Kuşların uykularından uyanıp pencere kenarlarına iliştiği, kedilerin soğuk kaldırımlardan sıcacık butiklere sığındığı bahar ayında yağmurlu bir gündü. Tatlı, fundalıklardan esen ıhlamur çiçeği kokusuyla harmanlanmıştı hava; büyük, ucu bucağı görünmeyen gri gökyüzünün arasından sızan güneş ışıkları evlerin camlarına vuruyordu sabahın belirli bir saatine kadar, sonrasında pesimistliğin dozunu arşa çıkarmış bulutlar bu doğa şölenini engelledi. Cabasına çıkan fırtınaya hazırlıksız yakalananlar sokağın başından sonuna herhangi bir dükkanın çevresine sığınıyordu ve yağmur ile rüzgarın dinmesini bekliyordu.
Jungkook ise temkinliydi, işlek bir cadde kenarında yaşıyor olmasının mamafih sebebi insanların nasıl yaşadığını sabah kahvaltısını yapıyor iken, onları rahatça görebileceği bir pencereden gözlemleyebilmekti. Jungkook, adeta insan sarrafı olmaya çabalıyordu.
Her zamanki, klasik, belki de orta segmentte hayat koşullarına sahip bir adamın yapacağı gibi, organik rutinlerini gerçekleştirdi. Bugünü, geçmişte olduğu gibi diğer, sıradan günlerden ayıran bir işi vardı. Bunun için henüz iliklerine değin işleyen heyecanı veyahut hormonlarıyla ilgili düzenlemeleri aksatabilecek herhangi bir duyguya sahip değildi, daha öncesinde çok kez deneyimlediğinden midir yoksa kendisine olan güvenini uzun zaman boyunca körüklediğinden midir? Kesinleştiremiyordu.
Kuşunun gün içinde caddede arasıra alevlenen gürültüden çokça rahatsızlık duyduğunu bildiğinden çeşitli orkestraların bulunduğu plağı açık bıraktı ve gideceği iş başvurusu için özenle seçtiği koyu kahverengi kundura ayakkabılarını giyindi. Dakikalar sonrasında köleliğin bittiği varsayılan bu dünyada aynen parya kimselerin üstlerine hizmet ettiği kirli sokaklara karışacaktı, bu Jungkook'a trajedik geliyordu, yazar hayatı trajedik yorumlamayı her daim sevmişti.
Binasının dar, yeşile vuran merdivenlerinden çabucak indi, bu basamakları hızlıca aşabilen tek bina sakini kendisiydi çünkü kendisi dahil edilmediğinde, bu eski binada artık hayatı yaşayan pek kimse yok denilebilirdi; yazar yaşadığı apartmanın mecburi sessizliğini de her daim sevmişti. Binanın eskisinden ziyade verilmeden restore edilen ışıklandırılmalı iri kapısını açtı, hemen üzerinde büyük harflerle yazılmış olan Apollon yazısına takıldı gözleri. Bulunduğu sokaktaki her bir bina mitolojik isimlere sahiplik ediyordu; Jungkook bunu buraya taşındığı ilk zamanlarda meraklanıp sorduğunda, burada hâlâ daha fazlaca Yunanın yaşadığını ve bu sayının eskiden epey çok olduğunu dile getirmesinden sonra anlayabilmişti. İlerleyen zamanlarda kendisini tanıyan komşuları evine geldiğinde ise bunu daha iyi anlamıştı, eski iş arkadaşı ve bir zamanlar komşusu olan Damien'ın da dediği gibi birçoğu Yunan asıllıydı.
Bugün, kendisi hakkındaki tinsel sorunlarında yol kat ettiğini, yazarlık becerilerini ise yazdığı müsveddeler ile geliştirdiğini düşündüğünden ve en çok da, aklındaki toplumsal konuyu topluma arz etmek istediğinden bir yayınevi ya da başka bir deyişle ajansa başvuracaktı. Saat iş başvurusu için henüz erkendi fakat oraya gitmeden halletmesi gereken fatura işleri olduğundan saatleri doldurabilirdi, öyle ki geç kalmamayı dahi umuyordu. Eline aldığı, yeni usül şemsiyesini açtı ve hemencecik çokça yol gittiği caddenin arkasındaki bar sokaklarından birine girdi, boylu boyunca kapalı, üzerine sokak sanatçılarının armağan ettiği resimlerle kapalı kepenkler vardı. Yaşanılan her bir zerrenin ne kadar da sondan yana olduğunu hatırladığında göğüs kafesiyle midesinin arasında bir sıkışma hissetti, hayatta en nefret ettiği ve geceleri uykularını bölüp nefes egzersizleri yapmasına sebebiyet veren gerçekti. - Son, düşülen çukurun ardında bir tünelin olup olmadığı dahi bilinmeyen, hiçlikten daha hiç bir kavramdı. Jungkook, bu paragrafı bir köşe yazısıyla yayımlamıştı. Belli başlı dönemlerinde yer alan tüm köşe yazıları birleştirildiğinde ruhani bir çöküşün öyküsü gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
worlds apart, jikook
Fiksi PenggemarJungkook bir yazardı ve kaleme alacağı kitabı için yaşamaya ihtiyacı vardı. !! Ouistreham filminden ilhamla yazılmıştır.