7.

41 3 12
                                    

Katedralin göğe uzanan sivri uçları ve gotik mimarisi sanatsal ve estetik anlamda ilgimi çekse de içerisinde dönen oyunlar ve cemaatin adanmışlıkları, koronun yükselen sesi ve başpiskoposun söyledikleri ilgimi hiç mi hiç çekmiyordu.

Duvar bezemelerinin önünden hızla geçerken istesem de istemesem de dikkat çektiğimin farkındaydım, başpiskopos ambondan vaaz vermekteydi. Sıralara oturmamamın kabalık olduğunu biliyordum bu yüzden yumuşakça yanımdaki boş bir yere çöktüm. Başpiskopos'un vaaz verdiği çok sık görülmezdi, ne de olsa o özel günlerin ve ehemmiyetli ayinlerin adamıydı.

Gösterişli altın renkli ve beyaz kıyafetinin ardında gözleri fırıl fırıl dönmekteydi, bir vampir kadar keskin bakışları benim bakışlarımla buluştuğunda dilimi şaklattım sessizce. Başpiskopos "Kitab-ı Mukaddes'te açıkça yaratılışın nasıl gerçekleştiği belirtilir. Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu.

Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu. Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu. Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi.Tanrı bunun iyi olduğunu gördü."

O kutsal kitaplarından bir alıntıyı okurken, içerisinde kutsal suyun yer aldığı kadehe yönelttim bakışlarımı. Varlığımızı, dahası gezegenin varlığını anlamlandırmak için ne hoş bir anlatıydı bu, tıpkı bilge bir hikayecinin elinden çıkmış gibi. Açıkçası hiçbir dine inanmıyordum, bir tanrının varlığı konusunda da kesin fikirlerim yoktu, var olması da yok olması da benim için eşit ihtimallere dayanıyordu.

Tüm bu kitaplara bağlı ya da kitaplardan bağımsız olan tek tanrılı veya çok tanrılı dinler benim için uydurmaydı. Elbette bunu saklamak konusunda ustalaşmıştım, bana kalsa bu kadar dikkatli olamazdım ama sevgili kuzenlerim Hoseok ve Yoongi sayesinde özenli bir dindar gibi görünüyor olmalıydım.

Koro bir ilahi söylemeye başladığında içimde yükselen huzursuzluk kabararak taşmaya hazır bir hal almıştı, doğrusu sırf başpiskopos beni çağırdığı için onunla görüşmeye gelmiştim lakin bu dindar oyununu biraz daha süslemek için bunu Pazar gününe denk getirmiştim. Dua neredeyse hiç bitmeyecekmiş gibi hissettirirken nihayet sona erdiğinde başpiskopos ile görüşmek için adımladım, beni bu kez neyi yumurtlamak için çağırdığı konusunda meraklıydım.

Buna rağmen içimdeki sıkıntının bir dağ gibi boyumu aşmasına da engel olamıyordum, bu herifle konuştuğum tek bir an bile yoktu ki benim için olumlu şeyler gerçekleşen. Kutsal kitabın bazı cümlelerinin yazdığı koridordan geçerken ne olursa olsun öfkemi kontrol etmem ve gücümün rehavetine kapılmamam konusunda kendimi uyarıyordum. Din adamları etrafınızda sürekli vızıldayan arılara benzerler, öleceklerini bildikleri için de asla kendi iğnelerini batırmazlar ve bunun yerine dini maşa olarak kullanarak kutsal suya buladıkları birkaç dize ile size zarar vermeye çalışırlar.

Fakat artık dinin iğnesinin de bana batırılamayacağı bir yerde var oluyordum. Perilerin cirit attığı uzun hol sona erdiğinde ve başpiskoposun kapısını çaldığımda müritleri içeri girebileceğimi söylediler, başpiskopos tebessümle oturmam için bir işaret yaptı. Rahatsız sandalyeye oturduğumda "Kont Kim, evinize hoşgeldiniz tekrar"dedi.

The First DevilHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin