τρία- 3

36 7 4
                                    

İki eliyle tuttuğu ucu kana bulanmış çekiç, bir yanında başından kanlar akarak uzanmış beden... Baturay dizlerinin üstüne oturmuş şaşkınca açık kapının bir adım ötesinde, iki eli siyah montunun cebinde olan uzun zamandır görmediği çocuğa bakıyordu. İkisi de, artık nedenleri farklı olabilir, şaşkınca birbirine bakıyordu ama kimsenin ağzından bir laf çıkmıyordu. Ne Enes Baturay'a ne halt ettiğini ne de Baturay Enes'e ne halt yemeye geldiğini soruyor, öylece bakışıyorlardı.

Enes yutkundu. O kadar uzun bir süre görmemişti ki Baturay'ı. Bir an çok özlediğini düşündü. O sıcak anlarını, samimi muhabbetlerini, her zaman güldüğünde kısıldığını gördüğü yeşil gözlerini, tatlı gülüşünü... Şimdiyle kıyasladığında neredeyse hiç değişmemişti görünüşü. Belki onu şimdi gülerken göremiyor ama güldüğünü gördüğünde yine o ses tonu sevimli gelecekti. O zaman Enes, dokuz yıl önce verdiği kararın nasıl da hayatını siktiğini bir kez daha gözlemleyecekti.

"Ne arıyorsun burada?" diye sordu Baturay, konuşmayacaktı aslında ama ikisinden de bir ses çıkmazsa sessizlik uzayıp gidecekti ve Enes hiç ağzını açacak gibi durmuyordu. Soru şaşalı bir soru değildi, ne için burada olduğunu biliyordu. Keşke siktirip gitmesini söyleyecek gücü kendinde bulabilseydi. Çok yanlış bir zamanda, çok yanlış bir durumda birbirlerinin gözlerinin içine bakmışlardı. Baturay neredeyse katil oluyorken, Enes sırrını tutmadığını öğreniyorken...

Cevap vermeyip geçip gitti Enes yanından. Hareketiyle titreşen rüzgar yanağına vururken Baturay'ın gözleri boşalan kapıdaydı. Enes ardını dönüp gitmek yerine içeriye, içindeki fırtınaları somutlaştırdığı ortama girmeyi seçmişti. Bir süre gözlerini dahi kırpamadı. Umursamadığı beden yanında öylece uzanıyorken -Enes de bu durumu sikine takmış gibi gözükmüyordu-, az önce sinirlendiği için yanakları hâlâ kızarık ve gözlerindeki öfke dururken Enes'in adım seslerinin atölyesinden kulağına sekmesini dinliyordu. Daha da derine gitti, ses uzaklaştı ama Baturay başını iç kapıya doğru çevirip Enes'in Arzunun Heykeliyle buluşmasını izleyecek kadar cesur hissetmedi kendini. O yüzden boş bakışları dış kapının eşiğinde durdu.

Cihan yanına gelip ilk kez bu heykelin varlığının haberini verdiğinde Enes'in içini tarifsiz bir öfke kaplamıştı. Neden sinirlendiğinin cevabı çok açıktı. Yıllar önce Baturay'ın ona duyduğu ilgiyi öğrendiğinde bundan iğrenmiş, istememişti. Baturay'la bu konuyu uzunca konuşmuş, bir daha asla kendisini düşünmemesini, onu unutmasını istemişti. Arkadaşı olarak gördüğü kişinin -üstelik erkek- ona aşık olduğunu öğrenmek belli ki iyi gelmemişti bünyesine. Hatta iyi gelmeyi bırak sadece öfkelenmesine neden olmuştu. O zaman masum olan Baturay'ı kendinden uzak tutmak için çokça mücadele etmiş ama asla anlamayı ve sakince uzaklaşmayı tercih etmemişti.

Evine gidip açık havada balkonda oturduğunda ise daha sakindi artık. Baturay'a kustuğu öfke dinmiş, beynindeki öfkeli kısım artık çalışmayı durdurup yerini mantıklı düşünmeye bırakmıştı. Yıllarca kendini bu konuyu düşünmemek için zorlayan o kısım artık rahat bir nefes almıştı. O zaman fark etti ki boş bir uğraştı yaptığı. Lise döneminde Baturay'a verdiği tavizleri, onu herkesten öne koyduğunu, ona herkesten çok değer verdiğini hatırladı ve sonra eylemlerini... Dokuz yıl boyunca kendini kandırmaktan, bir kalıba girmeye zorlamaktan başka bir şey yapmamıştı aslında. En çok nefret ettiği şeyi yapmıştı kendine. Baskı altında bırakıp bir şeyleri yanlış kabul ettirmişti ve şimdi görüyordu ki bu onu yıllandırmış, yıldırmış, üzmüş, huzursuz etmişti. Şimdi önünde durup baktığı heykel ona çok benziyordu ama bir o kadar da benzemiyordu. En başta, heykel ondan çok daha özgürdü. Heykelin iradesi varken kendinin yoktu çünkü bunu kendine yasak etmişti o dokuz yılda. Heykelin kaşları hafif çatık dursa da kırışıklığı yoktu, gençti ama Enes daha kaşlarını çatmadan birkaç kırışıklık gösterebilirdi. Zihnine kodladığı baskıların sonucuydu bunlar, kalkıp da kimseyi suçlayamazdı bu yüzden.

sculpture of desireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin