24: Kar Yağmış Sardunyanın Üstüne

521 66 73
                                    


Ahmet Kaya- İçerden Çıkan Adam

Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı
Gözlerin hani?

"To be or not to be" değil.
"Cogito ergo sum" hiç değil...
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.

Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi...

Ahmed Arif

1945;

Mutlu olmayı bir türlü beceremiyordum. Ya beklentilerim yaşamımın fazla üstündeydi yahut ben tatminsiz bir ademoğluydum. İstediğim ve beklediğim ne varsa, gerçekleştikten sonra eski canlılığını kaybediyor, onu neden istediğimi anlayamaz hale getiriyordu beni...

Mutlu olmak için öyle çok çırpınıyordum ki, bu beni bitkin düşürüyordu. Halbuki mutluluk dediğimiz şey zahmetsizce olmalıydı, kendiliğinden, tatlı tatlı gelmeliydi. Çünkü çırpındığım hiçbir mutluluk, onca çırpınmama değmemişti.

İlya'nın yanında uzanırken elimde kalem, boş sayfaya bakarken bunları düşünüyordum. Daha aylar öncesinde, bu duvarın ardında, bu yatakta olmayı düşlerken şimdi neden böyleydim? Neden böyleydim! Benliğim bir türlü huzur bulmak bilmiyordu. Dünyaya fırlatılmış, çırılçıplak bırakılmış, alışamamıştım ben. Bir türlü benimseyememiştim bulunduğum yeri.

Halbuki insan dediğin, dünyadan başka yer mi bilirdi ki, buraya ait olmadığını hissetsindi? Fakat iş sadece gerçeklikle ilgili değildi.

Gözlerim arada sırada sessiz nefeslerle yanımda kitap okuyan İlya'ya kayıyordu. İşte o zamanlar yüreğimin üzerindeki ağırlık bir nebze olsun hafifliyordu.

Yine de anlayamıyordum. Ben ne arıyordum? Bu dünyada aradığım şey aşk değilse de neydi öyleyse? Kalbimin bu kaybolmuşluğuna hangi çare iyi gelirdi? Bu öyle bir şeydi ki ellerim kalem tutmaz olmuştu. Hatta olabildiğince kaçıyordum sanki mürekkepten, kalemden. Şu sıralar hiçbir iz tatmin edemezdi beni. Sabahtan akşama İlya'nın koynunda yatıp, her şeyden hariç tutulmak istiyordum. Güvende hissettiğim tek yer onun kollarının arası oluyordu.

Endişelerim orada benden uzak duruyordu. Bu sonsuz kaybolmuşluğumu düşünmeyi kesiyordum. Geri dönmüştük Moskova'ya. Çok kalmayacağımızı biliyordum. Savaş git gide hararetleniyordu. Son yakındı. Ama bu son kurtuluş muydu?

"Bir saattir elinde kalem, duvarı izliyorsun duşa maya, rahatsız etmeyeyim dedim ama, kıpırdamıyorsun bile." Elindeki kitabı, diğer kitaplardan oluşan komodinine bıraktı. Kolunu yana doğru açtığında bunu bekliyormuş gibi, bacaklarımı üstünden geçirip, kollarının arasına girdim. Yeni doğmuş, kundaklanmış bir bebek gibi sardı beni.

"Bilmem ki, huzursuzum Sarı Kuş. Semalar gri." Dediğimde, burnunu boynumdan çekip gözlerime baktı derin kuyularıyla. Bir an kayboldum. Ne güzel gözleri vardı bu adamın... İnançsızlığımla alay ediyordu. Diğer diyarlardan kopmuş gelmiş gibi, her rengi içinde barındırıyordu.

"Hmm. Ne yapabilirim senin için peki? Gri semalara nasıl güneş doğdurabilirim?" Eli sırtımı okşayıp, beni mayıştırırken kafamı boynuna yerleştirip güldüm.

Farkında değildi belki bu söylediklerinin ama, bunlar çok kıymetli sözlerdi. O an bunları yapamayacağını bilsem bile, içimde güven patlamaları oluşturuyordu. Ne dersem diyeyim, yapacak gücü varmış gibi hissediyordum. Bu hissi, küçük bir oğlan çocuğu iken güçsüz kollarımla ağ atamadığımda, babamın dünyanın en kolay şeyi gibi ağ atmasını izlerken hissederdim.

Sana DairHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin