1. En fazla nereye gidebilirsin ki Prenses?

1K 18 8
                                    

I. Kısım: Zihninin ipleri bir kuklanın elinde, Rapunzel.

Bölüm şarkısı; Lana Del Rey–Cruel World.

***

Bir insanı bir yere bağlamak için ihtiyacınız olan nedir? İp? Kelepçe? Tasma veya Pranga?

Hayır hayır, bunlar doğru yanıtlar olamazdı. Bir insanı bir yere bağlamanın tek yolu onu çaresiz kılmaktı. Eğer başka yol bırakmazsanız, her insan boyun eğerdi ve ne ip ne tasma aratırdı. Kendi zihni, onun hem ipi hem kelepçesi olurdu çünkü. Umutsuzluk ve çaresizlik, şüphesiz ki ip ve tasmanın yeni ismiydi.

Zihninin iplerini, kalbine bağlasan kalbini boğar; bir başkasına emanet etsen, hıyaneti boyunu aşar, ipleri pislik ellerine çekinmeden bağlarlardı. Olur da bir gün zihnindeki iplerden kurtulursan, onun ellerinde can verebilesin diye acımasızlığını bir silah gibi kuşanırlardı. Bu koca evde, kendim dışında bir sürü  bir başkası vardı. Ve ayrıca ev ne kadar büyükse, içinde taşıdığı acı da o kadar büyüyordu, bunu zor yoldan öğrenmiştim.

Küçükken bu eve ilk geldiğimde toz pembe ve beyaz renkli kanatları olan iki perinin bir araya gelip yaptığını düşünmüştüm, keza toz pembe köşkün beyaz panjurları onu tam olarak büyüleyici kılıyordu. Başka bir dünyadan fırlamış gibi bir evdi.

Peri evi.

Fakat ne yazık ki boğaz manzaralı bir köşkte oturmak düşünüldüğü kadar büyüleyici değildi. Hem de hiç değildi.

Basit bir kukla olarak boğazın üstündeki tahta iskelede vakit geçirmeyi, hırçın dalgaları izlemeyi seviyordum. Ayaklarımın altından akan, yarım metre aşağıdaki soğuk sular her zaman çekiciydi. Başımı arkama atıp pembe eve baktım yeniden.

Küçükken düşündüğüm bu toyca düşünceler sayesinde, bu eve her baktığımda oyma detaylarında kendi çocukluğumu görüyordum. Annemin eteğine sarılıp, "Burası yeni evimiz mi?" dediğim zamanların üstünden ise az buz değil on sene geçmişti.

Ve on sene geçerken, beni de kendisiyle beraber sürüklemeyi ihmal etmemişti. On sene içinde ben çocukluktan yaşlılığa evrilmiştim ancak ev acımasız yıllara meydan okumuş ve yaşlansa da çökmemişti.

Pembe Köşk, en az altmış yıllık yaşantısıyla neler görmüş neler geçirmişti. Öyle ki, yalnızca duruşuyla bile köşkün kendisinin bir diktatör olduğunu anlayabiliyordum.

Pembe Köşk diktatördü evet.

Bahçesindeki rengarenk çiçeklere, her yıl boyandığı toz pembe rengine rağmen acımasız bir diktatördü.

Yaşlı bedeni boyaları kabul etmiyor, her şiddetli rüzgarda uğursuzca gıcırdıyordu. Çiçekler her daim solgun, boynu bükük duruyordu. Evin çevresindeki açıklık alanda duran ulu çınarlar ise evin dışarıdan görünmesini, sanki rezil görünüşünü saklamak istercesine engelliyordu.

Pembe Köşk, sevimli gözüken gizemli bir evdi. Her bir köşesinde yaşanmışlık kokar, her bir noktasında travmalar hortlardı. Bir insanın varlığını mahveden bir ev olamazdı, derseniz size yanıldığınızı üzülerek söylemek durumunda kalırdım.

Çünkü bu ev, benim varlığımın sonu olmuştu. Yedi yaşımda, üzerimde köşkün o zamanki canlı toz pembesine uygun, pembe kabarık elbiseyle, dudaklarım şaşkınlıktan aralık bir şekilde bu evin demir kapısından geçtiğim an ben farkına bile varamadan ölmüştüm.

wisteria [gxg]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin