hayatımın "ilk" perdesi - part 1

14 2 1
                                    

Her şeyi dürüstçe yazacaksam, olan bitenlere de en başından başlanması gerektiğini düşünenlerdenim. Belki de ta doğumdan.

Hayatımın ilk perdesi, küçük bir doğumhanede, yeni atanmış ve zorunlu görevini iğrenç, küçük kasabada gerçekleştirmeye çalışan genç bir doktor ile senelerdir mıhlanmış gibi doğduğu yerden başka bir yere hayatında hiç gitmemiş ve de muhtemelen hiç bir zaman gitmeyecek, hatta doğduğu bu ufak kasabada da ölüp gidecek yaşlı bir hemşirenin yardımı ve de annemin ıkınmaları ile başlamış. Doktor ve hemşirenin yoğun ter dökmesi ile, annemin çığlıkları hastane sayılacak sağlık ocağının en alt katını inletirken, birkaç saatte doğmuşum.

Beni doğurtan yaşlı hemşire, bileğime, kaybolmamı önlemek için adımın yazdığı bilekliği takarken (hâlâ bende), doktor da annemi teselli ediyormuş. "Doğurdun, rahatlayabilirsin, güzel bir çocuk... Bak..." Beni alıp kucağına verdiğine ilk karşılaşmamızı da gerçekleştirmiş bulunmuşuz, karnındaki 9 aylık hapis sürecim dışında tabi.

Annem, beni doğururken henüz daha 19 yaşında genç bir kadınmış. Erken evliliğin, erken meyvesi olarak dünyaya gelmişim. Birkaç konuşma arasında yarım yamalak duyduğum kadarı ile de, istenmeden gerçekten arzulanmadan, yanlışlıkla oluvermişim. Annem, kürtaj parasını karşılayacak kadar dolara sahip olmadığı için, "Her neyse, doğsun o zaman." Denmişim.

Beni ilk kez kucağına aldığında, gözlerim kapalıymış. Parmaklarıyla bastırmadan zar zor gözlerimi aralamış, göz rengime bakmış. Gözlerimin mavi olduğunu görür görmez, ufak bir küfür mırıldanmış ve bayılmadan birkaç saniye önce, beni tekrar o yaşlı hemşirenin kollarına vermiş.

26 Aralık 1897.

Soğuk, buzlu ve sisli bir gecede, anlattığımda çoğu kişinin inanmayacağı ve ağzının açık kalacağı, benim şansım diye nitelendirdiğim hayatım, başlamış.

Sarı ve gür saçları olan, bir deniz kadar mavi gözlere sahip, aslında sıradan, ama bir siyahi kasabasında, parmaklarla gösterilen o ufak tefek çocuktum.

Annem, evin içinde işlerden öte hiçbir şey yapmayan, belirli saatlerde gezip tozmaya giden, babamla arası bozuk ve bu yüzden de ne evde ne de kendinde, huzur bırakmayan, çok yorucu bir kadındı. Geriye dönüp, çocukluğuma baktığımda inanılmaz derecede her şeyi hatırlıyorum diyebilirim. Ama tabiki, bu o zamanlardaki gibi olmuyor. Eskiden anlamadığım, aklımın yetmediği çoğu şeye, şuanlarda anlam yüklüyorum.

Mesela o zamanlar hiç sorgulamazdım. Neden kasabadaki, tek sarı saçlı insan benim? Neden herkesin tenleri siyah, gözleri büyük ve kahverengi, saçları kıvırcık, boyları uzun, neden benim saçlarım sarı, gözlerim küçük ve mavi, tenim beyaz?

En önemlisi de, neden annem ve babama benzemiyorum? Neden ben de onlar gibi değilim?

Bunu düşünmek ve sorgulamak, uzun bir süre boyunca aklıma gelmedi. Sadece şaşırıp duruyordum. Sanki, farklı olan ben değilmişim de onlarmış gibi geliyordu. Sanki etraftaki herkes bana benziyordu, hiçbir sorun yoktu.

Asla, kendimin farklı olduğunu fark etmedim. Ta ki, kardeşim doğana dek.

Kardeşim de benim gibiydi.

Sonunda, benim dışımda bir tane daha sarı saçlı ve mavi gözlü bir çocuk. Artık kasabada, gizli gizli "ucube" fısıldaşmalarını görmezden gelmek zorunda değildim. Artık, benzediğim birisi vardı sonunda! Kardeşime benziyordum!

Adım Leonardo.

La Rinconada Peru'nun güneyinde And Dağlarının 5000 metre yükseğinde kurulmuş bir maden kasabası. Burası dünyanın en yüksek yerleşim yeri ve aynı zamanda, 15 yaşına kadar yaşadığım o yer.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 26, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Hayatımın HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin