Pek çok hikaye mutlu başlar şu ne yaşanıldığını bilmediğimiz hayatta. Kimisi sımsıkı tutar hayatın kollarına yapışır bırakmaz. Kimisi de salıverir bütün yükünü yokuş aşağı. Ne olucak gidebildiği yere gitsin der. Oda en sonunda çarpar tutunur bir yere. Bırakmaz o tutunduğu dalı.
Benimki her ikisi de değildi. Ne sıkı sıkı tutunabilmiştim bir dala, ne de çarpıp durabilmiştim hala. Yokuş aşağı hızla düşüyordum gittiğim yolda. Kimse de tutmamıştı elimden. Sürtünerek ilerlediğim bütün sivri köşeler canıma can katmıştı hep.
Nazlı ben. Buda benim hikayem. Üç günde, sadece üç küçücük kısa günde nasıl hayatımın değiştiğini, Almanya'dan Türkiye'ye yaptığım yolculuğu ve hikayemin nereye gittiğini dinleyin. Nereye varacağını da.
**
Kafamı soktuğum yastığın altından çıkartırken telefonun sessize alma tuşuna bastım. Ekranı kaldırıp bakınca gördüm ki saat öğlenin ikisiydi. Arayan da Lorah'dı.
"Hey!"
"Efendim Lorah?"
"Kızlarla ikindin üçte meydandaki kafeteryada buluşacağız demiştik. Unutmadın değil mi?"
Diğer elimle kafama vurdum. Tabiki unutmuştum. Sabaha karşı eve girdiğimde saat beşti sanırım ve akşama kadar da uyusam yorgunluğumu asla atamazdım. Diğer yandan bu sözü dün gece sarhoşken vermiştim. Hayır deme gibi bir ihtimalim de yoktu çünkü Han'ın doğum gününü organize edecektik.
"Evet. Geliyorum."
Sonrası hızlı gelişti. Duştan çıkıp bir şeyler atıştırmak için mutfağa indiğimde saat hem üç kırk'tı, hemde evde kimseler yoktu. Bu garip sessizlik ürkütmüştü. Bu evde şimdiye kadar böylesine bir sessizliğin hiç görülmediğini hatırlamıştım. Yarım bardak kahvemi tek dikişte bitirip evden çıktığımda hızla çıktığım için anahtarı da içerde bırakmıştım. Herneyse deyip yoluma devam ettim. Küçük ayrıntılar umursanmaya değmezler.
Loran, Elizabeth ve ben ikindi çayımızı yudumlarken, diğer yandan dışarda yağan yağmurun pencereden damla damla süzülmesini izliyorduk. En sevdiğimiz yanı buydu Almanya'nın. Hava yüzde seksen yağmurluydu. Bizi enerjik yapan da buydu. Bu hayatı yaşadığımı hisettiren şey de buydu. Yağmurun her hali...
"Nazlı ne dersin?"
Kafamı çevirdim onlara. Yağmura öylesine dalmıştım ki masada konuşulan hiçbir şeyi duymamıştım.
"Eee, neye?" İkisi de birbirlerine bakıp olumsuz anlamda kafa salladılar.
"Nazlı bugün neyin var? Çok dramatiksin. Sanki sen, sen değilmiş gibi."
Bu sefer de ben hayır anlamında iki yana salladım kafamı. Omuzlarımı geriye alıp dik bir konuma getirdim.
"Hayır Loran. İyiyim. Neden öyle söyledin?"
"Dalgınsın Nazlı. Diğer zamanlardaki gibi ortaya konuşmak yerine, bugün sürekli düşünür gibisin. Bir sorun mu var?"
Kaşlarımı çattım. Herhangi bir şey yoktu tabi de, içimde bugün değişik bir his vardı. Olumsuz yönde bir his. Bugünü erkenden bitirip hemen yatıp yarın olsun istiyordum.
Sanki bu günün devamında beni huzursuz edecek bir şeyler olacakmış gibiydi ve ben hislerimde yanılmazdım. Ama yinede saçma bir düşünce olduğunu düşünüp fikirlerimi değiştirdim."Hayır sadece iyi hissetmiyorum. Günün devamında beni huzursuz edecek şeylerin var olabileceği düşüncesindeyim."
İkisi birbirine baktı. "Aslında bu konuyla ilgili büyük annem hep şöyle derdi.." Diye başladı Elizabeth hikayesine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asi Yüreğim
RomanceAcılar içinde yaşanılan bir şöhretten daha kötü ne olabilir ki şu yalnızlıkta. Sabah uyandığında, o her zaman duymayı beklediğin yağmur sesi artık doldurmuyorsa kulaklarını, geriye hiçbir şey kalmamış demektir. Hayatının ortasına bırakıp gittikleri...