sanat ve zanaat.

4.8K 419 66
                                    

22, sanat ve zanaat

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

22, sanat ve zanaat.

---

Gecenin bir vakti, saat on ikiyi henüz geçmişti. Telefonuma gelen ani mesajla ayağa kalkıp balkonuma çıkmış, hafiften ılımaya başlayan havada öylece beklemeye başlamıştım. Üşümüyordum, açıkçası hava şu an sıcak bile sayılırdı. Dolayısıyla dışarı hemen çıkmaktan çekinmemiştim. Demirliklere yaslanmış, Jungkook'un gelmesini bekliyordum. Korkuyordum yüzleşmekten ama bir yandan da oldukça heyecanlıydım.

Adım sesleri kulağıma doluşurken, kalp atışlarım hız kazandı. Vücudumu anlık bir titreme sararken bu titremenin havanın soğukluğundan değil, heyecandan ve korkudan olduğunu biliyordum. Kafamda çalan şarkı bir türlü durmak bilmezken beynimi susturup adım seslerini takip etmeye çalıştım. Omegam yerinde durmuyor, alfasının gelişini mutlulukla karşılıyordu.

Vücudumda beliren minik menekşelerin yaprakları ılık esen rüzgarın etkisiyle oradan oraya savruluyor, ferah feromonların yanında çiçeklerin taze kokusu burnuma doluyordu. Tüm bu düşüncelerin arasında adımlar durdu, trabzanların ardından iki kol belime sarıldı. Omzuma yerleşen başın burnu boynuma değiyordu, özlemle içine çekti kokumu. Yıllardır tek bir kez bile çekmemiştik kokularımızı içimize, susup bekledim bu yüzden.

Burnunun değdiği yerde çıkan minik menekşeleri öptü, özlem gideriyor gibiydi. Bedenlerimiz, kurtlarımız birdi bizim. İki ayrı bedende tek kişi gibiydik fakat sorun şuydu ki karakteristik olarak hiç bir olamamıştık. Lâkin birbirimize olan sevgimiz, zıtlıklarımıza hasta bir noktaya getiriyordu bizi. Sanki biz birlikteyken kavganın lüzumu yoktu artık, her şey değişmiş gibiydi. Söylemekten bıkmıyordum, geçmişimiz vardı ama biz artık eski biz değildik. Bu güzeldi, sevgi haricinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmek rahat hissettiriyordu.

Benden daha büyük olan cüssesi beni rüzgardan koruyor, sıcak havanın da etkisiyle terletiyordu. Fazla düşünüyordum, fazla hissediyordum. O her şeyde fazlaydı aslında. Yine de tamamdım, biz tekrar biz olmak için tamamdık. Hisler ağır gelmiş olacak ki, gözyaşlarını boynuma bıraktı. Geri çekildi, trabzanları aştı ve gözyaşlarıyla tekrar belime sarıldı. Ben de çok farklı değildim, yavaş yavaş gözlerim doluyordu. Birkaç dakika içinde ikimizin de hıçkırıkları net bir biçimde duyulurken, dayanamadım ve kollarının arasından çıkıp ona döndüm. Ellerimi yüzüme kapattım önce, özlemle gözyaşlarımı bırakıp yüzünü izledim. Daha fazla dayanamayacağımı fark ettiğimde kollarım boynuna sarıldı, bir elimle ensesindeki saçları okşamaya başladım. O da yüzü boynuma denk geldiğinden boynuma öpücükler konduruyor, belime yerleştirdiği elleri bulunduğu yerde geziniyordu.

Durduk, bekledik sadece. Belki de zaman verdik biraz kendimize, tekrar taşları yerine oturtabilmek için. Uzun zaman önce ilk perdesi biten, yarım kalmış bir tiyatronun ikinci perdesindeydik. Kostümler gelişi güzel, jest ve mimikler doğaçlamaydı. Tamamen hislerdi yönetmenler, profesyoneller. Bizse yalnızca birer kuklaydık ellerinde, istedikleri gibi hareket ettiriyorlardı. Yine de şikayetçi değildi bir yanım, bu bizdik ve elinde kukla olduğumuz karakterler insanlar değil de hislerimizdi. Bu beni oldukça memnun ediyordu.

Gözyaşlarımın arasında ben de kulağının biraz altına minik buseler bıraktım. Çok geçmedi, şiddetli bir hıçkırığın ardından kulağıma fısıldadı.

“Çok özledim seni. Tanrı'm, bir tanem... Çok özledim seni.”

Cılız sesi ve sesine eşlik eden titrek elleri kendimi kaybetmeme sebep oluyordu. Parmakları belimi ara ara sıkıp okşuyor, kimi zaman elleri sırtıma gidiyor ve sımsıkı sarıyordu beni. Bu hissi o kadar çok özlemiştim ki, hiçbir şeye değişmezdim belki de. Çünkü o Jungkook'tu. Benim bir tanem olan Jungkook. Serserim, sevgilim, ailem olan Jungkook. Her şeyim olan Jungkook.

“Ben de seni çok özledim, bırakmasak mı artık birbirimizi?”

Sunduğum öneriye kıkırdarken geri çekildi. Göz altları, burnu ve dudakları kızarmıştı. Bu hâliyle bile çok yakışıklıydı, hayran kalmamak mümkün değildi. Şimdi yüzüne canlı canlı bakarken, sanki aylardır şikayet ettiğim hiçbir özelliğini göz önünde bulundurmuyordum. Üzgündüm, kırgındım, neyi nasıl yapacağımızdan hâlâ emin değildim. Ama değişmiştik ve belki de değişimler ilişkimizi yürütmemizde bize yardım ederdi. Tekrar sarıldım, tekrar, tekrar...

Kokusunu ciğerlerimin en ücra köşelerine dek çektim, yılların acısını çıkartırcasına. Yokluğunda onsuz, tek başına geçirdiğim her anım için ve yokluğumda bensiz, tek başına geçirdiği her anı için öptüm boynunu. Sözcükler dilimde ağırlık yapıyordu fakat konuşmaya mecal bulamıyordum. Titriyordu, titriyordum. Bedenlerimiz birbirine yapışık, sıcak havaya rağmen titriyorduk. Gerçi bu hareketliliğimiz soğuktan değil, özlemdendi açıkça. Öpemediğimiz, sarılamadığımız her an içindi.

“Seviyorum seni. Yemin ederim, çok seviyorum. Doyamıyorum ama kıyamıyorum da sana. Evet, hatalar yapıyorum. Sen de hatalar yapıyorsun kimi zaman ama ben sadece seninleyken ben olduğumu hissediyorum. Her şeyimi sadece sana adamak istiyorum çünkü beni ben yapan sensin, sen her şeyimsin Taehyung.”

Cümleleri içimi farklı, daha önce tatmadığım bir duyguyla kaplarken neyin ne olduğunu anlayamamış gibiydim. Garip hissediyordum, yoruyordu tüm bu olanlar ama yormasına değiyordu da. Ona olan özlemim her şeyin önüne geçiyordu, bu yüzden değiyordu.

Geri çekildiğimizde, dudaklarıma baktı uzunca. Emin olamıyor gibiydi, öpmeye korkuyordu. Yine de gelen bu ağır cesaretle, bir anda dudaklarıma yapıştı. Uzun süre sonra tattığım dudaklarla gözlerim kapanıverdi. Huzur... Hissettiğim en yoğun şey buydu. İçimdeki, şimdi ne olacak, tarzı soruları bastıran ve beni benden koparıp alan o duyguydu. Tabii oldukça şiddetli bir aşk kadar sert, sakin bir sevgi kadar duygulu öpüyorduk birbirimizi.

Bırakmak istemiyordum, uzun süre sonra tattığım dudakları. Tadına bayılıyordum, her zerresine bayılıyordum gerçi ben onun. Beni ne kadar yorsa da o benim 16. yaşımdı ve ben bunu çok iyi biliyordum. İnsan geçmiş bir yaşını yok sayarak yaşayamazdı.

İnsan benliğini yok sayarak yaşayamazdı.

“Taehyung,”

Saniyelik nefes almak için ayrıldığımızda adımı fısıldadı. Demek istediği her neyse ondan duyabilmek için ona minik bir öpücük verip geri çekildim. O da beni anlamış gibi gözlerimin en derinlerine baktı ve konuşmaya başladı.

“Geri dön demeye çoğu zaman dilim varmaz, gururumdan geçilmez bildiğin gibi. Ama yemin ederim şimdi zerre umursamıyorum gururumu, istediğim tek şey bana geri dönmen. Lütfen, Taehyung. Geri dön bebeğim, düzeltelim. Yapabiliriz, lütfen.”

Başımı onaylar mânâda salladım. Artık kaybedecek bir şeyim yoktu, sinirimi soğutmama da onun bir sarılması, bir öpmesi yetmişti. Jeon Jungkook, ömrümün yarısından fazlasına sahipti.

---

Selam çiçeklerim 🌸

Nasılsınız bakalım?

Dilerim çok iyisinizdir! 🧚‍♀️🌊💞

Her şey yolunda mı? Hayatınız hakkında bir şeyler bırakmak isterseniz burayı kullanabilirsiniz!

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız da ayrıca çok sevinirim. 💗

Sizleri çok ama çok seviyorumm!!

Kendinize çok güzel bakın,

Sağlıcakla kalın! 🐰💖🐯

-Binlerce öpücükle, Vien.

ultraviolence • taekook ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin