fısıldadım beyaz güvercine, aşktı senin adın

870 33 0
                                    

Vakitlerden bir Ağustos ayıydı. Berceste İstanbul'uma bütün bedesteler yağmalanmış olmalı ki, evler bile çehresini asmıştı mukadderatına. Hüznü bir yaka çiçeği gibi iliştirdiğim kalemim ve o kalemimden dökülen kanlarıma ev sahipliği yapan bir tomar kağıdımı almış, evden alelade çıkmıştım.

Sinemde kelamların kifayetsiz kalacağı kanlı bir duyum, uçurumlar boyu vurgulanan bir uyum vardı. Kendimi ilk attığım yer rıhtımın az gerisinde, ızdırab ve balıkların seviştiği denizi izleyen bir bank olmuştu. Sanki yaslı bir dereydim, girenin yasa boğulacağı. "Eyvâh." mıydı, "Âh." mıydı meçhuldü.

Zihnimi istila eden nidalara karşı zırh geçirip, yanımda getirdiğim kağıtlara feryat etmeye başladım. Kalemim yalnızca yüreğimdeki Leylâ'nın figanlarını değil, lâl dilime de deva oluyordu.

İlerleyen vakitlerde, bir hışımla daldığım çilekeş dereden soluklanmak için, kağıtlardan başımı kaldırıp etrafta göz gezdirmeye koyuldum. Elem burcunda görünen ulu bir sessizlik ve sükunet vardı. Dalgalar rıhtıma usulca bir öpücük kondurup geri çekiliyor, kuşlar gökte dans edip hudutlarının ucunda hünerlerini sergiliyorlardı.

Bakışlarımı sol tarafıma çevirdiğimde, yan bankta (zira sekiz-dokuz metre civarı bir mesafede) saçlarına karlar yağmış, berceste bir çift oturuyordu. Berrak bir tebessümle onları seyretmeye koyuldum. Çarmıha bağlı değildi ya herkesin yazgısı, her ezgiden sorulmuyordu küfürlerin vebali. Çiçekler yapraklarından bir kurşun sızılan, namlularında ölümü taşıyan bir silah değildi ya yâra cellad bellenen bir aşk misali. Sevgi, sevda... Aşk vardı. Kefen olmazdı her beyaz gelinlik, nura nakşedilirdi.

"Müsaadeniz varsa yanınızda biraz istirahat edebilir miyim?"

Soruyu işittiğim gibi sesin haizine, taharrüş ederek bakışlarımı o tarafa yönelttim. O çifti izlerken, düşüncelerimin hırçın akıntısına öyle bir kapılmıştım ki bu soruya karşın gafil avlanmıştım.

Bakışları, bakışlarımı kucaklarken icazet ederek ona oturması için yer buyurdum. Gecenin karanlık gökyüzünü gönül hançeriyle yaran bir tebessüm belirdi çehresinde.

"Müteşekkirim hanımefendi."

Başımı, "Rica ederim." Der gibi aşağı yukarı sallarken karşılık olarak bende gülümsedim. Deri kaplamalı çantasını banka koyup ardından oturdu. Elindeki şiir kitabını ikimizin arasına koyarken, Cemal Süreya'nın, "Sevda Sözleri" adlı eseri gözüme tezahür etti. Bihassa en sevdiğim şair ve müellifti kendisi. Evvelden beri biteviye şiirlerini okurdum.

Yanıma oturan adamın, beni bakışlarının zindanına hapsederek izlediğini sezdiğimde, oradan çıkmak yerine daha çok iliştim iris duvarlarına. Uzaktan siyah görünen gözleri hakikatinde koyu kahveden yekparelenmişti. Kirpikleri yay, gözleri o yaydan fırlayan bir ok misali gönlüme saplanmıştı. Ardından hoş bir sızı bırakıyordu ve o usare tüm benliğime yayılıyor, esiri oluyordu. Hangi yıldız olduğunu belleyemediğim sureti gökyüzüme kayıyordu. Ressamın* fırçasını vurduğu mu veyahut ressamın vurulduğu mu meçhul bir endama sahipti.

Bakışlarımı onun yolundan saptırdığımda, elini çantasına atarak keseye sarılı olan simidi çıkardı. İtinayla küçük parçalara bölerek yere doğru atmaya başladı. Simit, bir güvercin görüş radarına girdiği anda yerdeki dilime atılması bir oldu. Ellerine baktım, çiçeklerin yeşereceği ellere sahipti. Gönlüme uzanan elleri, bu elleri miydi? Efsunkar, bir o kadar da tarifsiz duygular içerisindeyim adını koyamadığım.

İki dakikaya kalmadan, saymaya üşeneceğim kadar güvercin içtama geldi. Aralarında bir tanesi, nurlara bürünmüş bir melek gibi bembeyazdı. Sanki yaratıcı onu, diğer güvercinlerden gayr-ı yaratmıştı, o meleklerin nağmesi bu güvercinde yekpareleşmişti. Gagasından gözlerine doğru uzanan bir leke vardı ve bu güvercini daha da anlamlaştırıyordu.

Simit bittiğinde, son anda bir şeyi hatırlarmışçasına alelade yerinden bir hışımla fırlayıp koşmaya başladı. Ardından sırtını seyretmeye koyulduğumda onu bir daha görmem için, içimden dualar okuyordum. Hafif uzun, kıvırcık, gür saçları rüzgârın ve koşmanın etkisiyle bir notanın üzerinde ezgileniyordu.

Görüş açımdan kaybolduğunda sitemle, ciğerlerime doldurduğum nefesimi verdim. Bir nebze de olsa yanımda varlığını tahayyül ederken şaşkınlıkla, unuttuğu şiir kitabına bakakaldım. Kitabın arasından yarı çıkmış bir kağıttan sanki bir vaveylayla yükseliyor, okumam için o nidayı takip etmemi istiyordu. Bir yandan kitabı unutmasına üzülürken kağıdı sayfaların arasından kurtarıp açtım. Düzgün bir el yazısıyla yazılmıştı, okumaya başladım.

"Mecnun etme yüreğimi çöllerinde, tek bir kelamına muhtacım şu günlerde. Uslanmaz yüreğimin dalgalarının üzerinden geliyorum sana yine. Adını fısılda bir beyaz güvercine."

rms

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 01 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

yaşadığım her günü sensiz, sana vermek istedimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin