başladığınız tarihi buraya bırakabilirsiniz. ❤️
hikayede geçen hiçbir yerin, kurumun, tarihi olayın gerçeklikle bağlantısı yoktur. tamamen kurgusaldır.
•
Güneşli bir yaz günüydü.
İnsanlar boğucu neme aldırmadan dar sokaklardan karınca sürüleri gibi geçiyor, bir haftadır ortalıkta dolanan dedikoduyu gözleriyle görmek için birbirlerini eziyorlardı. Bir kişinin ardından kulaktan kulağa yayılan bu fısıltı tüm çevreye yayılmış; pazarcıların pazarlarını kapatmasına, halkın sokağa dökülmesine sebep olmuştu.
Halk kesimiyle aynı havayı solumayan burjuva sınıfının bile ilgisini çekip kalabalığa karıştıran bu dedikodunun aslının olup olmadığı belli değildi. Yüzlerce kişi sabahtan beri yakıcı güneş ışınlarına rağmen gelen her lüks at arabasına ilgiyle bakıyor, her muhafıza bilgiyi doğrulatmaya çalışıyordu lakin bunlar faydasızdı. Muhafızların ağzını bıçak açmadığı gibi kendisine aynı soruların sorulmasından sıkılmış oldukları için cevaben soran kişiye bir tane yapıştırmayı seçiyorlardı.
Etraf asla sessizleşmiyordu. Bu kargaşalardan faydalanan birkaç insan oraya pazar bile kurmuştu, insanların yırtık elbiseleri yere düştüklerinde tamamen yırtıldığı için en çok satan şey ise kumaştı. Halkın yiyecek alamayacak kadar fakir olduğunu biliyordu pazarcılar, bu yüzden satabilecekleri şeyi satıyorlardı. Pazarların üstü kemha, kadife ve çatma kumaşlarla doluydu.
Bir haftadır oluşan tüm bu kargaşanın sebebi olan dedikodu ise veliaht prensin topraklarına geleceğiydi. Kimse buna bir ihtimal vermiyordu çünkü bu topraklar da Fransa krallığına bağlı olsa da ikinci sınıf muamele görüyordu. Köleliğin on senedir kalkmasını fırsat bilip içerisine yerleşen siyahi insanlar ve fakir halk bu ikinci sınıflığın başlıca sebepleriydi, buradaki burjuva sınıfı Fransa'dakinden çok daha zenginlerdi. Açlıksa keza oradakinden fazlaydı, bir tahterevalli gibi birbirini dengeliyordu.
Ve böyle insanlara sadece duydukları kadarıyla bildikleri veliaht prensin geleceğini fısıldamak, yaşamaya odaklanmış hayatlarındaki en büyük değişiklik olurdu.
Onlar prensi iki toprağın ayrım noktasında bekliyorken içinde veliaht prens Alexandre Louis Bertrand'ın olduğu fayton bilginin sızdırıldığını bildiği için çok farklı yollardan içeriye girmişti. Her tarafı kapalı olan fayton, prensin normalde bindiklerinin aksine fiyakalı, her parçası lüks kokan faytonlara benzemiyordu. Şüphe çekmemek için oldukça sade bir tanesine bindirmişlerdi onu.
Ah, bir de atlar her tökezlediğinde yanında sanki kaza yapmışlar gibi davranan uşağı olmasa her şey daha katlanılır olabilirdi!
"İyi misiniz majesteleri?"
Bugün gün içinde yirmi dokuzuncu kez aynı telaşla sorduğu soruya karşı prensin orman yeşili gözleri onu buldu. Hiçbir zaman ilgiden bunalan birisi olmamıştı, zaten konumu buna izin vermiyordu ama Marc bunu abartıyordu.
İlgiden bunalmazdı ama çabucak sıkılırdı, bu yüzden "Bir daha bunu sormayın Marc." dedi düz bir sesle ve hemen sonrasında "Bu bir emirdir." diye ekledi. Bunu söylemese uzun senelerdir en yakın arkadaşı olan çocuk ciddiye almazdı, biliyordu. Ama bundan sonra da bir daha asla sormaya cesaret edemezdi. Bu söz onların parolası gibiydi, ikisi arasındaki arkadaşlık-mevki ilişkisinin çizgisiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prince in a crown [bxb]
RomanceVeliaht prens Alexandre Louis Bertrand, yakında giyeceği taca layık olmak için senelerdir yaşadığı saraydan ayrılıp Kraliyet Eğitim Binası'na yerleşir. Burada ondan sorumlu olan kişi ise hayatında gördüğü en kaba saba, incelikten anlamayan adam olan...