-27- who we are?

78 9 0
                                    


Jungkook.

Jeon Jungkook.

Tam da karşımda duruyordu. Onu gördüğüm an sanki varlığımı hissetmiş gibi, onunda gözleri benimkileri bulmuştu.

Arkamdan gelen onca sarhoş ergenin sesi onun gözleri benimkilerle buluştuğu an sanki bir bıçak misali kesilmiş, rahatsız edici o gürültü yerini kalbimin gümbürtüsüne bırakmıştı.

Titremeye başlayan bacaklarım, onu daha önce onlarca kez görmüş olduğum gerçeği, kim olduğunu bile bilmeden onu Jungkook'a şikayet edişlerim, tanrım.. düşündükçe sinirlerim bozuluyordu.

Günler boyu.. günler boyu onu kendisine şikayet etmiştim ve o, karşılığında tek kelime etmemişti.

"Jimin.." kucağındaki kedimi alıp hemen yanına bırakarak ayaklanmış, bir kaç çekingen adım atarak bana doğru yaklaşmıştı. Yanakları çoktan al al olmuştu, benimkilere benzer olarak titreyen ellerini saklamak ister gibi parmaklarıyla oynuyor, bir yandanda gördüğüm ilk andan itibaren dikkatimi çeken kiraz dudaklarını ısırıyordu. Gergindi.

Acaba oda benim gibi korkuyor muydu?

"Onca zaman.." yaşadığım şoku atlatmaya çalışırken ağzımdan bir kaç düzensiz kelime dökülmeye başlamıştı. Devamının gelmemesini isterdim, engel olamadım. "Onca zaman yanından geçip gitmişim. Sen beni görmüşsün, beni duymuşsun, bense seni hiç bir şekilde tanımadığımı düşünerek geldim buraya. Nasıl korkuyordum.. Onca zaman seni sana şikayet ettim ben Jungkook. Tek kelime etmedin." Ben cümlemi bitirir bitirmez başını olumsuz anlamda sallayarak bir küçük adım daha atmıştı bana. "Hayır Jimin. Sana bir şey söylemedim çünkü korkuyordum. Seni cesaretlendirmeye çalışıyordum ama kendimde korkuyordum. Bu yüzden 'kedini senden çalan' o çocuğu bana ilk şikayet ettiğinde 'yanına gitsene beraber sevin' demiştim sana.."

Ağzından bir kaç kelime daha dökülmek istermiş gibiydi. Sanki eğer izin verirsem, bir şeyler daha söylemek istiyor gibiydi.

Söyleyecek ne kadarda çok şeyi vardı. Benim aksime.

Sessizliğin uzadığını fark ettiğinde, oldukça küçük ama fark edilir bir adım daha atarak,  dolu dolu gözleriyle konuştu tekrar.

Gözleriyle gözlerimi, sözleriyle beynimi mahkum ediyordu kendine.
Belkide burada böylece kalmaya? Bana gelmesine izin vermeye mecbur kalmaya? Ayırt edemiyordum.

"Çok kez sana gelmeyi denedim, ama korktum. Beni istememenden korktum.."

Beynim durmuş gibiydi. Konuşamıyordum. Ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Ona hesap sormak, bağırmak çağırmak istiyordum ama ağzımdan tek kelime çıkmıyordu.

Buna hakkım olmadığını beynim bilmesede, kalbim biliyordu çünkü.

Sessiz kalışımdan irkilmiş olucak ki, gözlerini tüm vücudumda gezdirerek odak noktasını değiştirmeye çalışıyordu. Yapamayınca başını kaldırıp gökyüzüne bakıyordu. Gelip geçen kuşları izliyordu.

Kuşlarda terk edince mavi gökyüzünü, başını parktaki çocuklara çeviriyordu. Onların sarhoş halleriyle beraber, tiksinti ifadesiyle yüzünü buruşturup, pes ediyordu.

Tekrar gözlerini yüzüme dikiyordu.

Bir kelebek kadar küçük bir adım daha attı.
Sıkıştırıp durduğu için kızaran parmakları dikkat çekmeye başlamıştı. Tutmak istedim.
Parmaklarını avuçlarımın içine alayım istedim bi an için.

Gözlerimi ellerinden tekrar gözlerine çevirdiğimde, korktum. Gerçekten korktum çünkü her an durduğu yere çöküp ağlamaya başlayacak gibi bir hali vardı. Gözlerinin doluluğu iyice fark edilir hâle gelmişti. Alt dudağını dudakları arasına alarak, omuzlarını düşürdü. Tekrar pes etmişti.

"Beni cennete götürmeyeceğini biliyordum, ama cehenneminede kabul etmiyordun. Seninle yanıp kül olmayada razıydım ki ben.."

Ve işte ince ip kopmuştu. Cümlesini tamamlar tamamlamaz masum bir gözyaşı süzülmüştü sol yanağından aşağı doğru. Kalbimin sızladığını hissetmiştim. Yemin ederim ki hissetmiştim. Akıttığı tek bir damla gözyaşı bile kalbimi sızlatmaya yetmişti.

O an açılmıştım. Mühürlendiğini sandığım vücudum bir anda özgür kalmış, haraket yetimi geri kazanmıştım. Yönetimi tekrar ele almıştım.

"Jungkook.. sevgine inanıyorum. Sana inanıyorum. Ama anlamıyorsun, korkuyorum." Dakikalar sonra ağızımdan dökülen bir kaç kelimeyle bu sefer bir hıçkırık kaçmıştı ağızından. Ardından bırakmıştı kendini, içindeki her şeyin boşalmasına izin vermiş, ağlaması hızlanmıştı.

Aramızdaki kalan kısacık mesafeyide ben kapatmış, vücudunu kollarımın arasına almıştım. Tüm vücudumu üzerine sererek, yarınımız değil, beş saniye sonramız yokmuş gibi sarılmıştım ona. Korkak, ama kendinden emin.

Her ne kadar uzaktan iri bir adam gibi görünsede, kollarımın arasında küçücük kalmıştı. İri ama küçücük bir çocuk.

Anında karşılık bulan sarılmam ile bende görüşümün bulanıklaşmaya başladığını fark ettiğimde engel olmak istedim. Bitsin istedim ama yapamadım. Bana ne oluyordu bilmiyordum ama hissettiğim şeylerin ne olduğunu kabullenmek zorunda kalacağımı bilmek... anlatamazdım.

"Jimin lütfen.. beni sevmek zorunda değilsin. Ama itme, izin ver. Şuan burada yaşanan hiçbir şey normalden daha saçma veya klasik olamaz." Gözyaşları arasından konuşuyordu. Boynuma gömdüğü başını kaldırarak yorgunca fısıldamıştı kulağıma, son gücünü kullanır gibi. Muhtaç olduğunu hissettirerek.

"Beni cennete götür.."

-

Yeni bir jikook quotes kitabına başladım bakmak isterseniz.

Hiç tatmin edici olmadı gibi hissediyorum ama dahada bekletemem. Yada bekleyemem.










Beni Cennete Götür  -jikook/texting-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin