Kraliyet Eğitim Binasında kahvaltılar saat tam sekizde, öğle yemeği on ikide ve akşam yemeği akşam altıda olurdu. Ne bir dakika geç ne de bir dakika erken, içeride her şeyde olduğu gibi katı bir disiplin vardı. Herkes yemeğini büyükçe bir odanın içinde yerdi, nadir durumlar dışında kimse oradan yemek çıkartamazdı. Bu yüzden içeridekiler yemek saatlerinde yiyebildiği kadar yer ve gün içinde başka yemek karışıklığı oluşturmazdı.
Elbette bu katı kurallar bazı durumlarda esnetilebiliyordu, mesela konu prens olduğunda. Koskoca veliaht prensin normal hatta bazısı köylü sınıfından olan bu insanlarla aynı yerde yemek yemesi düşünülür şey dahi değildi. Onun yemeği ayrı olarak odasına gelecek, tepsisinde her ama her şey olacaktı.
Oysaki prens Louis bunu özellikle istememişti. Hayatı bir sarayın içinde geçmiş, hiçbir yemeğini aile sofrasının dışında bir arkadaşıyla yiyememişti. Şimdi buraya gelmişken bir odanın içinde tek başına yemek yemeyi veya bir sene boyunca kendisini diğerlerinden soyutlamayı istemiyordu. Bu sebeple herkesi şok ederek diğer öğrencilerle birlikte oturmayı olmasa da aynı yerde yemek yemeyi istemişti.
Tabii ki o istedikten sonra diğerlerine de söz düşmezdi.
"Bu bombe yeterli mi majesteleri?"
Sarı, yumuşacık saçlarına şekil veren beş adamdan birisi gözünün önüne düşen perçeme verdiği şekli sorduğunda Louis bunaltıyla "Yeterli. Diğerleri de çekilsin." dedi. Bir saatten fazladır saçı şekilleniyordu ve buna alışık olsa da her zamanki gibi bunalmıştı.
Herkes hemen geri çekildiğinde çoktan elbisesini giydiği için ayaklandı. Teni gibi beyaz, önünde büyük bir fırfır olan gömleğinin üstüne giydiği koyu mor yeleğin yakaları çapraza doğru dik ve sert geliyordu, bu yeleğin üstüne takmış oldukları kalın siyah kemer belinin inceliğini gözler önüne sermişti. Ekle İlk günü için çok abartmak istememişti ama elbette ki kıyafetlerinde bir prens ağırlığını taşıyordu. Giydiklerini her zaman kendisi seçerdi, sadece giydirilmesini başkası üstlenirdi.
Kaldığı oda bulunduğu binanın en büyük yatma odasıydı. Odanın ortasında kocaman, en azından dört kişinin sığabileceği ve pahalı kumaşlarla donatılmış bir yatak vardı. Yatağın sağ çaprazında hobisine uygun olarak yüksekçe bir yazı masası ve hemen yanında etrafı çizim kalemleriyle sarılmış bir tuval, yatağın diğer köşesinde ise içinde kil parçaları ve çeşitli madenlerin bulunduğu dolap ve altın yaldızlı bir piyano bulunuyordu. Her şey abartılı ve lüks fakat göz yormayan bir biçimde tasarlanmıştı.
Ayaklarına giydiği sert tabanlı ayakkabıları zemin üstünde hareket ettirerek yanlarına dizilmiş adamlar eşliğinde yürümeye başladığında Marc da hemen sağında yer almıştı. Her zaman aklından geçirdiği gibi Louis'in şimdiden prens olduğunu düşünmüştü, tek bakışıyla gerçek prens olmasa bile prens gibi hissettirebilecek kadar asil birisiydi ona göre o.
En az on kişi, geldikleri saraya denk olabilecek büyüklükte olan binanın içinde yürüyorken saat sekizi çeyrek geçtiği için koridorlarda kimse yoktu, herkes yemekteydi. Louis'in de karnı acıkmıştı çünkü iki saatten fazladır uyanıktı ama yemekten önce bir şeyler atıştırmak istememişti. Saçının işi uzadığı için de yemeğe gecikmişti.
Altın rengi, kırmızı, mor, mavi renklerinden oluşan iç dizayn kendi ülkesindeki muazzam yapılar gibi gözüküyordu. Bu bina bu toprakların tek lüks yeriydi, kral ileride oğlunun burada eğitim göreceği için daha yaptırırken mükemmel dizayn ettirmişti. Girişin yanında kocaman kendi resmi, onun yanında da oğlunun bebeklik resmi vardı ve Louis bundan pek haz etmemişti. Yakın bir zamanda büyümüş resmini çizdirip onunla değiştirmeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prince in a crown [bxb]
RomanceVeliaht prens Alexandre Louis Bertrand, yakında giyeceği taca layık olmak için senelerdir yaşadığı saraydan ayrılıp Kraliyet Eğitim Binası'na yerleşir. Burada ondan sorumlu olan kişi ise hayatında gördüğü en kaba saba, incelikten anlamayan adam olan...