Siyah

13 2 2
                                    

Gece yağmış olan yağmurun ıslatmış olduğu sonbaharın nemli toprakları, üzerine basan her ayakla birlikte içinde biriktirdiği yağmur sularının az bir kısmını kusuyordu. Siyah, cilalı ve pahalı ayakkabılar taze çamura bulanırken göçmen kuşlar ülkeyi terk etme yolculuklarına devam ettiğinden gökte belli belirsiz kuş sesleri yankılanıyordu gök gürültüleriyle birlikte. Havanın gri atmosferi mermer taşlarla ve kaldırımlarla uyum içerisindeydi.

"Tekrar başınız sağ olsun."

"Dostlar sağ olsun, selametle."

En ufak fısıltı bile havadaki yoğun neme çarparak yankılanıyor gibiydi. Kısa topuklu deri chelsea botlar, arnavut kaldırımda ses çıkararak gri, düz mermerin yanına geldi. Mermerin üstünde sırtı adama dönük, kabanı da dahil olmak üzere simsiyah giyinmiş, koyu kahverengi saçları esen rüzgarla dağılan, mermer mezarın üstünde oturan gencin biraz uzağında dikildi adam. Kendisi de baştan aşağı siyah giymişti. Bir süre bekleyip üstü kırmızı karanfillerle dolu mezarın toprağına incecik kemikli parmaklarını süren genci izledi elleri cebinde.

"Herkes gitti." dedi sakince. Genç sustu.

"Ne kadar kalmak istersin burada?" diye bir soru yöneltti gence cevap alamayınca.

"Bilmiyorum."

Çatlak sesi, dudakları arasından çıkan sıcak nefes gibi soğuk havaya karışarak kayboldu. Adam hafifçe başını salladıktan sonra arkasındaki iri yarı adama döndü.

"Git sen, Bay Han'ı ben bırakırım. Evdeki hizmetlilere de söyle birkaç gün tatil yapsınlar. Giderken arabayı alabilirsin, burada kalmasın."

Adamın sesi gençle konuşurken olduğunun aksine net, nispeten yüksek ve sert çıkmıştı siyah takım elbiseli adamla konuşurken.

"Nasıl isterseniz efendim." diyerek onayladıktan sonra uzaklaştı adam. Minho da gence döndü. Hala kendisine sırtı dönük, tek eli toprağı okşayan gence baktı. Dolu olduğu için cam gibi parlayan koyu kahve gözlerinde o genç bir anda küçük bir çocuk gibi canlandı. Ağlayarak annesinin mezarının üstüne uzanan, bırakmak istemezmiş gibi sımsıkı sarılan, küçük parmaklarıyla sert ve soğuk mermerin kenarlarına tutunan çocuğu gördü.

Dolu gözlerinden birer damla yaş soğuktan elmacık kemikleri belli belirsiz pembeleşmiş beyaz yanaklarına ve oradan da keskin çenesine giden bir yol çizerken elini çenesine götürerek işaret parmağının tersiyle gözyaşlarını sildi.

"Bir şey demeyecek misin?" diye buruk bir soru kaçtı gencin ağzından ve hissiz sessizliğe bir yağmur damlası gibi düştü.

"Ne konuda?" diye umarsız bir soruyla karşılık verdi adam.

"Bilmiyorum." Sessiz ve çekingen çıkmıştı yine o kelime.

"İstersen konuşursun zaten, sıkmayacağım seni." Sesinde derin bir şevkat vardı ama bunun için özel uğraş verdiği belliydi. Sanki bir çeşit taklit gibiydi davranışları, örnek aldığı birisine benzemek için verilen bir çaba gibi...

"Neden sen de gitmiyorsun?"

"Çünkü beraber döneceğiz eve."

Genç başını mezardan kaldırmadan devam etti. "Ben giderim, boşuna bekleme burada." Sesini sert göstermeye çalıştığı belliydi. O da güçlü taklidi yapmaya çalışıyordu şüphesiz.

"Arabayı götürdüler, ayrıca yolu bildiğine şüpheliyim."

Genç ilk defa başını kaldırıp adama baktı. Kahkülleri, şişik ve kıpkırmızı gözlerinin hemen üstüne gelecek şekilde uzundu. Açık kahve rengi, büyük ve dolu gözlerindeki şaşkınlıkla adama baktı.

The feeling you likeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin