Jisung on yaşındayken annesinin bir parti için tuvalet masasında hazırlanmasını izliyordu. Annesi bir sanat galerisinin açılışına gidecekti. "Vampirlerden korkuyor musun?" diye sordu Jisung annesinin bacağına yatarak. Annesinin pütürlü yüzeyi olan çorabı yanağına deyiyor, parfümü burnuna doluyordu.Annesi bu soruya gülmekle yetindi ama partiden döndüğünde hastaydı...
Soğuk Algınlığı... Başlangıçta kulağa zararsız geliyordu. Soğuk algınlığı neydi ki? Burnun akar, boğazın ağrır... ama bu öyle bir şey değildi. Bu soğuk vücut ısınızı düşüren, duygularınızı belirginleştiren ve ciddi derecede kan açlığı çeltiren bir soğuktu.Soğuk alan kişi eğer insan kanı içerse, bu virüs onu mutasyona uğratıyor, öldürüyordu ve öncesinden daha soğuk bir halde geri getiriyordu. Soğuk. Buz gibi soğuk. Sonsuza kadar soğuk...
Bu virüsü atabiliyordun. Eğer hasta 99 gün boyunca insan kanı içmezse, virüs sistemden atılabiliyordu. Ama bunu yapan herhangi bir merkez yoktu. Bunu kendi başınıza yapmalıydınız.
Bir hafta sonra evde bodrumdan yükselen çığrıkları, babası işteyken gün boyu devam eden haykırışları. Jisung bugün bile tüm canlılığıyla hatırlıyordu. Onun sesini baskılamak için sonuna kadar açtığı televizyon sesi...
Jisung okuldan geldiğinde ona yalvaran annesi.
Jisung, lütfen. Seni çok sevdiğimi biliyorsun oğlum. Seni canımdan çok seviyorum. Baban... Baban benim iyileştiğimi anlamıyor Jisung. Beni buraya sonsuza kadar hapsedecek. Ondan korkuyorum Jisung. Lütfen. Burası çok soğuk. Karanlıkta üstümde birşeyler dolaşıyor. Örümcekler... Örümceklerden ne kadar korktuğumu biliyorsun Jisung. N'olur. Sen benim tatlı oğlumsun. Söz veriyorum burdan çıkınca sen, ben, lix... hep bir arada yaşayacağız. N'olur seni seviyorum Jisung'um. Hem parka gideriz, dondurma yeriz, en sevdiğiniz oyunları oynarız. Anahtarı alacaksın değil mi? Lütfen. Anahtarı al. Anahtarı al. Anahtarı al...
Böyle olduğunda Jisung sürekli ağlardı. Bodrumun kapısına oturur, elleri kulaklarında saatlerce ağlardı.
Zaten hep ağlamaz mıydı...?Sabahları, oyun oynarken, yemek yerken,...
Kardeşi Lix de ağlardı. Abisinin koynuna sarılır "Lütfen sustur onu" diyerek ağlardı. Ama Jisung hiçbir şey yapamazdı.
En çok da babaları gerekli kalınlıkta kıyafeleri giyerek on üç kilitli bodrum kapısını açıp annelerine yemek götürürken ağlardı. Babalarına virüs bulaşacak diye ödleri kopardı.
Babaları karşılarına geçip onlara mantıklı cümleler kurarak sakinleştirir. Sonra gider bir posta da o ağlayarak içkisini içerdi.
Jisung buna tamı tamına otuz altı gün dayandı. Annesine söz verdi. Babasının cebinden o anahtarı alabilmesi ancak kırk ikinci gün alabildi ve tüm kilitleri teker teker açtı. Arkasını dönüp giderken bir şey onu yere düşürdü. Jisung hayla tüm canlılığıyla o acıyı hissederdi. O dişlerin batarken ki acısını. Jisung yalvardı bu sefer. Korktu. Küçük kardeşi Lixie yi koruyamayacağından korktu. Ölümden korktu. Babası son anda yetişmişti.
Doktora göründüklerinde doktor kolundaki izlerin geçeceğini söylese de öyle olmadı. O izler hiç geçmedi...
Bir adet Minho daha
_________________
Tekrardan selam
Bu bir flashback ve geçiş bölümüydü umarım beğenmişsinizdir.
Bu bölümü hızlıca yazdım dolayısıyla kontrol edemedim bu yüzden yazım yalnışları olabilir kusura bakmayın.
Hayla bu fici okuyan birileri yok malesef ama umarım ilerde iyiki diyebilirim yeni bölümlerde görüşmek üzere.... 💞
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black City / Minsung
FantasyBlack Cityler tüyler ürperticiydi. Jisung bunu herkesten iyi biliyordu. Görkemli bir kafes, tehlikeli bir hapishaneydi. Lanetliler ve onlarla eğlenmek isteyenler için kusursuz bir mezarlıktı... Jisung son derece sıradan bir partinin sabahında uyandı...