Sultan ve kölesi

219 14 28
                                    

Azerbaycanı 10, Türkiyeyi 8 yaşında gözüküyormuş gibi hayal edin, zaten tümüyle au dışı bölüm.

Çocukluk güzeldir... yani güzel olmalıdır, değil mi?


Çocuk pencerenin kenarına oturmuş özlemle dışarı bakıyordu. Gün batarken uzaktan gözüken küçük evlerin ışıkları tek tek yanmaya başlıyordu. Gözlerini kısarak 4. Kez evleri saymaya tekrar başladı ama gene dikkati dağılınca iç çekip odanın içine göz gezdirdi.

Dışarı çıkmak istiyordu. O şehre inip insanların arasına karışmak ve akşam pazarının tadını çıkarmak... Ama malesef babası asla izin vermiyordu. Saraydaki askerleri de atlatmak çok zordu. Tabi bu engeller Türkiyeyi durdururmuydu sizce?

Bir süre önce tesadüfen gizli çıkış yolunu bulmuştu ve belirli aralıklarla tek başına şehre ine biliyordu. Bu gece de kusursuz planı hazırdı.
Bir az daha oyalandıktan sonra yatağının altından bir sandık çekti ve açıp içinden giysilerini çıkardı. Bunlar eski püskü, kasabalıların giysilerindendi. İlk kaçışında fazla dikkat çektiğini görüp satın almıştı. Uzattığı altınları görünce dükkan sahibinin yüz ifadesini izlemek komikti. O günden sonraki her çıkışında da bunları giyiyordu. Üstüne geçirip aynanın karşısında durdu. Tabi bu sade giysiler onun pürüzsüz ve temiz yüzüne yakışmıyordu ama altın nakışlı saray giysilerinin aksine oldukça rahattılar.

Kapıyı yavaşça açıp etrafa göz gezdirdi. 2 ucunda küçük şamdanların aydınlattığı koridor boş gibiydi. Çıkıp sessiz ama seri adımlarla dolaylı loş koridorlardan geçip, merdivenlerden indi. Her duyduğu çıt sesinde nefesini tutup etrafa bakınıyordu. Neyse ki henüz kimse görmemişti onu. Son engele yani saray kütüphanesine ulaştı sonunda. Keşfettiği yol burdaki büyük raflardan birinin arkasındaydı. Muhafızların değişim zamanını denk getirmişti ve 1 dakikalık boşluğu kullanarak hemen içeri sızdı. Rafların arasından geçip tanıdık sıraya doğru ilerledi.

Gördüğü şeyle beraber duraksadı. Rafın önünde yerde birisi vardı. Bu kimdi ki? Sanarım oturmuş kitap okuyordu. Ama Türkiyenin şu an ne onun işini bitirmesine vakti ne de geri dönmeye şansı yoktu! Sıkıntıyla ne yapacağını düşünüyordu ve arkasından gelen sesle zıpladı yerinden.

"Hey, sen ordaki!"

Elini ağzına götürdü korkuyla. Yakalanmıştı!

"Benim! Çıkıyorum şimdi!"

2. Ses çocuk sesi gibiydi. Ama kızıl çocuk çağırılanın kendisi olduğunu biliyordu.

Ne yaptığını bilmeden rafın önündeki çocuğa doğru atıldı ve hızlıca rafın kenarındaki bir kitaba bastırdı. Sıranın ortasında kapı boyunda bir çıkıntı belirginleşti. Yerde oturup kendisine şaşkınc bakanın elinden tuttu ve diğer eliyle de tüm gücünü kullanıp rafı ittirip geçidin içine daldı. Kapanan rafı arkasında bırakarak karanlık geçitte koşuyor bir yandan da yeni yol arkadaşını sürüklüyordu.

"H-hey! Napıyorsunuz!" Ses taş geçitte yankılandı.

Bildiği yoldan koşmaya devam eden kızıl sonunda loş ay ışığı süzülen çıkışı görünce içini rahatlık kapladı. Başarmıştı! Arkasından kendisiyle koşan sesin sahibi durunca bir kaç saniyelik mutluluğu söndü ve üstelik nerdeyse yere yapışıyordu. Zorla ayakta durmayı başarıp nefeslendi. Dönüp elini tuttuğu kişiye baktı. Hala yüzü tam gözükmüyordu ama kendisinden uzun birisiydi.

"Küçük sultan, siz napıyorsunuz?! Saraydan kaçmanız yanlış!"

Oh demek Osmanlının oğlu olduğunu ve çıkışının yasak olduğunu biliyordu. Varlığı halktan sır gibi saklanan kızıl ülke bu çocuğun sıradan bir köle olmadığını anlamıştı.

Akashic kalıntıları (Countryhumans Oneshots)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin