Jimin

64 6 72
                                        

Bugün üzerimde ayrı bir mutluluk var. Belki de hafta sonu olduğu için böyle hissediyorum. Yataktan erkenden kalkıp her zaman gittiğim kuaförü aradım. Devamlı müşteri olduğum için bir saat sonrasına randevu ayarladılar. Üzerime günlük bir şeyler giyip evden çıktım.

Değişiklik yapmak istiyorum ama saçım yeterince uzun değil. Bu yüzden boyatma kararı aldım. Ne renge boyatmak istediğimi bilmiyorum. Gri yapmak istiyorum ama şu an Jimin'in saçları gri olmaz. Ne renk yapacağım o zaman?

Kuaförden çıktım. Yeni saç rengine alışmam biraz zor olacaktı. Aslında yakışmıştı ama bu renk pek benlik değil. Saçımın bu ilk hâlinin fotoğrafının çekmem gerekiyor. Cebimden telefonumu çıkardım. Ekranı açtığım anda 9 cevapsız çağrı ile karşılaştım. Hepsi de annemden! Ahhh söz vermiştim bir daha sessize almayacağıma. Neden 9 kere aradı acaba? Önemli bir şey mi oldu? Babam..? Jin hyung? Annem telefonu açana kadar bu sorular kafamda bin kere yankılandı.

"Anne! N'oldu, neden aradın!?" annem bir süre cevap vermedi.

"Anne!!"

"Hoseok oğlum… Jin hyungun… Hemen eve gel."

Duyduğum şey ile başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ayaklarımın bağı çözüldü. Dizlerim titremeye başladı. Yutkunamadım. Telefonu kapatıp eve koştum.

Eve nasıl ve nereden geldiğime dair hiçbir fikrim yok. Anahtarı dış kapıya yerleştirmeye çalıştım ama ellerim o kadar çok titriyordu ki deliğe bir türlü sokmayı başaramadım. Vazgeçip zile bastım. Zile bastıktan sonra ellerimi önüme doğru uzattım, o titremeyi tekrar gördüm. Fazla titriyordu. Kapı açılınca asansörün önüne gittim ama yedinci kattaki asansörün gelmesini bekleyemezdim. Bu yüzden merdivenlere yöneldim, hızlı adımlarla sekiz kat çıktım. Sonunda evin kapısına geldim, yorulduğumu yeni fark ediyordum kafamı önüme doğru eğip kapının açılmasını bekledim. Kapı yavaşça açıldı… Annemi gördüm, yüzündeki ifade üzgünlük değil aksine mutluluk gibi görünüyordu. İçeri girdim, direkt olarak Jin hyungun odasına yürüdüm. Orada olmadığını görünce anneme baktım. O an ağlamak istedim, anneme sarıldım. Derin bir iç çekince gözyaşlarımı tutamadım. Annem benden uzaklaştı, sırtımdan ittirerek salona soktu. Dan diye odaya girince içerideki herkes kafasını bana doğru çevirdi. Babam tekli koltuğa oturmuş, Jin hyung ise annemin battaniye sermiş olduğu koltuğa yarı oturur pozisyonda uzanmış ve ayak ucunda da tanımadığım birisi oturuyordu. Tabi ilk bir şok geçirdim. Jin hyunga kötü bir şey olduğunu düşünmüştüm ama karşımda duruyordu ve gördüğüm kadarıyla bir şeyi yoktu, beni görünce tatlı tatlı gülümsedi. Gidip ona kocaman sarılmak istiyorum ama öylece kalakaldım. Konuşmak istiyorum ama konuşamıyorum dilim tutuldu. Hiçbir mimik yapmıyor sadece gözyaşı döküyorum. Çok kötü hissetmiştim, onu kaybettiğimi düşünmüştüm. Hayatımdaki en değerli kişiyi… Jin hyungun beni bırakıp gittiğini düşünmüştüm ama o buradaydı, duruyordu işte karşımda.

Bir süre öylece birbirimize baktık en sonunda annem sırtımdan tekrar ittirince Jin hyungun yanına gidip ona kocaman sarıldım. Sarılmamız bitince gözyaşlarımı sildi.

"Ben geldim ve sen ağlıyor musun? Kimse ağlamıyor Hoseok! Bak bir şeyim yok, iyiyim ben."

"Buraya gelene kadar aklımdan neler geçti senin haberin var mı!? Beni korkutmaya ne hakkın varsa sanki!"

Sergilediğim tavır onun komiğine gitmişti anlaşılan. Onun mutlu olması demek eşittir benim mutlu olmam demek. Şimdi duygusal kısmı geçtiğimize göre sorgu kısmı başlıyordu. Hazır mıyız?

"Bir, neden döndün? İki, yaralandın mı? Üç, annem neden beni aradığında önemli bir şey olmadığını söylemedi ve beni korkuttu!!? Dört, bu tatlı beyefendi kim? Beş, kel olmana rağmen hâlâ nasıl bu kadar yakışıklı olabiliyorsun hyung?"

Sıcak SarılmalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin