karar,

119 15 4
                                    

Sadece birkaç dakika içinde hayatımız hiç beklemediğimiz bir noktaya sürüklenebilir. Kısacık bir zaman dilimi, etkileyebilir tüm ömrümüzü. Ufacık bir an yeter tüm dengeleri bozmak için.

Ben Han Jisung, kendimi bildim bileli bir şeyler için çabaladım. İyi bir evlat, notları yüksek bir öğrenci, merhametli bir genç, nazik bir insan; bu ve bunlara benzer tüm amaçlarla geçirdim vaktimi. Saygıdeğer biri olmak istedim hep, adımı bilsinler ve adım her anıldığında bu çocuk en iyisini hak ediyor desinler istedim. Fazla bir şey değildi isteğim şu koca dünyadaki şatafatlı hayatlarla kıyaslandığında. Yirmilerimdeyim. Yaşamımın başındaydım henüz. Çok tecrübem yok ama az da diyemem. Annemi meme kanserinden kaybedeli dört sene kadar oluyor, babam görev yerinden ayrılıp beni ziyarete gelemeyecek kadar sadık bir asker. Abimse kendine yeni bir hayat kurmayı başarabilmişti, ülke şartlarıyla kıyaslandığında gayet rahat bir hayatı var diyebilirim. Askeri sıhhiyede görev alıyordu, babamızın yanında. Ama şahit oldukları onu yıprattığı için bu işten vazgeçip yerel bir sağlık kuruluşunda görev almaya devam etti. Çoğu zaman ona imrenirim. Güçlüydü, bir kariyeri vardı, aynı acıları yaşamıştık hatta o daha da fazlasına şahit olmuştu ama tüm bunlara rağmen gülümsemeye devam edebiliyordu. Ona güttüğüm tüm bu hayranlık beni de onun ilerlediği yoldan ilerlemeye itmiş ve yükseköğretimimi sağlık alanında yapma arzumu harlandırmıştı. Ki bu bizim için zor değildi, askeriyede birinci derecen bir yakınınız varsa devlet size tüm kapılarını sonuna kadar aralardı. Şikayetçi değildim, işime geliyordu.

Abimin nöbette olduğu günlerden birindeydim, günaşırı nöbet tutar bu yüzden çoğunlukla evde olmazdı. Tek olmaya alışmıştım diyebilirim. Başlarda bu duruma oldukça üzülürdüm ama en nihayetinde sıradan bir insandım işte en büyük acıya dahi alışmak uzun sürmüyordu.

Önümdeki detaylı anatomi çizelgesini incelerken bir yandan da radyo programına kulak kabartıyordum. Sevdiğim bir müzik grubu vardı, her cumartesi sabah vakitlerinde iki saat boyunca şarkıları çalardı. Hangi işi yaparsan yapayım o sıra bırakır ve tüm şarkıları büyük bir zevkle dinlerdim. Fazla hobim yoktu, kendime ayıracak zamanımın olmamasından kaynaklanıyordu bu. Sürekli bir meşgalem vardı, bu tempo beni yorsa da hiç pişman olmamıştım. Çünkü dinlenme üzerine kurulan bir çocukluğum olmamıştı, sorumluluk bilinci yüklenmişti üzerime en küçük yaşımdan itibaren. Önümde iki yol vardı ya asker olur babam gibi olurdum ya da devlet adamı olur annem gibi olurdum. Küçükken ikisini de istemezdim ama yaşım arttıkça abime benzemek istediğimi hissetmeye başlamıştım.

Cam bardaktaki zifte benzer koyuluktaki kahvemin kalan son yudumlarını da içtikten sonra belgeleri üst üste toparlayıp son zamanlarda yatağım haline bürünen koltuğa geçmiş ve rahat bir konuma gelip gözlerimi yummuştum. Zihnimi yalnızca radyoda çalan şarkılarla doldurmak isterken müziğin birden kesilmesiyle ani bir şaşkınlık geçirmiştim. Henüz haber saati gelmemişti ama acil bir durum raporu diye konuşmaya başlayan adamın sesini gayet iyi tanıyordum.

"En son Brand Caddesi'nde; beyaz gömlek, siyah pantolon ve koyu renk beret şapkayla görülen otuz civarı yaşlardaki kaçağın eşgâline uyan birini görürseniz yakalamaya çalışmayın. Ondan fazla cinayetin katili olduğuna inanılan kaçak, tehlikeli. Yapmanız gereken tek şey en hızlı şekilde konumunu hükümete iletmek." Haberin bir kez daha kendini tekrar etmesinin ardından müzikler kaldığı yerden devam etmişti fakat dikkatimi verememiştim. Şu anda zihnimde yer edinen farklı konular vardı.

Zil çaldı. Abim olamazdı, daha önce hiç nöbet saatleri içerisinde eve geri dönmemişti. Belki de az önce dinlediklerim ve aklımdan geçirdiklerimden kaynaklı olarak ani bir adrenalin dalgası tüm bedenimde dalgalanırken ayaklanmıştım. Akıl oyunlarının kişinin kendini güvence altına alması adına bahşedilen bir yetenek olduğuna inanırım. Şayet o kadar aptal yaratıldığımızı kabul etmek istemem. Acınacak haldeyken bile; her şey iyi olacak, hayat devam ediyor gibi sözlerle kendimizi avutmaya meyilli haldeyiz. Bunun bir nefsi müdafaa olduğunu kabul edebilirim, bir savunma mekanizması belki de. Korkuyu kemiklerimin her bir boşluk arasına kadar hissederken sorun yok, güvendesin demeyi kendime hak görüyorum. Zira kapımı inatla çalan ve açtığımdaysa sadece gülümsemekle yetinen kırmızılar içerisindeki adama karşı yapabileceğim fazla bir şey olduğunu sanmıyorum. Burada ne işi olduğunu sormak belki de yaşamım boyunca verebileceğim en mantıklı kararken, senelerdir eğitim merkezlerinde aşılanan konu sağlıksa karşınızdakinin kim olduğu fark etmez mottosuna bel bağlayarak içeri alıyorum şapkalı adamı. Garip bir tercih olduğunu düşünmeden edemem, çekik gözleriyle buralı olduğunu yeterince belli ederken bir Rus edasıyla ilerliyor gösterdiğim odaya doğru. Ne yapmam gerektiği belli.

M.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin