sekiz

87 15 5
                                    

hyunjin
ben sana temmuzda aşık oldum.

onu ilk başlarda istemesem de alışmıştım varlığına. tek bir gün bile atlamıyordu, benim gibi. sanırım günler geçtikçe, onu tanıdıkça ona daha çok çekilir olmuştum. bu duygular bana yabancıydı, anlamlandıramamıştım. bazı zamanlar gülümser ve tatlı tatlı bana bir şeyler anlatırdı. o zaman ben de gülerdim farkında olmadan.
bazen dalıp giderdim ona, o zamanlar fark etmezdim. o ilk başta tanıdığım boş bakışlı, hayattan bıkmış çocuk gitmişti sanki.

kimi zaman kolunda morluklarla gelirdi, ben bildiğim için konuşmazdım onlar hakkında. sadece morlukların üstüne dokunurdum o da öpmemi söylerdi.

öpünce ise mutlu olurdu. onu mutlu görünce ben de mutlu olurdum.

Jeongin'e olan hislerime bir ad koyacak olsam, hoşlantı diyebilirdim.

ama o zamanlar pek farkında değildim.

ve o bir gece ona tüm hayatımı anlatmıştım.

"hyung." dedi. "sen bana hiç niye böyle olduğunu anlatmadın." ona döndüm.

"nasılmışım ben?"

"ilk tanıştığımızda mesela. soğuktun, bakışların soğuktu tüm dünyadan her şeyden nefret edermiş gibiydi." bana döndü. "neden hyung? neden bu kadar kızgınsın dünyaya." omzuna yaslandım.

"annem ve babam." dedim. "gerçek ailem değiller. iki, üç yaşlarında evlat edinmişler beni. onları tanıdığımdan beri de sürekli kavga ederler. beni hep görmezden geldiler." güldüm. "o zaman niye evlat edindiler değil mi?" bir süre durdum.

"bana her şeyi verdiler, gerçekten her şeyi verdiler ama ben onlardan bunu hiç istemedim ki. zaten gerçek ailem beni terk etmiş, bu ailem ise kavga etmekten beni göremiyor. sevgisiz büyüdüm yani ben. birini sevmek nasıl bir şey onu bile bilmiyorum." bunu derken ona bakmıştım, Jeongin'in de gözleri üzerimdeydi zaten. bir süre bakışmamızın ardından gözlerini çeken ilk o oldu.

ardından devam ettim. "buraya ortaokulda keşfettim. herkesten uzak olmak istediğim için. yanlışlıkla keşfettim."

"zaten hiçbir zaman arkadaşım da olmadı, genelde en arkada oturur kimseyle konuşmazdım. o gün bu gündür her gün buraya geliyorum. zaten ailemin pekte umurunda olduğum söylenemez. kavga etmekten beni göremiyorlar." güldüm. "öyle işte. ben buyum Jeongin."

sarıldı bana sımsıkı. "sana sevmeyi de sevilmeyi de öğreteceğim hyung. söz veriyorum."

"gerçekten mi?"

"gerçekten. hem ben seni çok seviyorum. belki daha tanışalı iki, üç hafta oldu ama ben seni gerçekten çok seviyorum." bununla birlikte beline daha sıkı sarıldım. "teşekkür ederim Jeongin."

o geceden sonra Jeongin sayesinde sürekli güler olmuştum. bu yer haricinde  dışarı da çıkmaya başlamıştık.

bir gün orada yine birlikte otururken Jeongin birden bana yaklaştı. tam gözlerimin içine baktı. o an kalbim hızlanmış, gözlerim titremişti.

"sence aşk ne demek hyung?"

"düşünmedim hiç." dudaklarımı yaladığımda bakışları oraya kaydı. "peki ya sence," dedim. "aşk ne demek?"

yine tam gözlerimin içine baktı. çok güzel baktı hem de.

"bana bu soruyu önceden sorsan..." dedi. "aşk, gereksiz ve saçma bir duygu der geçerdim ama bugün," yüzüme yaklaştı. "sensin." başını eğdi. "belki de her şey için çok erken, çok uzun zamandır tanışmıyor olabiliriz ama bilmiyorum." bir anda yüzümden uzaklaştı ve ayağa kalktı. "üzgünüm. çok saçma, boş verebiliriz." deyip yürüyecekken kolundan tuttum. bana döndüğünde, "sensin." dedim.

"ne?"

"benim için de, aşk sensin Jeongin." şaşkındı. "aşkın zamanı yoktur. geç ya da erken, fark etmez." belinden tutup kendime çektim. "sen bana sevmeyi ve sevilmeyi öğrettin ve ben, bunları bana öğreten seni çok seviyorum. tek bildiğim bir şey varsa o da bu." kocaman olan gözleri dolu doluydu.

ve ben o gün Yang Jeongin'i, saat tam üçü yedi geçe, dolunayın altında öptüm.

somewhere only we know, hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin