on beş

888 107 18
                                    

kapı çalıyor ve minho telaşla koşuşturuyor. hazırlanmamıştı henüz çok, fazlaca ani oluyor bu. yine de koşar adımlarla kapıyı açıyor.

"hoş geldin!" diyerek geri çekilip seungmin'e selam veriyor. seungmin gelirken kendisiyle fazlaca cebelleşmişken, her bir düşünceye yenik düşüp, bir şeyler varmış gibi yüzünü inceledi. "çıplak gözle görünce... daha iyiymiş," dedi içeri girerken.

ona karşı utangaç bir gülümseme sunup, başını eğmeden edemedi turuncu saçlı. sonrasında odasına geçti, çantasını bir kenara bıraktı seungmin. bir heyecanla yatağa oturup, onu süzüyor. ne yaparsa yapsın dikkatle inceliyor.

fırsat, al sana fırsat, diyor içinden.

"minho, bana dönsene bir," kaşları çatılı dikkatle ona bakarken seslendi. minho da ayıp olmasın diyerek işlerini bırakıp onun yanına oturdu ve istediği gibi dikkatle ona baktı. "ne oldu?"

"sen..." dedi dudaklarına bakıp. kalbi pır pır etti. "ruj mu sürdün?" kıpkırmızı olan ve silinmiş ruj lekeleriyle donatılan dudak kenarları... dolgunluğuyla dikkat çeken fakat doyulamayan o iki kırmızı parça.

bu beklenmedik bir yerden gelmişti. minho evde yokken kendi kendine ne yapıyor sahi? kırmızı şort giymiş, üstüne uydurmuş bir şeyler... neydi derdi, seungmin'i delirtmek falan mı?

"hm..." dedi minho, utandı. utanıyor, utanır. seviyor seungmin'i, rezil olmak ne haddine? "yani... birazcık sürdüm. sen gelince alelacele çıkardım." kırmızılaşan parmaklarını (büyük ihtimal seungmin gelmeden önce de birçok kez sildi) dudaklarına götürmeden, seungmin görevi üstlendi.

hafif bir gülüş ve uzun elleri dudaklarında... tamam, belki de aralarındaki gerilimin ikisi de farkında ama neden şu an bunu bozsunlar?

"ıslak mendil var aslında... elini kirletmeseydin," dedi minho konuşmaya fırsat bulunca. seungmin de burun kıvırıp göz devirdi. "aman... sildim işte." biraz daha alt dudağını sildi ve öylece elini çekti.

elleri dudaklarında dolanırken titriyordu, sanki minho bilmiyor. buna karşı güldü sadece, o her şeyi biliyordu zaten. "teşekkür ederim." kısa bir gülümsemeyle de olay kapandı.

yiyecekler getirdi minho, sonra da içeceklerini içtiler. tabii bunları sohbetle yapıyorlardı, ortamları -iki kişi de olsa- güzeldi. seungmin anlatıyor, minho dinliyor. minho anlatıyor, seungmin dinliyor.

minho, seungmin'in ona nasıl baktığını anlamaya çalışıyor. seungmin, minho'nun bakışlarından bir anlam çıkarmak için uğraşıyor.

"ben anlatırken bana olan bakışlarını gördüm," dedi seungmin yatakta yayılırken. minho da gülüp kaşlarını çattı. "naısl bakmışım?" tabii heyecanlandı biraz, korku ya da stres.

"gökyüzünden bana bakıyor gibiydin... her zaman oradasın ama beni şu an bulmuşsun gibi. yani her zaman aynı yerdeydik ama şimdi yüz yüze bakıyoruz farklılıklarla." dediklerine karşı kafa salladı minho. "öyle sanırım..."

"hyunjin de söylüyordur, gözlerin parıldıyor. herkese bakarken öyle mi?" sorduğu soru kalbinde baskı yapıp, karnına yayılırken, biraz düşündü; ya istemediği cevabı duyarsa? az önce resmen aşk itirafı yaptı zaten, şimdi ne diye duraksadı minho?

kaşları çatılı, korkusuzca ona bakıyor. "hiç öyle bir şey söyleyen olmadı, ilk kez sen söylüyorsun," dedi direkt. seungmin anında tuttuğu nefesini verirken, gülümsedi. "o hâlde sadece bana özel sanırım?"

"bilmem... öyledir."

"hadi, sevdiğin bir ruj varsa getir. sana süreceğim." bir anda patlayan 'aşk' enerjisiyle doğruldu seungmin. minho da dikleşip gözlerini irice açtı. daha önce bu tür şeyleri yaptığı biri olmamıştı. "bana mı süreceksin?"

chooseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin