzel oynamam gerekiyordu.

Aksi takdirde hem kendi başımı hem de arkadaşlarımın başını yakardım.

Mutfağa doğru gittiğimde gülen çocukla istemsizce ben de gülümsedim.
Kısa bir süre içersinde sanki bedenimi ve duygularımı etkisi altına almıştı. Sandalyeyi çekip oturduğumda önümdeki çorbayı içmeye başladım.

Önümüzdeki yemekleri bitirdiğimiz zaman kalkıp salona geçmiştik. Genelde yemek yedikten iki üç saat sonra masayı toplardık.

Bu sırada miraçla sohbet etmeye başlamıştık.

En sevdiği renk pembeymiş ama o adam ona hep siyah giydirirmiş.
Ya da annesini çok özlemiş ama annesini hiç görmemiş.
Oyunları severmiş ama babası oyuncak almazmış.
Arkadaşlarını severmiş ama tek arkadaşları korumalarıymış.

Gibi birçok şey.

Konuşmaya devam ederken telefonuma gelen mesajla dikleştim.

Konumunu atmıştı.

Oturduğum koltukta ayaklanırken herkesin bakışı beni buldu. "Hadi bakalım baba bizi bekliyor."

Küçük bu dediğime karşı hemen gülümsemiş ve yanıma gelmişti. Önce montunu giydirip sonra ayakkabılarını giydirirken bizimkilere el sallamıştı.

Kapıdan çıkarken onlara baktığımda hepsinin gözünde olan endişe kırıntıları ile yutkundum.

Birçok göreve gitmiş ve çok kez yaralanmadan çıkmıştım. Fakat şimdi sadece ben değil onları da tehlikeye atıyordum.

Ben de el salladığımda arabaya ilerledim ve Miracı yan koltuğa oturttum.

Bir saatlik bir yolculuğun ardından geldiğimiz malikane ile küçük sürekli kahkaha atmaya başlamıştı.

"Yaşasın sonunda Turgutu göreceğim!" Arabadan koşarak inen çocukla bende peşinden koşmaya başladım.

Taaki sekiz adamın bana silah doğrultmasına kadar.

Adımlarım anında dururken çığlık atan Miraçla gözlerimi kapattım. En azından o içeri geçtiğinde öldürülseydim.

Şimdi çocuk korkacaktı.

Ölümün benim için geldiğini ve bu sefer sağ çıkamayacağımın bilinciyle yutkundum.

O an Silahlı adamların kenara çekilmesine sebep olan bir adam gelmeye başladı.

Uzun boyu, kalıplı vücudu ve yakışıklı yüzü ile önümde duran adamla başımı kaldırdım.

Bir seksen olan ben, bu adama bakmak için başımı kaldırmıştım.

Gözlerinizin birbirine deydiği  an sanki bir elektriklenme olmuş gibi titredim.

Kahveleri yeşillerime denk geldiği an rüzgar esti sanki.

İçim ürperdi, hava soğudu birden.

O an anlayamadığım duyguyu şimdi anlıyordum aslında. Her insan eceliyle karşılaştığında korkardı. Ama ben o gün bunu anlamamıştım.

Küçük Dokunuş | GAY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin