"tik-tak, tik-tak, tik-tak, tik-tak..
Geçiyor zaman, beklemiyor.
Aşk bir kez kaçınca, geri gelmiyor.
Koş zamanı yakala, sakın ha yorulma!
Geçmişe bakınca yarın gelmiyor..."
- hepsi 1____ ____ ____ ____ ____ ____ ____
Hyunjin, beş yıl sonra adımını attığı bu sokaklarda elindeki telefondan açtığı harita yardımıyla, Jeongin'le süslediği anılarına ev sahipliği yapan, dört katlı binayı arıyordu. Uçağından iki saat öncesinde inmiş, beklemeden bir taksiye binip buraya gelmişti. Özlediği bu sokakları, aradığı binanın bahanesiyle gezerken, şehrin ne kadar da gelişmiş olduğunu düşünüyordu. Çoğu şey değişmiş ve gelişmişti. Birlikte sürekli vakit geçirdikleri o park gitmiş, yerine üç katlı bir bina dikilmişti mesela. Ellerinden eksik olmayan yıldız dondurmalarını aldıkları market kapanmış, taşlarını ayaklarıyla döve döve koşturdukları yollar asvaltla boyanmıştı. Beş yılda bu şehir ciddi anlamda gelişmişti...
Binanın önüne geldiğinde gördüğü düzenli görüntüyle şaşırmadan edememişti. O zamanlar bu bina yıkık dökük, terk edilmiş bir yapıydı. Şimdi bu kadar bakımlı ve estetik görünümde olması şaşırtmıştı. Telefonunu cebine atıp her ne kadar işe yaramayacağını düşünse de kapıyı açmayı denedi. Açılan kapıyla anlık şoka girmiş, büyülttüğü gözleriyle mavi demir kapıyı incelemişti; kilitli olabileceğini düşünmüştü. Anlaşılan o ki açık unutulmuştu.
Vakit kaybetmeden içeri adımlayıp, ikinci kata kadar çıktı. Aradığı dairenin önüne geldiğinde büyükçe nefeslendi. Kapının hemen yanına yerleştirilmiş minik tabelada artık onun adı yazmıyordu... Okuduğu ismi tanımasa da umursamayıp zili çaldı. İçinde yoğun bir özlem vardı. Evin içerisini görse de olurdu, burada bulunuyor olmak bile yetiyordu onun için.
Göz pınarlarında akmaya hazırlanan yaşlarla yüzünü tavana çevirip sarı ışık yayan otomotik lambayı izledi. Kapı açıldığında silkelenip toparlandı. "Ah, merhaba efendim. İçeri gelebilir miyim? Ufak çaplı anlatacaklarım var da..."
Kadın sorgulayan gözleriyle kenara çekilip geçmesi için yer verdi. Karşısındaki gence her ne kadar, yabancı olduğundan dolayı, güvenemese de gözlerindeki bakışları gördüğünde merakına yenik düşmüştü. O bakışlarda çokça hüzün, çokça yaşanmışlıklar var gibi görünüyordu. Bakışlarında anlamlandıramadığı bir tanıdıklık ifadesi vardı.
İçeri giren Hyunjin, etrafı inceleyerek kadının yönlendirdiği odaya ilerlemiş, krem koltuklardan birine oturmuştu. Ev sahibinin ikramına hayır dememiş, eline tutuşturulan tabakla kahveyi kibarca önüne yerleştirilen sehpanın üzerine koymuştu.
Kadının kendisine doğrulttuğu bakışları fark edip boğazını temizledi. Bu dairede yaşayan ev sahibinin anlatacaklarını bilmeye hakkı vardı. Hele ki evine tanımadığı halde öylece dalmış olduğunu düşünürsek, bir açıklamayı kesinlikle hak ediyordu kadın. Anlatacaklarına nereden başlayacağını bilemiyordu. En iyisi doğaçlama gitmesiydi sanırım. Konuşmasına evin eski yıkık halini tasvir ederek başlamayı tercih etti.
"Beş yıl önce burası yıkık bir binaydı. Üst iki katının çıkılmaya merdivenleri yoktu. Yaşanılabilecek bir yer gibi görünmüyordu. Fakat bu harabe binanın içinde yaşayanlar vardı." Sehpanın üzerine bırakmış olduğu şekerli Türk kahvesini alıp yudumlarken boğazındaki yumruyu geri gidermeyi hedefledi. "Babası içki kokusundan arınmayan, anneleri tarafından terk edilmiş üç kardeş barınıyordu. Geçimlerini sağladıkları o daire, binadaki tek sağlam kalan daireydi. Söylenenlere göre yıllar önce yaşanan depremden kalmaydı o bina."
"Aslında o binada yaşanması yasaktı anlayacağınız üzere." Kendine dinlenme molası verirken, bu fırsatı duvara asılmış aile fotoğraflarını inceleyerek değerlendirmişti. Ne kadar da mutlu karelerdi öyle. Hyunjin kıskanmadan edememişti; kadın, kocasıyla ve çocuklarıyla iyi geçiniyor gibi görünüyordu.
"Fotoğraftakiler aileniz mi?" Sormadan edememişti. Birazcık konuyu dağıtmaya, kendini toparlamaya ihtiyacı olduğundandı aslında. Kadın yüzüne yerleştirdiği gülüşüyle ani gelen bu soruyu beklemeden cevaplamıştı. "Evet, eşim ve oğullarım."
"İyi geçiniyor olmalısınız." Kadının gözlerindeki hüzünle yanlış bir şeyler söylemiş olabileceğini düşünüp yerinde kıpırdandı. "Evet, küçük oğlum vefat etmeden önce çok iyi geçiniyorduk." Kadının gözlerine özür dilercesine bakmış, kadınsa onun bakışlarına karşılık içten gülüşüyle bir göz kırpması sunmuştu. 'Bir şeyciğim yok, iyiyim' demek istiyordu.
Konuyu çok fazla dağıttığını düşünüp izin istercesine bakıp tekrar söze girdi. Bu sırada gözlerinin önüne düşen uzun sarı saçlarını da kulağının arkasına sıkıştırmıştı. "Binada yaşayan o üç çocuktan ortanca olanı benim erkek arkadaşımdı." Kadın ifadesiz tutmaya çalıştığı yüzünün gevşemesine engel olamamıştı.
"İçersinde yaşanan olaylara şahitlik eden o dört duvar arasında bazen kardeşleriyle şakalaşır, bazen de babasının gelme vaktine kadar yemek pişirir, bir şekilde birlikte zaman geçirirdik.
Onu çok seviyordum. Deliler kadar çok seviyordum. Ondan hiçbir karşılık beklemeden seviyordum. Size yemin ederim ki o çok güzeldi. Hâlâ bana bakmış olmasına, benimle çıkmayı kabul etmiş olmasına inanamam. Onu hak edecek kadar nasıl bir iyilik yapmış olabilirim hiç bilmiyorum. Öbür yaşantımda gerçekten bir melek olmalıydım"
"Her neyse, bir gün yine evde kardeşleri ile birlikte konuşup gülüşürken kapıda ansızın babası belirdi." Hikayenin bu kısmını anlatmak ona düşündüğünden fazla acı verdiğini hissedince dinlenmek adına konudan bağımsız kelimeler ekledi konuşma arasına. " Onunla olan ilişkimiz çok kısa sürdü, doyamadım bebeğime."
"O gün, babası ikimizi birlikte sarmaş dolaş görünce gözlerindeki ateşlerle hızla yanımıza adımlamıştı. Hâlâ unutamam o dakikaları. O an öfkeli bakışları ve iri cüssesiyle gözümüzde öyle korkutucu görünüyordu ki... Bir de, elinden eksik tutmadığı içkisini yere fırlattığında, kendi bağırtısına eşlik eden o cam parçalarının sesleri kulaklarımızda çınlayınca... Çocuktuk işte. Şimdi olsa onu durdurur, Jeongin'ime dokunmasına asla izin vermezdim. Ama o zaman şimdiki kadar güçlü değildim. Hem fiziken, hem ruhen.
Jeongin'imi kolundan tutup yanımdan ayırdığında elimden hiçbir şey gelmiyordu. Sarhoş haliyle sevdiğime zarar verecek korkusuyla ani hamleler yapmamaya, gerekmedikçe konuşmamaya çalışıyordum. O an sadece dudaklarımdan kısık bir 'her şey benim suçum' sözleri çıktı. Babasının bu dediğimi pek önemsemediği açıktı ama bir ihtimal onu bırakır da benim kolumdan tutup sürükler, dayaklarına beni maruz bırakırdı.
Fakat hayır, hiç acımadan Jeongin'imin bedenine darbelerini indiriyor, ikimizin ne kadar ibne olduğuyla ilgili cümlelerini seslice dışarı döküyordu. Bana istediğini söyleyebilir, istediğini yapabilirdi ama ona yapamazdı. Jeongin'in bedeni zayıftı, o kaldıramazdı tüm bunları.
O gün yapabileceğim, yapmam gereken en son şeyi yapıp öne atıldığımda her şey bir anda kopmuştu. Benim ani tavırlarımla adam daha da öfkelenmiş tuttuğu bedeni acımadan duvara fırlatıp eline aldığı kırık cam parçasıyla üzerimize gelmişti." Göz pınarlarında biriken yaşları yüzünü yukarı doğrultarak gidermeye çalıştı. Hemen ardından kadının ellerine uzanan yumuşak ellerini hissedince bakışlarını ona çevirip burukça gülümsedi.
İkisi de beş yıl öncesine göre çok daha güzel, çok daha temiz kokan o odanın içerisinde içli içli ağlamadan önce titrek sesiyle söze tekrar girdi.
"Ben o gün Jeongin'imi kaybettim. Babası sarhoş haliyle bize yaptığını yapmış, kapının yan tarafındaki boşluğa bedenini yaslayıp sızmıştı. Dakikalar öncesindeki ses kalabalığından eser yoktu. Fırtına sonrası sessizlik gibiydi.
Odayı sadece adamın horuldama sesleri doldururken ben kana boyanmış yüzümle emekleye emekleye sevdiğimin yanına varmıştım. Kanın foşur foşur aktığı kalbinin üzerini ellerimde sıkıca bastırıp akmasını engellemeye çalışsam da işe yaramayacağı âşikardı. "
SON.