Issız...boğuk bir gece. Gecenin karanlığına meltem bir esintiyle eşlik eden ağaç yapraklarının hışırtısı. Yine güneşin batıp ayın arkasına saklandığı, karanlıktan korkan çocukların evlerine sığındığı, sıradan bir gece... Lakin kimilerine göre sıradan olan bu huzurlu sakin geceler,kimilerine göre tam bir cehennem kabusu olabiliyor. Hikayemizin ana karakteri için de durum aynı bu haldedir. Ana karakterimizin gecenin karanlığında ışığını kaybeden kırmızı saçları meltem esintiyle hafifçe dalgalanırken, uzun siyah asker botları ise bir ileri bir geri gidip duruyordu. Kendisini uzaktan gören birisi adeta onu birer saatin içinde ki akrep ve yelkovana benzetirdi. Gerçekten de düşündüğümüz de, Türkiye bu iki nesneye oldukça benziyor.
Yelkovan ve akrepin aslında zamanı ne kadar hızlı geçirdiğinin farkındayızdır. Türkiye için de durum aynen böyleydi. Akrep ve yelkovanın eşliğinde hızla akıp giden zaman kendisi için adeta yaklaşan bir felaketin habercisi idi. Akrep ve yelkovanı taklit eden bir eda ile etrafında dönerken yüz yıl önce duyduğu şu sözler gecenin sessizliğinde adeta birer serzeniş gibi çarpıyordu kulaklarına...Ya istiklal ya ölüm!
(Bunu öylesine canım istediği için yazdım, öyle içimden geldi rastgele bir konu da yok sadece Türkiye işte. İçimden gelen bir şey olduğu için çok prefosyonel bir şey beklemeyin. Neyse yazım yanlışı olacağı aşikar bu yüzden kusurumuzu bağışlarsınız herhalde.)