"Dede!" Torunumun sevinç dolu çığlıkları dolduruyor şimdi kulaklarımı, öylesine sesli bağırıyor olmalı ki çoğu zaman işitmeyen kulaklarım onun sesini evin en uzak köşesinden bile rahatlıkla duyabiliyor. Atlıyor kucağıma koşarak, sandalye daha da hızlı sallanıyor küçüğümün etkisiyle. Fazla seviyor beni, hak etmediğim kadar. "Seni çok özledim dedeciğim." diye sayıklıyor minik bedeniyle bana sarılırken sıkı sıkıya.
"Jinnie, sakin ol dememiş miydim ben sana?" Kızımın sesi, annesi gibi sinirli bir tavırla konuşuyor yine. Güldürüyor bu beni. "Kusura bakma baba, bir türlü laf dinletemiyorum. Acıttı mı bir yerini?" Başımı sallıyorum olumsuz manada. Torunum daha da sıkı sarılıyor bana annesinin lafları karşısında. Minik bedeni inatla dolu, bu bana tanıdık birini anımsatıyor. Kızım da sarılıyor bana, aylar sonra görüyorum anca onu. Eşi başka bir eyalette yaşamak istediği için uzağız birbirimize, karşı çıkmıyorum buna asla. Mutlu olması yeterli benim için.
"Abin ne zaman gelecek?" diye soruyor eşim kızımıza. Gittikçe daha da yaşlanıyoruz, yoruluyoruz bu hayattan. Adımları ağırlaşmış, göz kenarları gün geçtikçe daha da kırışıyor. Bazenleri gözlük taksa bile göremediğini söylüyor. "Arabayı park ediyordu, gelir şimdi." Cümlesi henüz son bulmuşken kapıdan giriyor, elleri dolu çantalarla. Önce annesine gidiyor, sarılıyor sıkıca, öpüyor ellerinden. Saygılı yetiştirilmiş bir çocuk olduğunu kanıtlıyor her hareketinde. Sonra sıra bana geliyor, gülümseyerek ilişiyor yanıma öpüyor yanaklarımdan ve kıvrılıyor oturduğum sandalyenin köşesine. "Babam, nasılsın?" Öylesine içten konuşuyor ki bazen ağlayasım geliyor karşısında. "İyiyim oğlum." Değilim diyemez kimse.
"Annemin haberi vardı sana da anca söyleyeceğim kızma bana." Torunumu alıyor kucağımdan annesi. Diyeceği şeyden herkesin haberi var belli. Ciddiyetle susuyor birden herkes. "Ben aşık oldum baba." Gülümsüyorum, bir sevinç kaplıyor bedenimi. Soracak çok soru var, suskunluğumla bastırıyorum merakımı. "İzninle tanıştırmak istiyorum sizi." İçeri orta boylu bir kız giriyor, oğlum hiç beklemeden ayaklanıp yanına geçiyor. Belki oğlumun adını hatırlayamam ama bu heyecanı nerede olsa tanırım. Heyecan her yaşta güzeldir, bitiminin mutlu olmasını diliyorum Tanrıdan. Oğlum acı çekmesin en azından.
Aradan saatler geçiyor; yemek sofrası kuruluyor, yeniyor, kaldırılıyor. Gülüp eğleniyor herkes, benim dışımda. Ben yalnızca özlem doluyum. Eşimin bana seslenmesiyle çeviriyorum başımı ona doğru. "Jisung, ilaç saatin." Hatırlattığı için teşekkür edip geçiyorum odama. Yorgunluk var üzerimde. Nedir nedeni bilemem, anlayamam bir türlü.
Üzerinde içilmesi gereken saatleri yazan hapları yutuyorun teker teker, yutkunmam zorlaşıyor. İçeride konuşulanlar bir mırıltı şeklinde duyuluyor, merak ediyorum söylenenleri. Gizli bir iş yaparmış edasıyla yaklaşıyor kapıya, yaslanıyorum pervaza. Yeni kız soruyor, diğerleri cevaplıyor: "Anlamadım ben, babanın iki adı falan mı var?" Oğlum atlıyor söze, "Hayır, o durumlar biraz karışık ama ciddi. Annem veya başka biri ona kendi adıyla seslendiğinde sinirleniyor çıkmıyor odasından günlerce, yemek yemeyi de reddediyor. İlaçlarını almazsa hastalığı ilerler bu yüzden kimse kendi adıyla seslenmiyor ona."
Artık tüm bedenimi kaplıyor acı. Sadece fiziksel değil, ruhum da acı çekiyor. Güçsüzlüğümün tek sebebi, ilk aşkım. Beni gün geçtikçe eriten ve pişmanlıklarla dolmamı sağlayan geçmişim artık daha fazla katlanamayacağım dediğim bir noktada. Yavaşça farkına varıyorum zaten öldüğümün. Bir çıkış yolu aramak gereksizdi, başka kalplere dokunmuştum. Ölmüş birini aldatamazdım istesem de. Evlendim ve çocuk yaptım birden fazla kez. Çok sevdim her birini, sevgiye hiçbir vakit muhtaç olmamaları dileğiyle sevdim. Şimdiyse sokaklarda gençlerin amca olarak adlandırdığı yaştayım, küçük bir torunum var. Hastalığım yüzünden unutuyorum bazen adını, çok görmüyor kimse. Kendini bile unutan bir adamdım en nihayetinde. Ama seni unutmayı hiç istemedim. Çabaladım kimi zaman. Hayır. Çoğu zaman çabaladım. Kendi çabamın yetmeyeceğini, zihnimde artık hiçbir şeyi tutamadığımı fark ettiğimdeyse; yalvardım çevremdeki herkese benliğimi yitirip senin adınla seslensinler bana diye.
"Peki neden 'Jisung' anlatmadı mı hiç?" diye soru yöneltiyor tekrardan genç kadın. Bu sefer eşim cevaplıyor: "Onunla konuşmak, en az kendisini anlamak kadar zordur." Uzaklaşıyorum kapıdan, uykum geliyor yavaştan. Hiçe sayıyorum, yatmıyorum; masama geçip oturuyorum yalnızca.
Unutmamak için bunların hepsi seni, sevgilim.
Çekmeceyi açıp fotoğrafını alıyorum elime. Ne de fazla hasar görmüş. Yine de benim için her şey demek. Pişmanım o gün ve öncesinde yaptıklarımdan. Belki de hiç gelmemeli kendimi göstermemeliydim sana, böylece devam ederdin bir şekilde yaşamaya. Beni cezalandırmak istedin farkındayım, başardın da. Ben sinirimi on yedi kişinin ölümünde kısıtlamak isterken, sen on sekizi tattırdın bana. Nefret ettim on sekizden, sensizliğe mahkum ettiği için beni. Farkındayım hepsi benim hatam ama yine de dilerdim yaşamanı, sevgilim.
Seni hâlâ çok seviyorum Han Jisung.
(Lee Minho ağzından, son.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
M.
FanfictionÜlkenin gündemine oturan sarsıcı cinayetlerin ardında Jisung'un gençlik aşkı Minho vardır.