1"Rüya"

357 51 34
                                    


Esen soğuk rüzgarla siyah yağmurluğumun önünü kapadım. Saç diplerimi ıslatan yağmurdan korunmak için adımlarımı hızlandırdım. Yanımdan geçen araba çamurlu suyu havaya kaldırdı. Daha fazla geç kalmamam gerekiyordu. Saat çoktan dokuz olmuştu.

Gecenin karanlığı her köşe başındaki tehlikeyi saklıyordu. Köpek sesleri tüylerimi diken diken etti. Sokağın başına kadar koşmaya karar verdim. Botlarımın ağırlığına aldırmadan, sanki ölümden kaçıyormuşçasına koştum. Violet'i severdim. Fakat benim ailemin onunki kadar rahat olmadığını anlamamakta ısrar ediyor gibiydi.

Fırının önünde avuçlarımı dizlerime dayadım. Eğilmiş bir halde orada nefesimin düzene girmesini bekledim. Ay ışığı ıslak yolların üzerine parlıyordu. Sonunda ellerimi ceplerime sokup yolda yürümeye devam ettim. Ayağımın takıldığı cismin hafif olmasına rağmen bu gece botlarım beni rahat bırakmayacak gibiydi.

Yüzümün yere çarpmasını önlemek için iki avcumu yere koydum. Boylu boyunca yere uzanmış bir vaziyette derin bir nefes aldım. Pantolonumun dizleri kirlenmişti. Bağdaş kurmadan önce gelen araba var mı diye arkama göz attım. Yerdeki deri defterin üzerinden seken yağmur damlaları sağa sola saçılıyordu.

Başımı sağa yatırdım, küçük defteri elime aldım. Yazı olan her şey ilgimi çekiyordu. Islak saçlarım boynumun kaşınmasına neden oldu. Rüzgar yağmurun hızını arttırdı.

Dairenin kapısını çaldığımda kendimi sıkı bir azara hazırladım. Sağ elimi duvara yasladım. Siyah botlarımdan tekini çıkarıp ters çevirdiğimde paspasa bir hafta içebileceğim kadar su boşandı. Yüzümü buruşturdum.

Kapının açılmasıyla sıcak hava yüzüme vurdu. "Geç bakalım, Alice." Anneme yüzümdeki sıcak gülümsemeyle karşılık verdim. Yemek kokuları burnuma davetsiz bir misafir gibi giriyor ve guruldayan mideme iniyordu.

Diğer botumu zorlukla çıkardım. Saçlarımdaki suyu sıkarak hole girdiğimde neredeyse yağmurluğumu çıkarmayı unuttuğumu farkettim. Siyah yağmurluğumun fermuarını gürültüyle indirdim. Ayaklarımın ucuna düşen defteri yerden aldım.

Koşarak odama girdikten sonra defterin sayfalarını açarak peteğin üzerine bıraktım. Belki kuruduktan sonra onunla ilgilenebilirdim. Üzerime günlük bir şeyler geçirdikten sonra tuvalete girdim.

Akan makyajımı temizledim ve saçlarımı küçük bir el havlusuyla kuruladım. Salondan gelen televizyon sesleriyle babamın henüz uyumadığını anladım. Salondan bacaklarını hafifçe iki yana açmış, elinde kumanda televizyona odaklanmıştı.

Gülerek kolunun altına girdiğimde saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Neredeydin bu saate kadar? " Dikkatimi çekmeyen yarışma programını değiştirmek için kumandaya uzandım. "Violet'le birlikteydim. Kız kıza takıldık biraz. "

Annemin bizi mutfağa çağırmasıyla yerimizden kalktık. Televizyonu ve salonun lambasını kapadıktan sonra sıradan bir aile yemeği yedik. İzin isteyip odama girdim. Kapımı sessizce kapattım. Yatağımın üzerine bağdaş kurdum.

Şimdiye dek kurumasını umut ettiğim defteri elime aldım. Sararmış görünen sayflar beni defteri koklamaya itti. Mürekkep kokuyordu. İnsan beyninin ürettiklerini yazıya taşıyan mürekkep. Violet ve diğer çocuklarla olan WhatsApp grubumuzda sohbete dahil oldum fakat meraklı yanım peşimi bırakmadı.

Kalın kapağı çevirdiğimde beklediğim manzaranın kesinlikle bu olmadığını düşündüm. Akan mürekkep ilk sayfada uzun çizgiler bırakmış, yazıyı okunması imkansız hale getirmişti. İkinci sayfanın durumu daha iyiydi. Düzgün bir el yazısıyla yazılmış satırlar, hafifçe kaymış ve bu ona garip bir şekilde hoş bir hava katmıştı.

Sana bakmak bile hayat damarlarından birinin açılmasını sağlamak gibiydi. Son kez sarılmaktan bahsediyorlardı, ben sana dokunamamıştım bile. Siyah saçlarını okşamamış, dudaklarının tanına varmamıştım.

Hayran hayran deftere baktım. Kimdi bu? Bir platoniğin defteri miydi elimdeki? Ona bunları hissettirecek kız kimdi? Sorular beni bataklığına çekmeden okumaya döndüm.

Sana söyleyecek cesaretim yok. Ama sen olmadan yaşamaya gücüm de yok... Yanına gelenleri kıskanmıyorum. Çünkü inanıyorum ki sen zaten benimsin. Evren oluşmadan önce de benimdin, ben öldükten sonra da...

Kendimi kaptırmış bir halde sırt üstü uzandım. Yeniden kapılarımı kelimelere açmadan önce annem elinde bir tepsiyle içeri girdi. Meyve tabağını komidinimin üzerine koydu. Yanağına sulu bir öpücük bıraktım. Bir mandalinayı alıp soymaya başladım.

Sana bu defteri verebilecek miyim? Bilemiyorum. Belki verirsem deli olduğumu düşünürsün, korkarsın benden. Ama bu deli kendini avutuyor, korkma. Sen benim değilsin, hiç olamayacaksın. Bunu biliyorum. Umutsuzluktan öleni gördüm de, yalandan öleni görmedim ben.

Bu doğru muydu? Kendini kandırması. Belki gerçekten deliydi. Yeşil elmadan büyük bir ısırık aldım. Ne kadar devam etmek istesem de gözlerim bana ihanet ediyordu. Defteri komidinin çekmecesine bıraktım. Boş tabağı mutfağa bıraktım.

Yatağa girdim fakat ihanet eden gözlerim bu sefer heyecanla açıldı. Her şeye engel olabilirdi yorgunluk, ama yazma dürtüme asla. O tatlı zorunluluk kalbimi sıkmaya başladığında masanın başına döndüm.

İçimden geldiği gibi donattım sayfamı yine. Kenarda minik çizimler, altta aklıma gelen şarkı sözleri, dağınık bir yazı... Şu anki ruhumu yansıtıyordu sayfam. Karışıktı fakat herbirini ayrı ele aldığımda hepsi farklı güzeldi. Birbiriyle uyum içerisindeydi. Büyüklü küçüklü yazılar ne kadar uyum içerisinde olabilirse...

Artık içimi döktüğüm sayfam da dolmuştu. Bu sefer uyku elinde kelepçelerle beni mahkum gibi yatağa sürükledi. Rüyalar bana zindan kapısını açtı. Düşünceler, yüzler, görüntüler hücre arkadaşlarım oldu. Benimle bir bir konuştular.

Ama öyle iyi, öyle güzeldiler ki... Gerçek olamazlardı. Hepsini unutacağımı bile bile yorgun zihnime fısıldıyorlardı.

Madalyonu bul! Madalyonunu bul, kızım! Onu bize getir!

Merhaba arkadaşlar! Bu benim ilk Wattpad hikayem. İlk bölümümüz biraz kısa oldu ama beğeneceğinizi umuyorum. Lütfen yorumlarınızı ve benim ilham kaynağım olacak minik yıldızlarınızı eksik etmeyin.

-Zehra

Ruh AvcısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin