Türkiye, uyandığında yumuşak bir koltukta beyaz çarşafların arasında kıvrılmış yatıyordu. Gözlerini kırpıştırarak kollarını gevşeterek açmış ve koltuktan destek alarak doğrulmuştu. Kızıl saçlarını geriye atarak yumuşaklığını eliyle gezdirerek test etmişti. Beyaz gözleri etrafta dolandırarak birini aramış ama ne yazık ki kimseyi görememişti. Nefes alarak üstünde ki beyaz çarşafı atarak üstüne bakmıştı, pantalonu duruyordu ama üstündeki kravatı ve Süveteri masanın üzerine özenle konulmuştu.
Gömleğinin açık olan bir kaç düğmesini kapattıktan sonra ayağa kalkmış, ayakkabılarını ayaklarına geçirmiş ve kravatını yaptıktan sonra üstüne Süveterini geçirmişti. Saçlarına eliyle biraz şekil verdikten sonra kapının açılma sesini duymuş ve gözlerin biraz açarak arkasına dönmüştü. Amerika yine siyah bir takım giymiş, eline siyah Eldivenlerini geçirmişti. Türkiye onun alışmış olduğu görünümüne kısa süre bakmış ve sonra dudağını stresten olsa gerek dudaklarını yemeye başlamıştı.
Türkiye hafif özgüvenli bir sesle, "Bay. Amerika..?" sonlara doğru sesi tereddüt etmişti ama yinede adam anlamış gibi durmuyordu. "İngiltereyi çileden çıkarmışsın." dedi kapıyı arkasından kapatırken. "Gıcığın teki, hala yüzüme bakabildiğine şükretsin." Amerika buna sadece gülmüştü. "benimle konuşmana neye borçluyum?" Türkiye bakışlarını ondan ayırdı ve sonrasında göz devirdi. "biraz sonra konuşmasak bile sohbet edebileceğimiz bir kağıt ve kalem bulacağım." Amerika Ellerini sanki tutuklanıyormuş gibi havaya kaldırmıştı. "telsim oluyorum tatlım."
Türkiye göz devirmişti, "uh, ne kadar uyudum?" Amerika masumca bakmıştı, "Nato toplantısıda dahil her şeyi kaçırdın." Türkiye gözleri kocaman açarak şaşkınlıkla Amerika'nın yüzüne baktı, sonra saate bakmaya başladı. Beşe çeyrek vardı ve Türkiye neredeyse bir buçuk gündür uyuyordu. "B-ben, çok özür dilerim! Bilerek olmadı a-aslında b-ben-!" korku ile Yere bakmaya başladığında ellerini yumruk yapmıştı ve tırnakları derisine batıyordu. Amerika iç çekti, "Doktor çağırdım Türkiye." Birden kulakları adama odaklanmıştı.
Amerika belli olmayan endişeli sesi ile, "bana(bize) senin alkollü içecekleri fazla kaçırdığını söyledi, bir ay boyunca içmemen için uyardı." Türkiye derin bir nefes alarak kafasını yukarı doğru kaldırma cesareti göstermişti ki Amerika'nın fazla yakında olduğunu fark ettiğinde bir adım geri gitmişti. Yutkundu, "k-kafam k-kolay t-toparlanm-mıyor.." titrek sesi onu daha güçsüz ve narin gösterdiği sıralarken kapı bir kaç saniye sonra açılmış ve Amerika bunun üzerine geri çekilmişti. İçeri giren kişi İngiltere'ydi.
Türkiye dolu gözlerle adama doğru baktığında İngiltere önce şaşırdı, sonrasında gözlüklerini çıkarıp eline aldı. "Birleşmiş Milletler seni çağırıyor Türkiye." Kızıl saçlı adam kafasını onaylarmışçasına sakladığında İngiltere ikisine uzunca baktıktan sonra başıyla Kızıl kafaya işaret vermişti. Türkiye yutkunarak Amerika'ya baktığında umursamadığını görmüş ve küçük bir hayal kırıklığından sonra iç çekerek Daha dün hakaret etmiş olduğu adamın yanına doğru ilerlemeye başladı.
İngiltere ile beraber odadan çıktıklarında biraz sessizce yürümüşler, ardından Mavi saçlı adam onun kolundan tutarak bir kenara çekmiş ve gözleri ile rencide etmeye başlamıştı. "beni aşağılayıp yüzüme kapatmak hangi cesarettir bay Türkiye?" Kızıl saçlı adam gözlerini başka tarafa çevirdi, "Osmanlı cesareti, sen iyi bilirsin Britanya." İngiliz'in gözleri öfke ile parıldarken gence tokat atmamak için zar zor kendini durduruyordu. Derin nefesler alarak kravatını düzeltmişti, "şükret, küçüklükten beri sana sevdalıyım. Bir günlük sevdam olsa seni ülkelikten attırırdım."
Ve sonrasında arkasına bakmadan hızlı adımlarla yürümeye başlamış kısa süre sonra ise göz önünden kaybolmuştu. Daha on iki yaşındaydılar ve İngiltere ile ikisi ufak çaplı bir öpüşme seansı yaşamıştı, ah keşke bu anı hafızasının bir köşesinden atabilme şansı olsa ama hayır, hala orada en kuytu köşe yerde saklanıyordu. Kızıl saçlı, kravatını eliyle bir kaç kez sıkıp bırakmış ve Süveterinide düzelttikten sonra koridorun sonundaki Birleşmiş Milletlerin iki kapalı odasının önünde durmuştu. Tamda yanında duran zili hafifçe tıklamış starry müziğinin az çıkan melodisini dinledikten sonra kapı açılmıştı.
Birleşmiş Milletler ayaklarını masanın üzerine atmış gayet rahat bir tavırla kızıl saçlı gence bakıyordu. Türkiye hiçbir tepki vermeden biraz orada dikilmiş ardından bıkkınlıkla iç çekerek adamın karşısında bulunan tekli koltuğa oturmuştu. Sessizlik ortamı şeytanın ağları gibi hızlıca sararken Birleşmiş Milletler en sonunda boğazından sahte bir öksürük yaratarak konuşmaya karar vermişti. "Dün toplantıya katılmadın, Nato'nun sinirlerini gerdin, herkesi çileden çıkardın, İngiltere'yi sinir krizine soktun ve birde yetmekmiş gibi Rusya ve Amerika'yı birbirine düşürdün. Mantıklı bir açıklaman varmı?"
Türkiye kafasını olumsuzca iki yana salladığında Birleşmiş Milletler ayaklarını masadan çekerek ayağa kalkmıştı. Tamda Türkiye'nin karşısına geçip ellerini arkadan birleştirdiğinde konuşmuştu, "O zaman, Kovuldun Türkiye Cumhuriyeti."
Oyları unutmayalım!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
\/Kurnaz Kurt\/
Fiksi PenggemarBelkide Türkiye Cumhuriyeti, cidden kendini eskisindende güçlü yapabilirdi. Ama bunun bedelini ödeyebilecek kadar dayanıklı mıydı?