2"Ruhların Gelişi"

136 24 6
                                    

Sabah uyandığımda başımda korkunç bir ağrı vardı. Rüya gördüğümü biliyordum ama ne gördüğümü hatırlamıyordum. Saat çok erkendi. Saçlarım kuş yuvasına dönmüştü. Uykulu uykulu ayağa kalkıp gerindim. Banyonun boş olmasını diliyordum. Acilen tuvalete gitmem gerekiyordu.

Rahat bir şekilde odama döndüm ve okul formalarımı almak için dolabıma yöneldim. Üzerimi giydikten sonra asker yeşili kapüşonlu hırkamı askıdan almıştım ki pencereden gelen tıkırtılarla durdum. Hırkayı yatağın üzerine bırakıp kapalı perdeye doğru ilerledim.

Kapalı perdeyi araladım. Pencerenin önünde beyaz tüylerini kabarmış, soğuktan büzülmüştür yavru bir kedi duruyordu. Bir dakika beklemeden o minik şeyi içeri aldım. Daha fazla üşümemesi için camı örttüm. Yumuşacık tüylerini koşarken yatağa oturmuştur.

Küçükken hayvanları sevmezdim. Bir kere babam eve muhabbet kuşu almıştı. Çığlıklarla kaçmıştım. Hatta kuş gittikten sonra bile bir hafta odaya girememiştim. Bu anım beni güldürdü. Şimdi hayvanlar hayatımın vazgeçilmez bir parçasıydı. Annem ve babam da bunun için çok uğraşmışlardı. Buna rağmen annemin bu kediciği eve kabul etmeyeceğini biliyordum.

Onu bu soğukta yeniden dışarı bırakmazdı. Kediyi yere bıraktım ve siyah saçlarını örmeye başladım. Hava dün kadar olmasa da soğuktu. Rüzgar, tıpkı dün ki gibi, pencereleri dövüyordu. Ayaklarıma dolanan kedicikler beraber, bir elimde çantam bir elimde hırkamla koridora ilerledim. Mutfaktan çıkan annem durup başını yana eğdi. Yerde resmen sürünen kediye kaşlarını çattı. "Alice?" adımı imalı bir tonda söyleyince dudağımı ısırdım.

Herkes annesinden korkardı. Ama ben neredeyse askeri bir disiplinle yetiştirildiğim için tabiri caizse anneden ödüm kopuyordu. "Anne, lütfen. Baksan henüz yavru. Bu soğukta dışarıda yaşayamaz. " Annem benim yalvarmalarıma aldırmadan kediye yönelince önüne geçtim. "En azından kapının önünde dursun ?" Sıkkın bir şekilde başını salladığında boynuna atladım.

Ellerimi yıkadıktan sonra kahvaltıya oturdum. Kahvaltı etmeye pek zamanım olmadığı için aceleyle ağzıma bir şeyler sıkıştırıyordu ki servis kornası duyuldu. Bir yandan hırkamı giyiyor bir yandan da spor ayakkabılarımı arıyordum. Nihayet servise binebildiğimde gözlerim  Violet'i aradı. Arka tarafta oturmuştu. Yanı boştu ve elini sımsıkı ağzına bastırmıştı.

Gidip yanına oturdum. "Günaydın " dedim. Cevap olarak başını omzuma yasladı. Violet, benim aksime kahvaltısını okulda yapan öğrencilerdendi. Ve bugün kahvaltı yapmış olmalıydı. Sıkıcı geçen servis yolculuğunun ardından küçük okulumuza gelmiştik. Sanki bize eziyet etmek için en üst katta bulunan sınıfımıza girdiğimizde henüz öğretmenin gelmediğini gördüm. Sınıftakilerle ve Violelet'le sohbet ediyorduk ki Fransızca öğretmenimiz Bayan Alcott içeri geldi.

Dersin bitimine yirmi dakika kala sıkılmaya başlamıştım. Ben zaten,  beş yaşından beri Fransızca öğreniyordum. Bildiğim şeyleri tekrar etmek bir süre sonra beni bile sıkmıştı. Defterimden kopardığım sayfaya Violet için bir not yazdıktan sonra, onu kâğıttan bir top haline getirdim. İki sıra önümde oturan Ezgi'yle baktığımda pür dikkat dersi dinliyordu. Gözlerimi devirerek topu kafasına attım.

Topu yerden alıp okuyumasını beklerken öğretmeni kontrol ettim. Tahtaya yazılan etkinlik cevaplarını kitaba geçirdim. Saate baktım. Sanki yelkovan yavaşlamış, dersin bitmesini geciktiriyordu. Sıra arkadaşım Chris, göremediği için cevapları benden geçirmek istediğini söyledi. Ona kitabı uzatırken yerde yuvarlanarak bana gelen kâğıt top gözüme ilişti. Tam kağıdı yerden alacaktım ki başka bir el benden önce davrandı.

Bayan Alcott, burnuna indirdiği kalın kenarlı gözlüklerinin ardından attığı tehditkar bakışlarla korkutucu görünüyordu. Eline aldığı buruşturulmuş kağıdı açmadan önce keskin bakışlarından Violet'e de yolladı. Korkuyla ne olacağını beklerken öğretmen kağıdı okuyordu. Hemen arkada oturan Luke "Hocam, okuyun da biz de öğrenelim." diye bağırdı.

Ruh AvcısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin