keyifli okumalar.★
Elindeki son fidanı da ektiğinde toprağa çöktü asker. Kendini yorgun hissediyordu. Öyle çok çalışıyordu ki sürekli yorgun hissediyordu. Kendisine yapılan şeyin az çok farkındaydı asker. Babasının ölümünden sonra kendine zarar vermesinden korktukları için tüm gün ağır işlerle yükümlü tutuyor, tehlikeli arz eden araçlardan uzak durduruluyordu. Bunun annesi tarafından istenen, bizzat kralın emrettiği bir karar olduğunu biliyordu. Asker olmayı seviyordu, babası sayesinde.
Şimdi ise mesleğinin bile anlamı yitirilmişti sanki.
Bir gün bunun yaşanacağını pekala biliyordu asker. Babası kendisini bunu aşılayarak büyütmüştü. Fakat bu kadar erken olmasını beklemiyordu. Babasının böyle ansızın gidişini kabullenemiyordu.
İyileşmiş gibi yapıyordu.
Çünkü söylenmeye hakkı yoktu. Babası, kraliyet uğruna canını vermişti, söylenmeye hakkı biraz olsun yoktu.
Ayaklandı oturduğu yerden. Yerdeki çapayı ve kirli eldivenleri alıp saraya doğru ilerledi. Kapının önünde duran sepete çapa ve eldiveni attı. İçeri girerken ellerini çırptı ve üstünü düzeltti. Bahçedeki tüm işi bitirmişti. Hala görevine devam eden hekim annesinin yanına gidebilirdi. Kendisi kadar boşluğa düşmüş annesinin ruh halinin iyi olmadığını biliyordu ama bunu belli etmiyordu. Sürekli gülümsüyor herkese yardım ediyordu.
"Ne kadar teşekkür etsem az Prensim."
"Lütfen teşekkür etmeyin, elimden geldiğince destek olacağım ben."
Kulağına ilişen sözler ile adımları yavaşladı Minho'nun. Prensinin kutsal sesi kulaklarına ulaştığında nefesinin düzensizleştiğini hissetti. Birkaç gündür ne aklından çıkan ne de gözünün önünden giden prensi görmek ona anlam veremediği heyecanı hissettiriyordu. Böyle hissettiği için kendinden utansa da bunun önüne geçemiyordu.
Koridoru geçince karşılaştığı manzara ile bir süre bakıştı.
Prens Hyunjin ve arkasında bir hizmetkar bir de asker vardı. Karşısında da kucağında çocuk olan kadın. O kadını tanıyordu. Eşini kaybetmiş halktan biriydi, isteyen şehit ailelerin saraya gelebildiğini biliyordu ve onu da zamanında bizzat kendi getirmişti. Sarışın hizmetkarın bakışlarını üzerinde hissedince eğdi başını. Prens karşısında saygıyla durdu.
Bir saniye çekmek istemediği bakışlarını insanlar yüzünden eğdiğinde içi burkuluyordu. Prens kendisine bakışlarından rahatsız olmuyordu, ondan saygıyla eğilmesini istemiyordu. Bu da ona biraz olsun cesaret veriyordu. Zaten özgür olmayı seven ruhu için bu bir nimetti.
"İyi bir gün geçirin Prensim," kadın eteklerinden tutup eğildiğinde prensin gülüşü ile oradan ayrıldı. Prens yürümeye devam ederken koridorun sonunda gördüğü beden ile engelleyemediği bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Onu görmek için bahçeye çıktığını sadece o bilse de onunla hemen karşılaşmak oldukça sevindirmişti onu. Başı öne eğik askere ilerlemeye başladı prens. Yanındaki Felix ve Asker Christopher ile onun yanına gitmenin tehlikeli olacağını biliyordu çünkü bu asker karşısında içinde o hisleri bastıramıyor, onun yanındaki heyecanını gizleyemiyordu. Yine de ilerlemeye devam etti bir an tereddüt etmeden.
"Yine buradasın asker," dedi yanına yaklaştığında. Asker başını kaldırıp kaldırmamak arasında kalsa da olduğu gibi kalmanın daha yararlı olacağına kanaat getirmiş ve "Öyle prensim, siz iyisinizdir umarım." Başının eğik olmasından hoşlanmadı asker. Diğer insanların yüzüne değmeyen bakışları onu rahatsız etmezken Asker Lee ona baksın istiyordu.
Asker ve hizmetkarın tepkisini umursamadan karşısındaki bedene yaklaştı. Eli izin almadan askerin çenesine gitti. "Benimle konuşurken yüzüme bak asker." Kusursuz yüzün kendisine bakmasını sağladı. Minho şaşkınlıkla prenste gezdirdi gözlerini. Kimseyi umursamadan kendisine böyle yakın olmasını beklemiyordu. Kırpıştırdığı gözlerle baktı karşısındaki prense. Prens gözlerindeki yoğun ilgiyle ve tebessümü ile bakıyordu askere. Elini askerin çenesinden çekti. "Ben oldukça iyiyim asker, teşekkürler. Sen nasılsın?"
Asker Christopher komutanın oğlunda ve askerde gezdiriyordu gözlerini. Bu yanlıştı, Prens Hyunjin'e kimse bakmamalıydı, bu cesarete kimse sahip olmamalıydı çünkü o yakında bu ülkenin kralı olacaktı. Kral en üstteydi, cariyeler dahi kimse ona bu denli samimi yaklaşmamalıydı. Bu her şeyden önce tehlikeliydi. Onu korumasının nedeni buydu.
"Ben de iyiyim prensim." dedi titreyen sesiyle Minho.
"Bir yere mi gidiyordun."
"Evet," dedi dokunuşun etkisindeyken hala. "Bahçedeki işim henüz bitti."
"Balkona mı çıkacaksın?" dedi prens içindeki heyecanı engelleyemeden
Asker gözlerini güzel çehrede kestirdi. Aslında işi bitmişti. Balkonda da işi yoktu çünkü diğer hizmetkarlar bir daha oraya çıkmasına gerek olmadığını, orasının kullanılmadığını söylemişti.
"Evet prensim, oraya gidecektim."
Fakat Prensi oraya çıkmak istiyorsa, eşlik etmekten geri durmayacaktı.
Kısılan gözleri ile gülümsedi. "Ben de oraya gidiyorum. Eşlik et bana." dedi Hyunjin. Minho birkaç saniyelik durgunluktan sonra kırpıştırdı gözlerini. Bunun onay olduğunu bilen Prens gülümsedi ve bir adım gerileyip ellerini arkasında birleştirdi. "Gidelim o zaman." Askerin tatlı afallaması kendi kalbini de hızlandırırken sağına döndü ve ikisi için özelleşmiş balkona doğru adımladı.
Minho, hizmetkar ve askerin önünden ilerleyerek takip etti prensi. Prens arkasına döndü ve kendisine kısaca bakıp arkasında duran insanlara baktı. Eliyle gitmelerini işaret etti. Minho tepkilerini merak etse de çekindiğinden arkasını dönemiyor öylece bekliyordu prensini. Hizmetkar ve asker gitmiş olmalı ki prens tekrar önüne dönmüş ve yürümeye başlamıştı. Minho küçük adımlarla prensi takip ediyor, bir adım gerisinde duruyordu.
Birlikte sarayda, üstlerindeki gözlere rağmen balkona ulaşmışlardı. Prens banka oturduğunda askere dönmüştü.
"Yanıma gel asker." demişti sakince. Asker prensini reddetmek istemediğinden banka oturmuştu. Prens onun tüm çekingenliğini gözleriyle görebiliyordu. İstemeden tebessüm etmişti. Yan profilini izlediği asker, şu sıralar dikkatini oldukça çekiyordu. İstemeden gözleri onu arıyor, onun olabileceği yerlerde bulunuyordu.
"Yanımda rahat davranabilirsin."
Minho hafifçe kafasını çevirerek kendisini izleyen prense döndü. Amacını anlayamıyordu. Kendisinden ne istediğini bilmiyordu ama bu durumlar kalbini hoş ediyordu. Yanında fazladan bulunmak istiyordu.
"Prensim," dedi haddini aşmaktan korkarak. "Affedin, fakat neden yanınızda rahat davranabileceğimi anlayamadım. Siz bizim prensimizsiniz."
"Öyleyim evet," dedi gülümseyen prens. "Fakat rahat davranmak saygısızlık olmaz ki."
Asker anladığını belli etmek için salladı başını. "Nasıl isterseniz prensim." Prensten aldığı cesaret ile çevirdi başını güzel çehreye. Gördüğü ilk andan beri, aynaları çatlatacak güzelliğin büyüsüne kapılmıştı. Bahsedildiğinden çok daha fazlası olan prensin yüzünde ki güzelliğinin kalbine vurduğunu biliyordu.
İster istemez o kalbi tanıma isteği ile tutuşuyordu.
Çok daha ötesine gitmek istiyor, keşfetmek istiyordu. Bu isteğin sebebini kendisine açıklayamıyor, prensine ve kraliyete saygısızlık etmekten korkuyordu. Fakat içindeki bu güçlü isteği de görmezden gelemiyordu. Kendisine sınır koyamıyor. Prensin bakışlarının ona değdiği anı fırsat bilip yanında bitiyordu.
Prensin de ondan az kalır bir yanı olmadığını henüz bilmiyordu. Prensin onu görmek için odasının balkonundan ayrılmadığını, bahçede turlar attığını, askere biraz olsun moral olması için güzel yemeklerden yaptırdığını henüz bilmiyordu. Bilseydi ikisin de kendini geri çekmeyeceği bir gerçekti.
★
biraz yavaş ilerlediğinin farkındayım ama merak etmeyin, daha çok başındayız🥹
![](https://img.wattpad.com/cover/339032464-288-k708885.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
durduğum yer düşler, hyunho
Fanfictionprens hwang hyunjin bir gün onu günahlara sürükleyecek bir askerle çarpışır. |270523